'Siz bir de yazmadıklarımı görün'
ABONE OL

Dünyanın Çekmeceleri Suavi Kemal Yazgıç’ın son öykü kitabı. Aslında aynı zamanda ilk öyküleri ile son yazdıklarının birleşimi. İlk öykü kitabı Kırk Gri Hırka’dan mevcut hikaye anlayışına hala uyan hikayeleri bu kitaba almış Yazgıç. 17 sene sonra ikinci bir “ilk kitap” gibi düşünülebilir Dünyanın Çekmeceleri. 

Dünyanın Çekmeceleri büyüleyici bir kitap ismi. İbrahim Tenekeci’den ödünç alınmış. Tenekeci dünya için dolap ve çekmeceler için de bizler demiş ama ben dünyayı kitap, hikayeleri de bu dünyanın ‘göz’leri yapan nedir diye sormak istiyorum… 

Çekmeceler küçük bölmeler. Bir şiirimde “büyük bir bahçenin içindeki küçük bir saksıyım” demiştim. Zaman ve mekan olarak sınırlı bir hayatımız var bu dünyada ve ne kadar büyük kısmını gezersek gezelim “hayatımız” kainatın çok küçük bir bölümünde geçiyor. Dünyanın Çekmeceleri derken de aynı duygu ve düşüncelerle hareket ettim. Biz bize ayrılan o küçük çekmecede bir dünya kurup yahut kuramayıp yaşıyoruz. Hikayelerimde o küçük dünyalara yaklaşmaya çalışıyorum. Kimi zaman ironik kimi zaman mahzun. Ancak haklısınız çekmeceler aynı zamanda da gözler elbette. Ancak benim çekmecelerim/gözlerim büyük ölçüde içdünyaya dönükler. Bundan memnun muyum? Kendime yazmamı engelleyecek kadar şikayetçiyim bu durumumdan. Hatta düşündüğüm/yazmak istediğim miktarla kıyaslanmayacak kadar az öykü yazmam da tam olarak bu sebepten kaynaklanıyor. Haklı olarak siz yayınladığım öyküleri biliyorsunuz. Bir de sildiklerimi, tamamlayamadıklarımı hatta kağıda aktaramadan zihnimde imha ettiklerimi bir bilseniz. Evet, onlar üzerinden kendimi haklı çıkarmam mümkün değil farkındayım. Sonuçta yayınlayabildiklerimle yazarım yayınlayamadıklarım üzerinden “yazar” olacak değilim.   

Kitapta iki bölüm var. ‘Evvel Zaman İçinde’ başlıklı bölümün hikayeleri, diğerlerinden hangi yönleriyle ayrılıyor?

2002 yılında yayınlanan ilk öykü kitabım Kırk Gri Hırka’da yer alan metinlerin büyük bir bölümünden memnun olmadığımı, şimdiki öykü anlayışıma uymadığı kanaatindeyim. O kitap bir daha asla yeniden basılmayacak. İlk öykü kitabım Kırk Gri Hırka’dan mevcut hikaye anlayışıma hala uyan ve dolayısıyla kurtarabildiğim hikayeleri bu kitaba aldım. 17 sene sonra ikinci bir “ilk kitap” oldu Dünyanın Çekmeceleri. Bir yandan da sekizinci kitabım. Kırk Gri Hırka ise en fazla biyografimde yer alabilecek bir gölge olabilir bundan sonra. Evet, onu yok saymak istemiyorum ama bir yanda da varsaymak da istemiyorum. Bu da benim çelişkim olsun bakalım.  

‘Sonu,  Başı ve Ortası’ hikayesi alt üst oluşu hem usül hem esas itibariyle ele alıyor gibi. Müntehir değil maktul olmak istemenin altında yatan saikler hikayenin omurgası gibi…

Gösteri çağı geride kaldı. Gösteri çağında azınlık gösteri yapar çoğunluk beğenir ve alkışlardı. Sosyal medya ile herkes gösteriye dahil oldu ve kimse kimseye bakmıyor. Söz konusu hikayede ise “gösteri çağının” bir aktörü gücünü yitirmeden önce son bir numara daha çekmeye çalışıyor. Bir anlamda onun cesedi gösteri çağının cesedi gibi zihnimde. Şimdi “beğeni” toplama ve “paylaşılma” çağındayız. Sosyal medyada bir şey paylaşınca biraz sonra kaç “beğeni” aldığımı sorgularken yakalıyorum kendimi. İlginç olan şu ki toplanılan beğeni sayısı ile “okunma” oranı arasında en ufak bir bağ bile yok. “Sosyal medya çok önemli” cümlesiyle başlayan veciz konuşmaların da sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta bir nicelik patlaması yaşıyoruz ve bu nicelik patlaması nitelik hanemizi epey anlamsızlaştırıyor. En azından hayatımızı o “beğenilere” indirgediğimiz oranda “parçalanıyoruz”. Söz konusu parçalanma da hikayenin kurgu sırasını içinden çıkılmaz bir noktaya götürüyor. En azından ben öyle anlıyor, öyle görüyorum. Bakalım sosyal medyanın “kahramanlarını” nasıl bir akıbet bekliyor ve yerlerini hangi gideni aratacak figürler dolduracak? 

