Yeni bir klasik: Tanburi Cemil Bey
ABONE OL

Tanburi Cemil Bey’in geleneksel musikiye getirdiği yeniliklerin bir ‘’kırılma’’ mı, ‘’eklemlenme’’ mi olduğu sorusu on yıllardır tartışma konusuyken, kitapta yer alan bildirilerin yaklaşım bütünlüğü, “eklemlenme” ve “tarihsel devamlılık” tezini doğrular nitelikte.

Tanburi Cemil Bey Derneği’nin girişimi ve bir dizi kurumsal ve kişisel desteğin sağlanması sonucu gerçekleştirilmiş olan sempozyum, genellikle bu konularda yaşanan “sıkıntılı” bir durumu çok akılcı bir şekilde aşmayı başarmış; belli bir zümrenin hakimiyetinde “danışıklı dövüş” izlenimi yaratacak biçime uzak kalmış ve alışılageldiği şekliyle müzik tarihi eksenli bir kapsam yerine, sosyal bilimlerin bütünleyici ve disiplinlerarası bakışının imkanlarından sonuna kadar yararlanmayı denemiş.

Bildiri yelpazesi hem renkli, hem de “bilimsel yaklaşım” kaygısını hissettirir nitelikte. Kitabın sonuna, bildirilerin İngilizce özetlerinin konmuş olması da akademik biçime uygun düşüyor. Sempozyuma sunulan 15 bildiriden 12’sini bir araya getiren kitaptaki metinlerin genel olarak iki ana bölüm etrafında toplandıkları söylenebilir: Biyografik, sosyolojik ve tarihi değerlendirmeler ile müzik fiziği ve icra tekniklerini ilgilendiren analizler.

Cem Behar’ın, Cemil Bey’in döneminin tanbur üslubunu kökten değiştirdiğine dair yaygın sözlü ve yazılı ifadeleri, “Ama bunun kanıtı yok, zira sesli kayıtlara dayalı bir karşılaştırma yapamıyoruz… Yaşadığı dönemin başka tanbur ve kemençe üsluplarından günümüze sesli izler gelememiştir çünkü” (13) tespiti, bilimsel ve soğukkanlı yaklaşımın ilk işaret fişeği gibi. Behar, Cemil Bey’in taksimlerinin niteliği, üslubunun kökeni, besteciliği konularında bir dizi silkeleyici soru soruyor.

Peyyamisefa Gülay ve Yusuf İhsan Tökel’in ortak bildirisinde de, yaslandıkları kuramsal şema açısından sağduyulu bir yaklaşım görülüyor: İcra merkezli bir değerlendirme ile Cemil Bey’i milat alma yerine, icrayı, tarihsel devamlılığa eklemlenen unsur olarak tanımlama. Öte yandan, “müzik eseri ile icrası arasındaki ilişki, dilsel bir metin ile yorumu arasındaki ilişkiyle birebir örtüşmemektedir” saptamaları, son yıllarda yapısalcı dilbilim çıkışlı yöntemlerin aşırılıklarına karşı yerinde bir uyarı sayılmalı.

O. Güneş Ayas da, Cemil Bey’i tanbur icrasında bir “devrimci” değil, “geleneksel zihniyete dayanan yenilikçi” olarak tanımlıyor. (45-47)

Okan Murat Öztürk ise, "Yekta-Arel-Ezgi Jön Türk formülasyonu’’na karşı, Garp-Şark temel ayrımlı “Tanburi Cemil Bey Yolu”nun varlığını ileri sürerek, tartışmalı ama ilginç sonuçlara kapı aralıyor: Cemil Bey’in, hatta Osmanlı’nın avam/havas musiki ayrımına uzak oluşu, her iki musikinin de ilkesel bakımdan “ezgi/hava”ya dayalı olması, her iki kesimin de musikiyi “melodi” olarak anlamaları. (74)

