Çiviyi başımızla duvara çakıyoruz
ABONE OL

- Edebiyat dergiciliği İstanbul’da bile giderek zorlaşmışken siz Trabzon’da bir edebiyat dergisi çıkarıyorsunuz. Mor Taka, edebiyat dünyasında nasıl bir yere karşılık geliyor?

Mor Taka’yı sekiz senedir çıkarıyorum. Rüzgâr muhalif esmedikçe, vakti gelince demir alan, hacimli bir dergi. Sınırlı bütçelerle de kaliteli yayıncılığın yapılabileceğinin örneğidir Mor Taka. Türk ve dünya şiiri, kadim kentlerin kültürünü ve son iki sayısında sinema dünyasının nabzını tuttum.  Tematik dosyalarıyla saygın bir okul oldu. Kurumsal dergiler gibi abone sistemiyle çalışmadım, kimseye verilmiş sözü, veresiyesi olmadığı için bütünlüğü oluştukça çıktı dergimiz.

Türkiye’de dergicilik kültürünün de bittiği bir zamanda dergicilikte ısrar etmenin hiçbir mantığı olmasa da çiviyi başımızla duvara çakmaya uğraşıyoruz. Dergiciliğin olmazsa olmazı; kadrosu, finansmanı ve dağıtımıdır. Taşra dergiciliğinde bir veya iki şıkkı her zaman aksar, çok az okuru olan, hep zarar eden bir sektör olması da cabası.  Tematik metinleri ve ürün yelpazesini harmanlayan Mor Taka’nın kemikleşmiş  okuru sürdürülmesini talep etse de, dosyalarıyla  akademisyenlerimizin kapsamı alanında olmasına rağmen, o güruhtan hiç talep olmaması manidardır.

- Dergiciliğin yanı sıra şiir, roman, öykü yazıyor, resim yapıyorsunuz, fotoğrafçısınız. Sinema ve belgeselle de ilgilisiniz. Geniş bir yelpazede eser vermenin avantaj ve dezavantajları var mı?

Toprağa serpilene, havaya, kokulara, renklere, görmeye, taşın katılığına, suyun akışkanlığına, bulutların hovardalığına, denizin hoyratlığına, güneşin, atomların, dönen her zerrenin mucizesine tanık olduktan sonra insanın çok fazla et ve kemik, çok az ruh olduğunu öğrenmem yarım yüzyılımı aldı. Sanatımın arka planını okuduğum ve yaşadığım dünya yolculukları yüklendi. Yaşanan bu haller manzumesi işimi zenginleştirdi, fakiri daha duyarlı kıldı. Ne hikmet, ne ima, ne ilham gökten zembille inmiyor. Sinema, bunca sene yaptığım sanatların nihai sentezi oldu. Sinema; imgedir, hikayedir, romandır, resimdir, fotoğraftır...  Yaşamsal serüvenler, deneyim ve tecrübelerden sonra aşinası olduğum  kamera kutucuğunun içine hapsolan tek tek ışık kareleri ete kemiğe büründü.  

- Kaç yıldır sinemayla ilgileniyorsunuz?

Çiçeği burnunda sinemacıyım. Şiirde manifestosunu yazdığım görsel imgenin, imge sinemasına uyumluluk testlerini yapıyorum. Kendi sinema dilimizin peşindeyim. Geçen sene Faroz’da  birkaç gönüllü oyuncu ile çektiğim Mum filminde yapımcılık, senaristlik, yönetmenlik, kameramanlık, ışık, ses, kurgu (montaj) deneyimim oldu. Deneme yanılma yöntemiyle gerilla sineması yapıyorum. İki senede farklı temalarda on dokuz bölüm belgesel bitirdim. İlk belgeselim  Viya Boyle Faroz Günlüğü bu yıl çeşitli festivallerde gösterildi. TRT, Zamanı Öğüten Taşlar belgeselimi kabul etti, birinci bölümün kurgusunu bitirdim.

Tavsiyeyle kitap edinen okur pasif tüketici haline geldi

- Son romanınızı 2005’te yayınladınız. 2013’ün A.H.Tanpınar ödülünü de aldınız.  İki öykü ve  “Cabulka” ile roman ödülünüz daha var. Türk roman ve öyküsünün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şiir disiplininden geldiğim için olacak, roman-öykü metinlerinde zor ve seçiciyim. Okuyucu üzerinde baskı kurularak sıradan romanlara, ‘başyapıt’ hırkası giydirilip okuma bilincinin dibe çekildiğini görüyoruz. Okuyacağı kitabı tavsiyelerle edinen okur pasif tüketici haline geldi. Kitap vitrin aksesuarı olarak görülüyor. Yüz binlerle satıldığı iddia edilen romanların okunma oranı trajikomik. Şiirden hep korktum. Şiirde ödülsüz kimse kalmadı. Zoraki ödül müesseseleri bu işin cılkını çıkardı. Ödül mutfağında  seçiciliği belagat fukarası akademisyenlere yaptırıyorlar.