‘İkinci Yenilgi’ öyküsü sanırım kitaptaki en sevdiğim öykü. “İlk yenilgiyi yıllar önce sana ihanet ederken tatmıştık, ikinci yenilgiyi ise senden bahsederken yaşayacaktık”. Hep reddiye yazmak isteriz yenilgiler için. Oysa burada yenilgiye bir muhabbet var…

Buradaki ikinci yenilgi kişinin görmezden geldiği ile yüzleşmek zorunda kalmasının yenilgisi bence. Kişinin susup geçiştirdiği bir konunun kendi varlığını gümbür gümbür hissettirmesi ve kendini konuşmaya icbar etmesi. Bence bugüne kadar şiirde de hikayede de dönüp dolaşıp en çok yazdığım temalardan biri bu. Niçin mi? Bu benim kendi hayatımda da yaşadığım bir konu. Hala da suskunlukla geçiştirdiğim ve ikinci yenilgimi henüz yaşamadığım konularım var. Onları edebiyatla, şiirle ifade ederek zihnimdeki pandora kutusunu zorlamaya çalışıyorum. 

Bir itiraf öyküsü yazmıyorum bir yandan da… Yazdıklarım bir günlük değil. Günlük yazar yahut itiraf veya ifşa eder gibi öykü yazsaydım şimdi birkaç raf dolusu öykü kitabım veya romanım olurdu bence. İlk sorunuza verdiğim cevap burada da tekrar edilebilir. Siz bir de yazmadıklarımı görün…  

“Gecenin ilerleyen bir vaktiydi. Hayır, aslında koca bir mürekkep lekesinin içinde yüzüyordum. Hikâye, kimliği belirsiz kişilerce kıyının hayli açığındaki bir adaya kaçırılmıştı. Onu kurtarmalıydım.” ‘Gri Düğmeler’ isimli öyküden bu satırlar. Yazım sürecinde sizi böyle yoran öyküler çok mu?

Senede bir-iki öyküyü anca yazabiliyorum. Bundan pek de memnun değilim doğrusu. Öykü benim için fazlasıyla “zorlu” bir iş. Zorluk benim için konuyu daha da ilgi çekici kılıyor. İnatla yazmaya devam ediyorum ancak pek de verimli sayılmam gördüğünüz gibi. Önümüzdeki dönemde söz konusu zorluğu daha da aşmak istiyorum. Bakıp göreceğiz nasipse…

Etkileyici beceriksizlik meselesini sayfalarca okumak istedim. Biraz tadı damağımda kaldı diyebilirim. Buradan mı devam etsek?

O öyküde o kadar çok otobiyografik bilgi var ki anlatamam. Daha doğrusu en iyisi anlatmamam galiba. Biraz da gerçeklerin ne kadar “kurgusal” görünebileceğini merak ettiğim için yazdım o öyküyü. 4 Eylül 2001 gecesi saat 23.01 mesela. O adres de doğru. Daha sonra beş kere adres değiştirdim mesela. Evim 99 depreminde yıkılmıştı ve kiradaydım. O ironik detayların arasına böyle trajik şeyler yerleştirmek istemedim. Yani bahsettiğim şeyler ne kadar gerçek olsa da benim gerçekler içinde cımbızladıklarım olduğu için bir yanıyla da “kurgu” idiler. Ne de olsa kurgu bir seçme ve sınırlama sanatıdır. Beceriksizliğimi bahsettiğim öyküden az önce gerçekten Yaramaz Harry filmini seyretmiştim. Belki de etkileyici beceriksizlikte Woody Allen’den bir etkilenme vardır. (Doğrusu iyi denk düşüyor hatırladığım kadarıyla). Doğrusu devamını niçin yazmadığımı hatırlamadığım bir öykü oldu ‘Derin Yalan’. O da başka bir beceriksizlik belki de. Kim bilir? 

‘Nasıl Kahraman Oldum’ başlıklı bir öykü var kitapta. Siz nasıl bir kahraman olmak isterdiniz?

Kahraman olmayı tercih etmeyen bir kahraman idi benim yazmaya çalıştığım. Ben de doğrusu kahraman olmak istemem. Kuvvetle muhtemel benim kaleme aldığım hikaye kahramanından daha başarılı olup asla kahraman olmayacağım. Umarım en azından bu hedefimi yakalarım ve kahraman olmama gerek kalmaz.  

Sizin şiir kitaplarınız daha çok. Öykü ve şiir bir arada nasıl ilerledi?

Ben şiirden önce öyküye başlamıştım esasen. Ancak söz dönüp dolaştı ve şiire vardı. Mustafa Kutlu 1990’lı yıllarda şiir ve öykülerimi bir arada gönderdiğim mektuba “sen şiir yazmayı bırak ve hikayede yoğunlaş” tavsiyesiyle cevap vermişti hatta. Kutlu’nun tavsiyesine uymadığım açık. Dört şiir kitabım var ve beşinci şiir kitabına da çok uzak değilim.  Yine de içten içe “hikaye” damarım da büsbütün ölmedi. Niçinini nasılını bilemem. Ben zaten dünyayı bir parçalanmışlık içinde algılamaktan kurtulmak için şiir ve öykü yazdım. Belki bir gün romanım da olabilir. O zaman da amaç değişmeyecek benim için. Ne yazdığımı biraz da yazıp bitirdikten ve iş işten geçtikten sonra anlayabiliyorum maalesef. Yazdığımın bir türe dahil olması sanki benim derdim olmamalı. Bakalım bundan sonra ne olacak?