Türk solu postalcı
ABONE OL

Şair-yazar İzzet Yaşar: Türkiye’de kendine sol diyen hareketler, her zaman halkı küçümseyen, demokrasiyi iplemeyen, darbelerden medet uman hareketler oldular. Sol, işçi sınıfından kaynaklanmadığı için doğrudan işe postal giyerek başlıyorlar.

Toplu öyküleri ‘Camdan Mezbahalar’ adıyla geçen yıl Yitik Ülke yayınlarından çıkan İzzet Yasar’ın toplu şiirleri de 160. Kilometre’den sırasıyla çıkıyor: Bugüne kadar ilk üç kitabı okura sunuldu. Gezi sürecinde özellikle attığı twitlerle dikkati üzerine çeken ve ölçüsüz bir mahalle baskısına maruz kalan İzzet Yasar ile şiirden, öyküden, sinemadan, baskıcı sanat gettosundan ve başka şeylerden konuştuk.

Toplu öyküleriniz ‘Camdan Mezbahalar’ adıyla Yitik Ülke yayınlarınca geçen sene çıktı… Öyküleriniz için ‘dünya standartlarında’ deniliyor?

O laf sağolsun Demir Özlü'nün. Satışa faydası olur diye arka kapağa koyduk. Ben masumum.

Önümüzdeki aylarda/yıllarda şiirleriniz için de ‘toplum basım’ olacak mı?

160. Kilometrebütün şiir kitaplarımı tek tek yeniden basmak için benimle kontrat imzaladı. İlk üçü yayımlandı zaten.

Öykü ve şiirleriniz dışında sinema yazılarınızın derlendiği Balta/zar ve senaryo çalışmalarınızın derlendiği 160. Kilometre'den yeni çıkmış olan Esther Kyra var… Sinema ile de ilişkiniz sıkı…

Şöyle anlatmaya çalışayım: Ben şiiri bir edebî tür olarak görmüyorum. Şiir bence her türlü sanat pratiğinin belli bir “hal”ine tekabül ediyor. Sinema da bu pratiklerden biri. Öyle filmler vardır ki, planların birbirine bağlanışını – ya da bağlanmayışını – şiir okur gibi okursunuz, konuyu entrikayı falan unutup bir şiirden tad alır gibi tad alırsınız o filmden. Sinemaya böyle bakıyorum. Kalem kamera gibi kullanılamıyor ama kamera kalem gibi kullanılabiliyor. Dreyer, Bresson, Ozu, De Sica, Hitchcock, Godard, Tsai Ming Liang, Nuri Bilge Ceylan... uzar daha bu liste. Onlar şiir yazar gibi film çekiyorlar. Tabii mesele para bulmakta. Ben de senaryolarımı film yapma konusunda umutsuzluğa düştüğüm anda kitap olarak yayımlamaya razı oldum zaten. Sinema zor iş. Hem sanatçı, hem iş adamı, hem matador olmak gerekiyor aynı anda.

Dördüncü soruya geldik. Malum, sanatçılarla yapılan röportajlarda dördüncü soruya gelindiğinde sorulan artık klasikleşmiş bir soru var: ‘Gezi sizin için ne ifade ediyor?’… Aynı soruyu ben size sorayım: Gezi İzzet Yasar için ne ifade ediyor?

Planlı bir “paralel devlet” operasyonuyla bir çevre eylemi bir kitle kalkışmasına dönüştü. Çadır yaktılar, kafaya sıktılar, arkası geldi. Bir anda evimin önünden devrimci marşları ve milliyetçi marşları art arda söyleyerek geçen kalabalıklar gördüm. İçinde başörtülü kadın var diye bir otomobilin üstünde tepindiklerini gördüm. Her yeri yakıp yıktıklarını gördüm. Oysa Gezi Dayanışması bir ilke imza atmıştı. Devlet ilk defa çapulcu dedikleriyle aynı masaya oturmuştu. Katılımcı demokrasiye doğru bir adım atılmıştı. Yarın kim iktidar olursa olsun bu ilk adım bir kazanım olarak kalacaktı. Ama eylemciler talepleri konusunda üç kere çark ettiler. Sonunda talep olarak "Minareden at beni, in aşağı tut beni" dediler. Seçilmiş hükûmeti sıkıyönetime mecbur etmeye çalışıyorlardı. Oyumu çalmak istiyorlardı. O zaman oyumu korumak için klavye başına geçtim. Tabii sonra mahalleden tepkiler gelmeye başladı. Bir devrimci sinemacı ecdadımla cima etmek istedi. Bir genç şair, Bizi utandırıyorsun, dedi. Utananlar kim, kimler adına konuşuyor, belli değil. Oysa en azından son iki kitabımdaki şiirlerden yola çıkarak ya beni yıllar önce aforoz etmeleri gerekirdi ya da Gezi sırasındaki tweetlerime şaşırmamaları.

