‘Şayet Akif gibi bir deha olmasaydı Türk gençliği tamamen zehirlenmiş ve bataklıkta boğulmuş olacaktı...’
Düşünce hayatımızın önde gelen simalarından Nurettin Topçu, ‘Şahsiyet’ başlıklı makalesinde tarih şuuru üzerinde dururken, İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’u böyle tanımlıyordu.
Tarih şuuru demişken ‘Türk gençliğini bataklığa düşmekten kurtaran’ Mehmet Akif’in karşısında bir de Tevfik Fikret duruşu vardır. Aynı vatanın evlatları olsalar bile, ‘ayrı dünyaların insanı’ gibi duran bu iki şairin polemikleri, yahut kavgaları, edebiyat tarihimize damgasını vurdu. Ancak bu öyle bir çatışmardı ki, diğer polemiklerden farklı olarak, ekseninde iman-küfür konuları yer alıyordu. Tevfik Fikret önemli bir şair olarak Edebiyat-ı Cedide’nin lideri, devrimci, batıcı, hatta giderek dinsizliğini ilan etmiş bir şahsiyet; Mehmet Akif ise yerli ve milli değerleri şahsında toplamış bir dava adamı.
Onların kavgası, aslında, bugün de varlığını sürdüren zihniyet çatışmalarına da ayna tutmuyor mu? Bu konuyu etraflıca düşünmemize katkı sağlayacak bir kitap var. Fahrettin Gün’ün Beyan Yayınları’ndan çıkan ‘Mehmet Akif-Tevfik Fikret Çatışması’ adlı kitabını okurken bu çatışmanın dünden bugüne yansıyan izleklerini elinizle koymuş gibi buluyorsunuz.
Kitabın yazarına göre bu çatışmanın günümüzde de devam etmesi olağandır. Çünkü ‘çatışmanın’ iman-küfür ekseninde olması hasebiyle bu, ‘inançla, inkarın’, ‘teslimiyetle, reddin’ çatışmasıdır.
ASIM’LAR VE HALUK’LAR
Şu da var; Akif ve Fikret’in yaşadığı dönem, Türk tarihinin tanık olduğu en çalkantılı dönemlerden biri. Siyasi ve askeri yönlerden Osmanlı Devleti’nin çöküntüye uğradığı, kültürel ve toplumsal yönlerden köklü bir değişim ve arayışların hızlandığı bir dönem; Türk aydınının savrulduğu, ışığın Batı’da arandığı zamanlar...
Durum bugün de farklı değil aslında. Ekonomik ve siyasi bağımsızlığını elde etmeye çalışan, hegomonik güçlere karşı ‘dünya beşten büyüktür’ diyerek mazlumların sözcüsü olan bir Türkiye var. Karşısında ise içeriden ve dışarıdan örümcek ağı gibi örülen bir şer cephesi... Yıllar yılı askeri darbeler ve vesayetle, olmadı terörle dize getirilmeye çalışılan bir Türkiye.
Tevfik Fikret, 1895’te doğan oğlu Haluk’u, Batı’nın değerleriyle donanmış, aydınlanmış bir evlat olarak yetiştirmek üzere önce Bebek’te Hıristiyan Cemaat Okulu’na, ardından Robert Kolej ve nihayet İskoçya’ya gönderdiğinde Haluk’un Amentüsü’nü de yazacak, İslam’ın Amentüsü’nün karşısında bir nesil için mücadele edecekti.
Gün geldi, Halûk, 1943’ten itibaren kendini Hıristiyanlığın hizmetine adadı, 1956’da da rahiplik rütbesine yükseldi. Haziran 1965’te bir Amerikan vatandaşı ve Orlando Park Lake Presbyterian Kilisesi Başpapazı olarak kanser hastalığından ölürken, babası Tevfik Fikret acaba böyle bir sonu arzulamış mıydı?
Netice itibariyle ‘Haluk’, Mehmet Akif’in yerli ve milli değerlerle kuşattığı Asım’ın Nesli’nin karşısında duruyordu. Bugün, gerilla özentisi sanatçısı, hendekçi siyasetçisi, bildirici akademisyeniyle Halukların ve Asımların mücadelesi değil mi yaşanan...