En sevdiğim adıyla Darülbedayi yani “Güzellikler Evi” caddesinde bulunan iki güzide kültür mekânımız Cemal Reşit Rey Konser Salonu (CRR) Huzur Sokağı’nın, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi Ateşli Sabır (Postacı) isimli oyunun galasına ev sahipliği yaptı.
Elbette İstanbul Temaşa Tiyatrosu ile yüz yıllık İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu kafa kafaya getirip, gencecik arkadaşların heyecanına gölge düşürecek değilim. Böylesi insafın da sınırlarını zorlar. Lakin hayatın garip bir tecellisi işte ki, Huzur Sokağı Darülbedayi Caddesi’ne taşmış, “Postacı”, uzak bir ülkeden, Şili’den mektuplar getiriyor. Bir yerde Şule Yüksel Şenler’in aynı adlı romanından Firuz Erkam’ın sahneye uyarladığı, Kaan Basmacıoğlu’nun yönettiği Huzur Sokağı; öte yanda Antonio Skarmeta’nın yazdığı Ragıp Yavuz’un yönettiği Şilili yazar Pablo Neruda’nın Kara Ada’da yaşadığı günlerin anlatıldığı bir oyun...
‘Aynı’lıklar ve ‘ayrı’lıklar...
Aslında her iki oyunun konusunun geçtiği zaman aralığı, aynı... Belki biraz daha zorlasak, başka “aynı”lıklar da bulmak mümkündür... Peki nasıl oluyor da benim şu nakıs gözlerim, her iki “aynı”lıktan bir “ayrı”lık çıkarmaya yelteniyor. Neden birinde hayranlık, diğerinde kekremsi bir tad... Ve neden, kimi aforizmalar, günün sonunda üşüşüyor unutkan belleğime: “Sanat, estetiktir!..” Ve “dil”dir, mesafeleri uzatan ya da yakın kılan...
Hayatın da sanatın da ironisinin müşterisiyim. Hayatın ironi aynasında, o gün Darülbedayi caddesinde, “güzel ve yalnız ülkemin” ayrıksılığını, kültürel farklılaşmasını gördüm bir kez daha. Belki de Huzur Sokağı’nı bugün hala “diri” tutan duygunun, bu “yabancılık” olduğunu hissettim. Huzur Sokağı oyunu dil olarak, 1960’larda kalmış, seyirci adeta “80’ler dizisi” efektiyle izliyor. Ancak sağlam bir dramaturji çalışmasından yoksun olduğundan, dil ve ilişkiler, günümüz seyircisi için fazlasıyla nostaljik kalıyor. Dekor, CRR dikkate alındığından fazlasıyla küçük kalmış. Ancak genel olarak da başarılı olduğunu söyleyemem. Oyunculuklar klişe ve iç yönelimlerden uzak, kostümler fazlasıyla baştan savma görüntüsü verdi. Ateşli Sabır ise, dekoru, kostümü, müziği, oyunculukları ve rejisiyle bütünlüklü bir oyunun nasıl olabileceğine dair güzel bir örnekti. Belki koreografiye bir küçük şerh düşebilirim. Mert Turak, Postacı’yı gerçekten seyirciye sevdirdi; Levent Öktem, Pablo Neruda ile arasındaki mesafeyi yok etti. İstanbul Temaşa Tiyatrosu’nun genç ekibinin gayretlerini biliyorum. Gerçekten canlarını dişlerine takarak, fazla “özel” olmadan, özel bir tiyatro kurmanın zorluklarını göğüslediler. Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı isimli oyununu sahneye taşıyarak hem bir vefa duygusu gösterdiler hem de “güzel”i umarak yola çıktılar.
Gayretler tebrike şâyan
Kendilerini gayretlerinden ötürü tebrik ediyorum... Eleştirileri yedeklerine alıp, daha bir azimle yola devam edecek delişmenlikleri var, biliyorum. Şunu bilmeliler ki, sağlam bir “statik” üzerine kurulabilir ancak sağlam bir “estetik”... Darülbedayi Caddesi’nin ya da Huzur Sokağı’nın, Cemal Reşit Rey’in ya da Harbiye Muhsin Ertuğrul’un, Şili’nin ya da Şile’nin, her ne ise farklı mekânların, ortak hikâyelerinin olabileceğini biliyorum. Her iki oyunu peş peşe seyredin, öneriyorum.