Nazım Hikmet’in ilk mahpusluğu: Hopa günleri
ABONE OL
Nâzım Hikmet Ran, 56 yıl önce bugün, 3 Haziran 1963’te hayata gözlerini yumdu. 61 yıllık ömrünün 17 yılını hapiste geçiren Nâzım Hikmet, ilk olarak 1928’de Artvin’in Hopa ilçesinde hapse girmişti. İşte, “komünistlik propagandası ve teşkilatlanması yapmak suretiyle hükümet şeklini değiştirmek” suçundan gıyabından yargılanarak 15 yıl kürek cezasına çarptırılan Nâzım Hikmet’in ülkeye kaçak yollarla girdiği Hopa’da hapse atılmasının hikayesi…
 
BBC Türkçe’de yer alan habere göre 1925’te Ankara İstiklal Mahkemesi’nde “komünistlik” dolayısıyla 15 yıl kürek cezasına çarptırılan Nâzım Hikmet, bir başka davadan da üç ay hüküm giymişti.
 
Her yerde aranan Nâzım Hikmet, Sovyetler Birliği’ne kaçmıştı. Hükümetin 1926’da değiştirdiği Ceza Yasası kapsamında Nâzım’ın 15 yıllık kürek cezası bir yıllık hapis cezasına düşmüştü. Nâzım Hikmet, Hopa olayının başlangıcını, 5 Ekim 1928 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şu sözlerle anlatıyordu:
 
“Buradaki gıyabi mahkumiyetlerimi temize çıkarmak için geldim. Memlekete hareketten önce resmen sefarete müracaat ettim. Bir buçuk sene bekledim. Hiçbir cevap çıkmadı. Bunun üzerine herçibadabad (ne olursa olsun) gelmeye karar verdim. Hopa'da bizi yakaladılar...”
 
Artvin’in Hopa ilçesinde yakalanan Nâzım Hikmet yalnız değildi. Daha sonraları Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) Genel Sekreteri olacak olan “Laz” lakaplı İsmail Bilen’le birlikteydi.
 
1923 yılından beri TKP üyesi olan Nâzım Hikmet, partisinin “yurt dışındaki partililerin yurda dönmesi kararı” çerçevesinde hareket etmişti; fakat beklendiği üzere, bu karardan muhtemelen devlet de haberdardı.
 
 
NÂZIM HİKMET NASIL YAKALANDI?
 
Temmuz 1928 sonlarında Sovyetler Birliği/Gürcistan sınırından kaçak olarak Türkiye’ye giren Nâzım Hikmet ve İsmail Bilen, Borçka’ya bağlı Maçahel’den sınırı geçtiler. Borçka’ya ulaşan Nâzım ve İsmail, buradan Murgul’a doğru devam ettiler.
 
Murgul’a giden yoldaki köyleri Hopa sahilindeki iki köye bağlayan patikalardan birine giren Nâzım Hikmet ve İsmail Bilen, Hopa’nın Peronit (Çamlıköy) köyüne indiler.
 
Asıl amaçları Hopa’ya ulaşarak oradan vapurla İstanbul’a geçmek olan Nâzım ile İsmail, yürüyerek vardıkları Peronit’te Piroğlu Mustafa’nın kahvehanesine yöneldiler. Burada başlayan kahve muhabbetine katılanlardan biri olan Sabri Çiçek, yakalanma hikâyesinin de anlatanı konumunda bulunuyor.
 
O dönemde özellikle sınır bölgelerinde yaşanan şüpheli durumları emniyet teşkilatına bildiren gönüllü muhbirler bulunuyordu. Uyanık bir genç olan Sabri Çiçek de onlardan biriydi. Sabri Çiçek; Nâzım ile İsmail’e ilişkin ilk izlenimlerini, “Davranışları ve sorduğumuz sorulara verdikleri cevaplar, beni tedirgin etti.” sözleriyle ifade etmişti.
 
