Yazar, eleştirmen ve akademisyen Turan Karataş, bu kez çeşitli yayın organlarının kendisiyle yaptığı söyleşileri topladığı bir çalışmayla çıkıyor karşımıza. ‘Söyleşiler’ adlı kitap şairi, şiiri yaşatan, Yunus Emre’den günümüze kadar bir edebiyat şöleni armağan ediyor okuyucuya. Kitapta kimlerin adı anılmıyor ki! Fuzuli, Şeyh Galip, Nedim, Sezai Karakoç, Mehmet Akif Ersoy, Atilla İlhan, Cahit Külebi, Tahsin Yücel, Tugut Uyar, Ahmet Hamdi Tanpınar, İsmet Özel, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, İmam Rabbani... Şaire, şiire, edebiyata, kuramlara, eleştirmenlere dair pek çok anekdotu açık yüreklilikle ve ilmiyle ortaya koyuyor Karataş. Her satırı ayrı bir deryaya akan Karataş’a göre Yunus hayatın piri, Baki göz kamaştırıcı, Necati bilge, Ahmet Haşim, Mehmet Akif Ersoy ile Yahya Kemal elmas bir yüzükte birbirinden parlak üç yakut.
Söyleşiler’de bu kez yazar Karataş, bir özne olarak ele alınıyor; üzerine düşünülmesi, konuşulması, kritik yapılması gereken bir değer olarak... Çünkü şair ve şiir üzerine fikir beyan edebilmek, sanata, sosyolojiye, felsefeye, siyasete dair kuramlar yelpazesini bilmekten geçiyor. Yazar Karataş, bugüne kadar ortaya koyduğu eserlerle bu birikimi edebiyat dünyasına aktarabilen nadir eleştirmenlerden. Üstelik, kendi beğeni, birikim, sezgi ve insafına güvenen bir eleştirmen. Karataş’a göre “Şiire bilgiyle ulaşılamayan bir yer var. Oraya ancak sezgiyle ulaşılır. Gerisi laf u güzar”
Şairin nabzı dizelerde atar
Edebiyat Ortamı Yayınları’ndan çıkan kitapta, Karataş’ın eserlerini hazırlarken şiiri, şairi ve dönemini nasıl sabırla incelediğini ve sağlam bir üslupla işlediğini öğreniyoruz. Belki de bu yoğrulmuşluğun sonucunda “Şairlerden çok, vazgeçemeyeceğimiz şiirler vardır” diyor Karataş. Şiiri şairin önüne koyarken, bunu bir yöntem olarak belirlediği, “Sanatkarın eserinden beslenmek en doğru yoldur” sözlerinden anlaşılıyor. Ancak şiir üzerine yazarken nesnel olmaya gayret ettiğini, bunun üzerine uzun uzun düşündüğünü anlıyoruz. Göreceliği ise heveskarların sığındığı bir tuzak olarak görüyor Karataş. Eserlerinde göreceliliğin tuzağına düşmemek için geniş çaplı araştırmalar yapan Karataş, şiirin sadece bir metin olarak değil, bir bakıma “eti-kemiği olan, yaşayan, her dizesinde şairinin nabzını atan bir eser.” olarak görüyor.
Söyleşilerde Karataş’ın hayatıyla ilgili pek çok bilgi de ediniyoruz. Karataş, kendisini edebiyata yönelten hikayeyi şu satırlar anlatıyor: “Oyuncaklarımı kendim yaptım, bu belki bizi yaratıcılığa götürdü ama mutlu çocuklar değildik” diyor. Devam eden bu boşluğu gençlik yıllarında “Her yatılının dünyasında gizemli, tatmin olmamış bir bölge vardır sanki” sözleriyle tanımlıyor. Küçük bir şehir olan Tokat’ta geçen 15 yıllık akademisyenlik hayatı ise dönüm noktası oluyor. Edebiyata olan ilgisinin beslendiği bu süreci ise “Küçük bir şehirde tam 15 yıl kalmak. Kurumamak, ufuksuz kalmamak için kitaplara tutunuyorum, birde yazıya.” diyor. 25 yıldır şiirin peşinde olduğunu aktaran Karataş’ın kendisinin de bir dönem şiir yazdığını, iyi şiirleri gördükçe aslından yazdıklarının şiir olmadığını düşündüğünüzü öğreniyoruz.