Gezi bütün sanatçılar için ‘olumlu’ şeyler ifade etmeli mi? Bu ‘kutsanmış kesinlik’in sanat ile ne alakası olabilir?

Park'a bakıp Kitap'ı gören bir çeşit sınıf tahlili fukarası "solculuk" söz konusu. İkinci Yeni'yi burjuva şiiri diye küçümseyenlerin sırt çantalı torunları. Bir zamanlar benim de büyüsüne kapıldığım marksist metafiziğin, o "tarihî haklılık" denen şeyin ve bahanesini onda bulan "haklı şiddet" ideolojisinin bütün sanat faaliyetlerini yargılamaya hakkı olduğu düşüncesini içeren yeni kibirli versiyonu.

Türkiye’de kültürel iktidarın yıkılması, kültür-sanat’ın merkezden çevreye yayılması, sanatın bir ehlileştirme/baskı/ayrıcalık aracı olmaktan çıkarılması gerekiyor, desem katılır mısınız?

Bu zaten olmaya başladı. Merkez, eskinin asık suratlı devlet dairelerine benziyor artık. Oysa çevre cıvıl cıvıl. Taşrada öyle dergiler, fanzinler yayımlanıyor ki bir zamanlar Fransa taşrasında çıkan edebiyat, sinema dergilerini kıskandığımı hatırlayıp gülümsüyorum. Mesela Batman'da çıkan OğlanBizimKızBizim adlı fanzin. Sanki Paris'te çıkıyor mübarek! Anadolu'da Le Poète Travaille diye dergi çıkar mı diyen yerli malı haftası solcuları çatlasın!

Türkiye’de bir ‘Türk solu’ problemi var… Neler söylemek ‘Türk solu’ hakkında.

O kendine “sol” diyen hareketler her zaman Atatürkçü, Stalinci, halkını küçümseyen, demokrasiyi iplemeyen, askerî darbelerden medet uman hareketler olmuştur. Mesela Türkiyeli “solcu”ların büyük çoğunluğunun ikonası Deniz Gezmiş açıkça Atatürkçüdür. Yani Kürt katliamlarını, Yahudi pogromlarını yapan devletin başındaki tek adamın yanındadır. Ermeni Soykırımı, Varlık Vergisi rezaleti, 1964 Rum tehciri gibi konularda kendine “sol” diyen herhangi bir hareketin, partinin söyleminde bir özür, bir tazmin siz gördünüzse söyleyin. Ben hatırlamıyorum. Belki son yıllarda yapmışlardır. Kırk yıllık solcu arkadaşımın, üstelik bu yüzden hapis yatmış, "O Ermeni çocuklar yaşasaydı onlar da babaları gibi bizi arkadan hançerleyeceklerdi" dediğini kulaklarımla duydum ben.

Türkiye’deki sol ile ‘sivillik’ arasındaki uçurumu neye bağlıyorsunuz peki?

Stalinizme bağlıyorum. Sadece Türkiye için de değil ayrıca. Stalin övücüsü Nerudalar, Zavis Kalandra'nın idamını açıkça onaylayan Eluard'lar buralı değildi. Türkiye'nin özelliği, sol işçi sınıfından kaynaklanmadığı için, solcularının da dönek Kautskyleri falan olmadan doğrudan işe postal giyerek başlamaları.

Yazmaya devam ediyor musunuz?

Uzun süredir ne bir şiir ne bir hikâye... Olur bana zaman zaman. Sonra bir gün inmeye başlar, ben de yazmaya başlarım.

Son olarak: Size Ece Ayhan’ı ve Mustafa Irgat’ı sorsam, neler söylersiniz?

Bu şiirde ikisi de var. Başka şey söylemeyeyim müsaadenizle.

MUSTAFASIZ HAYAT

işte sana gözünün hazzı için düşte geriye kaydırma

o kurmaca arzu yönetimdeydi sıkıyönetilmede

baklava dilimi bir ay üstümüze selimiyeden doğardı

operetten bir ayşe cumhuriyeti sabahlara karışan

akşam aşka ıslak ilkel sahnelerde koyardı

kart kurt kar ve kan balesi tam ulusal kutlamalık

kara kökümüzde kötülük göze beyaz ve perdeydi

alan derinliklerimizde goltz paşalar lynch efendiler

ağır ve yan anlamlarıyla o zaman da vardı

sular idaresinin orda sorduğun sille gibi sorunun

tek ve tekinli bir cevabı şimdi da yok

tok ve kof tek bir götgürültüsü beni uyandırmak için

şîrine doğarken dolanan urgandan kurtulmuşsun

nilüfer çiçeğinin içinde boğulmuşsun

bulunç baba çengellerden sen de duyuyor musun

aynam boş suretsiz yaşıyorum

Biancafior, Eylül '98