‘Tutunamayanlar’ı anlayamayanlar!
ABONE OL

Sosyal medya, her kesim ve yaş grubundan insanın rahatlıkla ‘delirebildiği’ bir mecra. Aslında “delirebilmek” biraz yapıştırma bir tabir; zaten hepimiz çoktan delirmişiz de, renk vermiyormuşuz bunca zamandır! Bize “benlik inşası” garabetini paketleyip sunan modern dünya, biz benliğimizi inşa ettiğimizi sandıkça, bizim üzerimize beton dökmeye devam ediyor.

Sosyal medya ve “bizim büyük deliliğimiz” örnekleri elbette oldukça çok. Delilik oranının daha az olmasını beklediğimiz entelektüel ortam ise, tam tersine, delirmemizin en nadide örneklerinin verildiği alan. Eserlerin ve yazarların garip bir şekilde metalaştırılıp, modern benliklerimizde birer süs olarak yer edindiği bir çağdayız.

724 sayfa olan Tutunamayanlar romanını “okuyan” kaç kişi vardır acaba?

 “Küçük burjuva” olabilme hayaliyle her şeyi metalaştıran, metalaştırmakla kalmayıp bunun üzerinden de bir benlik inşa eden modern insanları (başta “yarı aydın” takımı olmak üzere) en çok eleştiren yazarların başında gelir Oğuz Atay. Tehlikeli Oyunlar romanında “Ve önce kelime vardı; sen, önce vitrin vardı dedin. Ben konuşurken vitrini seyretme cüretini gösterdin.” diyerek görselliğin ve görünürlüğün zaferini ironik bir dille anlatmıştı. Ya bu günleri görseydi ne derdi? Artık vitrin de yok, önce “vitrindekiler” var!

Sosyal medyada anlamından kopuk olarak paylaşılan Oğuz Atay alıntıları, kitap-kahve romantizmleri, “Olric” fantezileri... Tüm bunlar yetmiyor gibi Oğuz Atay’lı yüzükler, çantalar, tişörtler... İkinci baskısını ancak 12 sene sonra yapabilme talihsizliğini yaşayan bir roman, neden bu kadar çok baskı yapıyor birdenbire? Okunduğu için değil elbette; modern benliğini yaratan(!) insanlar tarafından bir fetişizim aracı edilerek tüketilip, “varolmanın dayanılmaz hazzı”na erişebilmek için!

Bu akıl tutulması hali sadece kitaplar üzerinden gitse, yine bir nebze bu deliliği görmezden gelerek ergenlik döneminden kurtulacağımızı düşünebiliriz. Fakat Oğuz Atay’ı mezarında bile rahat bırakmıyorlar! Mezarı başında durup Tutunamayanlar okurken fotoğraf çektirenler mi dersiniz, ölüm yıldönümünde küçük not kağıtlarına bir şeyler yazıp mezarına bırakanlar mı...

Kendisini eleştiren yazarı okumadan severek, kendi hakkını kendi veren okur!

Enis Batur, 90’lı yılların sonuna geldiğimizde, “Keyif Tutsağı” okurların peydah olduğundan üzülerek dem vuruyordu. O zamanların keyif düşkünü küçük burjuva (sözde) entelektüel insanları, şimdi “tweet düşkünü” oluverdiler. Sadece edebiyatı değil, maddi manevi tüm kutsal değerleri hiçe saymak pahasına hem de...