Osmanlı tarih literatüründe dönemleri ele alınan padişahların adını taşıyan eserlerden en dikkat çekici olanı hiç şüphesiz Selimname’dir. Bu ad verme geleneği ilk defa Yavuz Sultan Selim devrinde ortaya çıkmış ve onun ismiyle anılan tarihlere Selimname denilmişti. Kısa süren saltanatı boyunca çok büyük işlere imza atan Yavuz Sultan Selim’i abidevî bir şiir yazarak yüceltenlerin başında Yahya Kemal de vardı.
Beyaz Türkçe’nin büyük şairi Yahya Kemal’in cihangir padişah Yavuz Sultan Selim’e uzun soluklu bir şiir yazmasının elbette önemli bir arka planı bulunuyor. Yavuz Sultan Selim’e dikkate değer bir üslupla yazdığı Selimname, kronolojik bir tarih kesiti değildir. Aksine Yahya Kemal bu şiirinde “cihangir bir imparatorun” portresini tarihî bir romantizm ile yansıtır. Peki, Yahya Kemal’i Selimname yazmaya sevk eden itici güç neydi?
TÜRK ŞİİRİNİN ZİRVESİ SELİMNAME
Mütarekeden sonra geçmişe özlemi artan Yahya Kemal, kendini avutmak için ya öğrencileriyle veya tek başına İstanbul’un semtlerini geziyor, bu şehirde geçen beş asırlık hayatımızın safhalarını hissediyordu. İşgal edilmiş bir vatanda Ramazanı karşılamaya hazırlanan Türk İstanbul’unun semtlerini hüzünle dolaşan şairimiz, Üsküdar, Kocamustafapaşa, Fatih, Süleymaniye’yi geziyor, adeta bu uhrevî semtleri yeniden fethediyordu. Tek başına çıktığı gezilerinden birinde, yönünü “ruh eser” olarak gördüğü Topkapı Sarayı’na çevirmiş, Darülfünun mezunu genç rehberi Lütfü Bey’le Saray’ı gezmişti. Revan Köşkü’ne geldiğinde, derinden gelen Kur’an sesini hemen tanımış ve şaşırmıştı.
“Birdenbire İslâm mimarisini tam anlamıyla gördüm” diyen şairimiz, Kur’an sesinin Hırka-i Saadet Dairesi’nden geldiğini, dört yüz seneden beri her gün, her saat, geceli gündüzlü okunduğunu Lütfü Bey’den o gün öğrenecekti. Hayretten gözleri kamaşan şairimizin ilk fetihlerinden biri böylelikle gerçekleşecektir:
“Bu sarayın içinde dört yüzseneden beri olmuş ihtilaller, hal’ler, kıtaller, bu Kur’an sesini bir an susturmamış. Bu hadiseyi idrak ettikten sonra İstanbul’dan niçin çıkarılamıyoruz? Bu şüpheyi halleder gibi oldum.”
Gezintisine devam eden Yahya Kemal, aşağı yukarı bir sene sonra şu kanaate varmıştır:“Bu devletin iki manevî temeli vardır: Fatih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hâlâ okunuyor! Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur’an ki hâlâ okunuyor!”
Yahya Kemal bu manevi ortam içinde Selimname’yi yazmış, Yavuz Sultan Selim’e hayranlığını ifade etmişti. Paris’in buğulu atmosferinden kurtulup Türk İstanbul’unun manevi ikliminde dolaşan Yahya Kemal, bu sayede yazdığı Selimname Türk şiirinin zirvelerinden biridir.
BAŞKA TÜRLÜ BİR TARİH
Daha önce Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler isimli eseriyle dikkat çeken Turgut Güler, akıcı ve berrak bir üslupla bu sefer Selimname’yi yorumladı. Cihangir Tuğlar isimli kitabıyla Turgut Güler, Yavuz Sultan Selim devrini basit bir tarihî süreç içinde ele almıyor. Aksine bu büyük padişahı kendi devri içinde değerlendirerek Selimname’yi şerh ediyor. Bir şiiri referans alarak ve kurgusunu o şiir üzerine bina ederek roman tarzında yazılmış ilk eserimiz Turgut Güler’in Cihangir Tuğlar’ıdır.
Cihangir Tuğlar’ın entelektüel ve kültürel birikime sahip bir yazarın kaleminden çıktığı anlaşılıyor. Türk tarihinin derinliklerine vakıf olan Turgut Güler’in her cümlesi, bu büyük medeniyetin saltanatlı ifadesidir.
Son yıllarda tarihî roman yazanlarda artış gözlemleniyor. Ancak bu romanların büyük çoğunluğu hamaset yüklü olmakla beraber, hani neredeyse birbirinin tekrarı niteliğindedir. Oysa Türk tarihi sadece savaşlar ve meydan muharebelerinden ibaret değildir. Bir isim, bir resim, bir şiir, bir nesirden yola çıkarak anlatılacak pek çok hikâyemiz var. Cihangir Tuğlar, bir devrin nefis bir üslupla yazılmış seçkin bir eseri.
Cihangir Tuğlar
Turgut Güler
Ötüken Yayınları