Bir Hallac-ı Mansur romanı
ABONE OL
Hallac-ı Mansur, 9.yüzyılda Bağdat bölgesinde yaşamış önemli bir sûfi. Abbasiler döneminde ve hayatının önemli bir kısmını başkent Bağdat’ta geçirdi. Tasavvuf tarihinin en ilginç ve sıra dışı mutasavvıflarından. Gönül hanesinde ilahi aşktan pişirdiklerini gizlemek yerine, çevresindekilere pay etmiş bir Hak adamıyken, Abbasilerin başkentinde ceza olarak önce kırbaçlanmış, ardından kolları ve bacakları çapraz kesilerek işkence edilmiş ve en son başı vücudundan ayrılacak şehit edilmiş bir sufi.  Öldürüleceğini bile bile, söyleyeceklerinden vazgeçmeyen Hallac-ı Mansur’un romanını yazan Aydın Hız ile konuştuk.
 
l Aşk Kapını Ben Geldim -Bir Hallac-ı Mansur Romanı- Biyografik bir roman mıdır?
 
Hem biyografik, hem bir tasavvuf, hem de bir dönem romanı olarak değerlendirilebilir. Biyografik bir roman çünkü Hallac-ı Mansur’un hayatını merkeze alarak yazıldı. Aynı zamanda bir tasavvuf romanıdır, fakat kendini popüler tasavvuf romanlarından ayıran bir takım özelliklere de sahip. Hallac-ı Mansur’u kendi koşullarından ve sosyolojisinden soyutlayarak anlatmayı tercih etmiyor roman. 9.yüzyılın sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel özelliklerini irdeliyor ve sokaklarını, çarşılarını, şehirlerin tarihini, giyim kuşamı ve yemeklerini, insanların o döneme ait algılarını bir roman bütünlüğü içinde sunmayı tercih ediyor. 
 
l Romanda ayrıca Zenc İsyanı, Karmatiler, Kâbe’de işlenen cinayet ve intikam gibi unsurlar var. Bunlar tarihi bir gerçekliliğe dayanıyor mu? 
 
Bu olayların önemli bir kısmı tarihi gerçekliliğe dayanıyor. Örneğin Zenc İsyanı, Hallac-ı Mansur Basra’da henüz genç biriyken ve kendi dini anlayışını inşa ettiği yıllarda meydana gelmiş çok dramatik bir olaydır. Afrika’dan getirilen köleler, kendileri de Müslümandır ayrıca, giderek ekonomik bir zenginleşmeye bağlı olarak, çorak ve tuzlu arazide insani olmayan şartlarda çalıştırılırlar. Toplumda ekonomik bir farklılaşma o kadar belirgin hale gelir ki, Zenci köleler, örgütlenip isyana kalkışırlar. Sonra Karmatilik diye örgüt var ki, batıni bir Şii örgüttür, Ortadoğu’yu, Abbasileri kasıp kavuruyorlar. Roman o dönemin siyasetini, ekonomik yapısını, kültürel ve ticareti hayatını da arka fonda okuruyla paylaşarak, bir dönem romanı özelliğini de taşıyor bu bakımdan. Romanın sonuna iliştirdiğimiz yaklaşık 60’a yakın kitap, makale, doktora ve yüksek lisans tezlerinden oluşan kaynakçalarımız var.
 
Ünlü mutasavvıf nasıl kurban edildi?
 
l Tasavvuf tarihinin önemli bir sufisi olması rağmen, Müslüman bir toplumda ve ülkede ağır bir işkenceyle öldürülmesi oldukça şaşırtıcı değil mi? 
 
Elbette şaşırtıcı ve ürkütücü bir tarihi olay. Öncelikle tarihi olayları hiçbir ideolojik gönderme yapmadan, olgusal bir perspektifle okumamız gerekiyor. Çünkü tarih bir kutsalımız değil. İnsanın olduğu yerde erdemleri de görürüz, kötüleri de. Tasavvufta sekr ehli vardır, bir de sahv ehli. Sekr ehli, yaşadığı manevi tecrübenin sarhoşluğuyla konuşur. Hallac-ı Mansur gibi tasavvuf tarihinin sekr ehli kimseleri, zaman zaman alegorik bir dil kullanmışlar, gönüllerine doğan tecelliyatı sıradan insanların anlamakta zorlanacağı, hatta yanlış anlayacağı simgeler ve imgelerle ifşa etmişler. Hallac-ı Mansur’a ait “Ene’l-Hakk” sözü de böyledir. İlahi sarhoşluğun bu sermest dilinden hoşnut olmayanların oluşturduğu bir karşıtlık var Hallac-ı Mansur’a karşı. Bu derin aşk adamının hayatı da, karşıtlarının eline büyük kozlar veriyor. Hakkında Karmati daîsi olduğu yönünde iddiaları da topluyorlar ve yapay bir mahkeme oluşturuluyor. Abbasi yönetiminin zayıflamaya başladığı, saray entrikalarının çoğaldığı bir dönem aynı zamanda. Ekonomik ve siyasi bakımdan bir karışıklık var. Halkı teskin etmek için Hallac-ı Mansur’u kurban ediyorlar.