Nâzım Hikmet ve İsmail Bilen’in bir şey sakladıklarını ele veren çok vahim bir hata yaptıklarını söyleyen Sabri Çiçek, şunları kaydetmişti:
 
“Vapurla Pazar’a geldiklerini söylüyorlardı. Halbuki vapur Pazar’a uğramaz. Bindikleri vapurun adını bile bilmiyorlardı. Şüphelendim, nüfus kağıtlarını göstermelerini istedim. Biri Artvin'in Yusufeli ilçesinin Barhal nahiyesinden verilmiş görünüyordu. Öbürü ise Artvin'in Borçka ilçesinin Maçahel köyünden. İsimleri hatırlayamıyorum. Galiba İsmail Bilen'in adı Yusuf olarak geçiyordu.”
 
Apar topar Peronit’teki Gümrük Muhafaza Memurluğuna giderek durumu bildiren Sabri Çiçek, daha sonra Piroğlu Mustafa’nın kahvehanesine dönmüştü. Yaşananlardan kuşkulanan tek kişi Sabri değildi tabii ki. Nâzım ile İsmail de bu sorgudan ve Sabri Çiçek’in bir yere gidip gelişinden kuşkulanmıştı.
 
Kısa süre sonra muhafazalar ve jandarmalar kahvehaneye geldi. Nâzım Hikmet ile İsmail Bilen’in üst aramasında dürbün, fotoğraf makinesi, harita ve eski yazıyla yazılmış bir defter buldular.
 
 
“BİLSEYDİM YAKALATMAZDIM”
 
Parmağını Sabri Çiçek’e doğru sallayan Nâzım Hikmet, “Tüccar, tüccar! Bizi sen yakalattın.” demişti. Sabri Çiçek de, diğer köylüler de yakalattıkları kişinin kim olduklarını bilmiyorlardı. Daha sonradan yaşananları aktaran Sabri Çiçek, “Bilseydim yakalatmazdım.” demişti.
 
Peronit’te bir kayığa bindirilen Nâzım Hikmet ve İsmail Bilen, Hopa’ya götürüldü. Birkaç günün ardından kasabaya inen Sabri Çiçek, nezarethanede Nâzım Hikmet’le karşılaştığı anları, şu satırlarla anlatıyordu:
 
“Gün sizindir çocuklar / Eğlenin, eğlenin, diye yanındakilere şiir okuyordu. Birden beni gördü, durdu. ‘İhtilal olunca ben de Peronit'i yakacağım, yakacağım’ diye seslendi gülerek. Bu sözlerinde sevecenlik vardı. Ben de ‘İyi yaparsın’ dedim. Güldü.”
 
 
HOPA SORGU YARGICI, İDAM İSTEDİ
 
Net bir bilgi olmaksızın Nâzım Hikmet’in bir ay kadar Hopa’da kaldığı düşünülüyor. Hopa Sorgu Yargıçlığı, sınırı kaçak geçmenin ve sahte kimlik taşımanın yanı sıra Ceza Kanunu’nun 146’ncı maddesinden, yani anayasayı tağyir ve tebdille suçlayarak idam talep ediyordu.
 
Suçlamanın ağırlığından dolayı söz konusu dava, ağır ceza mahkemesinde görülmeliydi. Bunların en yakını ise Rize’de bulunuyordu. Burada görülen dava sonucunda Nâzım Hikmet ve İsmail Bilen, 146’ncı maddeden beraat ettiler. Sınırı kaçak geçmek ve sahte kimlik kullanmaktan üç gün hapis cezası aldılar.
 
Rize mahkemesi, söz konusu evrakı, Nâzım Hikmet’in İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde gıyaben yargılandığı diğer dava evrakıyla beraber görülmek üzere İstanbul’a yolladı. Böylece Nâzım Hikmet ve İsmail Bilen, 4 Ekim 1928 tarihinde kelepçeli olarak İstanbul’a ulaştı.