Cenk Güray ve Oya Levendoğlu Öner’in bildirileri, Okan Murat Öztürk’ün kuramsal yaklaşımının pratik örneklerini sunuyor. (Zeybekler, “Erzincan’da bir kuş var”, Rum tarzı bir sirto olan ‘’Çeçen kızı’’ vb). “Anadolu’nun ve çevre topraklarının muhtelif noktalarından İstanbul’a taşınmış yerel ezgi kalıplarını büyük bir doğallıkla kendi icra ve bestelerine aksettirmiş, böylelikle klasik geleneğin kendisine sunduğu “makam ve usul”  uygulamalarından sıyrılarak, Anadolu kültürünün çok değişik katmanlarından gelen ve sosyal hayat ile yaşayan müzik kültürünü birebir yansıtan özellikleri müziğinin ve nazariyat anlayışının içine sokmuştur.” (114)

Miltiadis Pappas, Cemil Bey ile kemençeci Vasilaki arasında kapsamlı bir kıyaslama yaptıktan sonra, iki ayrı dünyanın insanı olarak bir araya gelmelerini Osmanlı musikisinin kuvveti ve zenginliğinde bulur:
“Bu ikilinin çaldığı müzik türü, her ne kadar yeniliğe açık olsa da (özellikle saz eserlerinde) eski olan geleneksel müziğin ortaya çıkardığı mistik ve dini bir havaya sahipti” (120)

H. Alper Maral, Cemil Bey’i çok ilginç bir açıdan ele alıyor. Günümüzde  artık kanıksanmış  piyasa-imaj-ikon üçgenini 20. yüzyılın başına götürerek, Caruso, kreisler ve Cemil Bey’i birer “kayıt fenomeni”, “gramofon çağının ikonu” olarak tanımlıyor. Ardından pek de yabana atılamayacak bir soru yazıyor: “ Tanburi Cemil Bey’in mahareti ve benzersizliğine hiç halel getirmeksizin, tüm isteksizliğine rağmen kayıtlarda ısrarla aranan bir müzisyen olmasında, acaba onca müzisyen arasında gayrimüslim kimliği taşımaması, yapımcı firmaların iç piyasada benimsedikleri hedef kitleler için bir yandan da özellikle kollanan bir tercih sebebi olabilir mi?” (141)

Tamer Kütükçü ise, Cemil Bey “yenilik”lerinin izini, onun sözlü eserlerinde sürüyor. 19. Yüzyıl modernleşmesi ile 20. Yüzyıl modernleşmesinin nitelik farkını belirterek, 19. Yüzyılınkinin farklı kültürlere ilgi, merak olduğunu, bu açıdan Cemil Bey’i “şanslı” bulduğunu belirtiyor. Söz konusu yeniliklerin, ki güfte, melodik yapı ve motifler, ritmik yapılar düzleminde ele alıyor, geleneğe zıt olmadığını, tersine, ona eklemlenen “yeni”ler olarak algılanması gerektiğine işaret ediyor.

Emine Bostancı’nın Türk makam müziği saz icracılığında sanatkârların asli görevinin “refakat” olarak tanımlanmış olmasına rağmen, Cemil Bey’in bu alanda, 19. Yüzyıl sonu modernleşmesine uygun olarak, “bireyselleşme ve virtüözite” kavramlarının gündeme gelmesini sağlayan kişi olduğunu belirttiği bildirisi; Deniz Seltuğ’un ses kayıtlarının avantaj ve dezavantajlarını ele aldığı bildiri; Zeynep Ayşe Hatipoğlu – Ozan Baysal’ın yaklaşık dört dakikalık bestenigâr yaylı tanbur ve viyolonsel taksimleri ile ilgili ayrıntılı teknik analizleri içeren bildirileri; Aslıhan Eruzun Özel – Orçun Güneşer’in, kemençenin kayıt tarihimizdeki tınısal yelpazesine spektrum analizi yöntemini kullanarak genel bir bakış sunmaları bildirileri; Yelda Özgen Öztürk’ün Cemil Bey’in viyolonsel taksimlerinde kullandığı tekniklere yönelik analizi ile bu alanda oluşan ekolün viyolonsele kazandırdığı teknik ve artistik değerleri tespit eden bildirisi, kitabı zenginleştiren diğer yazılar.

Küre Yayınlarının çıkardığı bu eserin, Tanburi Cemil Bey konusunda şimdiden “klasik” sıfatını hak ettiğini söylemek asla abartılı bir değerlendirme sayılmamalıdır.

TANBURİ CEMİL BEY-Sempozyum Bildirileri, Haz: Hasan Baran Fırat-Zeynep Yıldız Abbasoğlu, KÜRE YAYINLARI,2017,268 S.