''Adımı Türkan Şoray'dan aldım''
ABONE OL
Şoray Uzun’u bir de sizden dinleyelim.

45 yaşında bir adamdır. Allah’ın kuludur Şoray Uzun. Bulgaristan’da doğdum. Adana’da büyüdüm. Evliyim, iki erkek çocuğum var. Gazetecilik kökenliyim. Oyunculuğa da tiyatroda başladım. Amatörlük kısmım biraz çabuk geçti tiyatroda. Çabuk profesyonel oldum. Usta-çırak ilişkisiyle yetişmiş bir adamım ben.



“Şoray” ilginç bir isim. Hikayesi var mı isminizin?

Hikayesi var. Türkan Şoray’dan geliyor ismim. Annem bana hamileyken, babam Türkan Şoray’ın bir filmini izlemiş. “Kızım olursa adını Türkan, oğlum olursa da Şoray koyacağım.” demiş. Şoray’ın telaffuzu muhacir ailelerde kolay olmadığı için, “Şuray” derlerdi bana. Nüfus cüzdanımda da “Şuray” adım hatta.



Çocukluğunuzun bir kısmı Bulgaristan’da geçmiş. O dönemlerden hafızanızda neler kaldı?

5 yaşındayken göç ettik Bulgaristan’dan. Babam beni Nazif dedemin kabrine götürmüştü. Orada Todor Jivkov zamanında ay-yıldızlı, Arapça yazılar olan mezar taşlarının Bulgarlar tarafından kırıldığını hatırlıyorum. Sünnetimi hatırlıyorum bir de. Çünkü sünnet yasaktı. Bir babanın evladını sünnet ettirirken yakalanması, babanın 2 yıl hapsine neden oluyordu. O yüzden bu işler kaçak yapılıyordu. Ben de babamın haberi olmadan anneannem tarafından sünnet ettirildim. Bunlar hep Bulgarların bize bir dönem uyguladığı işkencelerden.

Çok kar yağardı oralara. Ben Türkçe bilmiyordum bir de Adana’ya geldiğimde yaşadım bunun sıkıntısını. Türkçe’yi Türkiye’de öğrendim. O yüzden Bulgar şivesi kalmadı bende. Bulgaristan’da öğrenseydim şiveli olurdu Türkçem muhtemelen. 1985’te teğet geçtik Bulgaristan’dan. Babam tır şoförüydü ve Üniversiteyi kazandığım için İtalya’ya giderken beni de yanında götürdü. “İtalya Turu” değil de “İtalya Tırı” oldu bizimki.



Kurtlar Vadisi’nin olmadığı dönemlerde raconu siz kesiyordunuz Kültigin abi karakteriyle. Bu karakter hakkında neler söylemek istersiniz?

İkisi aynı şey değil bence. Kurtlar Vadisi, toplumun moralini yüksek tutmak üzerinden gidiyor. Bunu şöyle somutlayabilirim; Amerika Vietnam’la bir savaşa girdi ve kaybetti. Fakat Rambo ile meydanda kaybettiği savaşı beyazperde de geri kazandı. Bizim kafamıza Amerikan askerleri Erbil’de çuval geçirdi. Biz onların kafasına çuval geçiremedik ama sanal bir karakterle, Polat Alemdar’la intikamımızı aldık. Halkın morali yükseldi böylelikle. Toplumsal moral ve motivasyon için olması gereken şeyler bunlar. Ben öyle düşünüyorum. Zaten izlenme oranları da onu gösteriyor. Kültigin ise biraz daha farklıydı. Çünkü Kaygısızlar bir mizah dizisiydi. Ama racon kesme konusuna katılıyorum. Kültigin karakteri de iyi racon kesiyordu. Adana’da Yavuzlar Mahallesi’nde yetişmiş biri olarak, benim çocukluğum da hep Kültiginler arasında geçti zaten. Bu karaktere çok yabancı değildim. Hiç zorlanmadım hatta. Adana’da ben de küçük çaplı bir Kültigin’dim. Kültigin sanal bir karakter sonuçta gerçek hayatta çok karşılığı yok ama ben yansımalarıyla karşılaştım.



Televizyon sektörünün içinde olmaktan memnun musunuz? Oyuncu olmasaydınız ne olmak isterdiniz mesela?

“Oyuncu olmasaydım şunu olmak isterdim.” diyebileceğim bir meslek yok. Cervantes Don Kişot’a şunu demiş: “Oyunculuk öyle bir şeydir ki, bir gün kralsınız, ertesi gün dilenci. Bir gün terk edilmiş bir aşık, ertesi gün melankolinin içerisinde bir adam. Daha sonra da dayanılmaz çekici bir adam.” Oyuncuysanız birçok şey olabiliyorsunuz.



Bir süre Hürriyet Gazetesi’nde polis muhabirliği yapmışsınız. Bu süreç nasıldı?

Kısa bir dönemdi o. Orhan Can vardı. Aramızda ilk o işe girmişti ve staj yapıyor diye bütün çömezleri yanına alıyordu. Öylelikle yaptım polis muhabirliği. Ama beceremedim polis muhabirliğini. Çünkü hakikatten “acar muhabir” derler ya öyle bu iş. Bir sürü haber atlatmanız lazım. Orası ciddi kurtlar sofrası. Oradaki haberler bizim gibi çömezlere kalmayacak kadar değerliydi. Biz en fazla o haberin akbabalığını yapıyorduk. Löp etler gitmiş, aslanlar haberi almış oluyor. Siz de gelip çöp karıştırıyorsunuz ve bu çöplerden haber çıkmıyor. Bir süre devam etseydim ben de haberlerin aslan payını alır mıydım? Bunu bilmiyorum.


Bunların dışında bir de badigartlık yapmışsınız. Anınız var mı bu döneme ait?

Alışveriş merkezinde güvenlik görevlisiydim o dönem. Rahmetli Barış Manço gelmişti. Şef de Barış Manço’yla ilgilenmemi istemişti. Oku Bakayım Ayı’nın klibi çekiliyordu o dönem. Ben de yardımcı oldum. İstanbul trafiğinde klip çekilirken araçları durduran, güvenlik sağlayan bendim. Bu benim için güzel bir anı oldu.



Şoray Uzun Yolda, Şoray’ın Altın Günü, Evlere Şenlik gibi programlar yaptınız. Oyunculuk mu sunuculuk mu diye sorsak?

Oyunculuk derim. Çünkü sunuculukta rol bir yere kadar oluyor. Sunucunun net bir rolü yok. Çok başarılı bir sunucuyu taklit etmeniz gerekiyor. Sunuculuk bu yüzden zorlandığım bir şey benim. Oyunculuk ise her zaman önceliğimdir ve severek yaparım.



Şu anda da Türkiye’nin en çok izlenen dizisi Seksenler’de oynuyorsunuz. Seksenler bir dönem dizisi. Bir dönemi anlatmanın zorlukları ya da güzellikleri neler?

Keyifli noktaları var. Ben o yıllarda 12 - 13 yaşlarındaydım. Seksenler’i çektiğimiz ilk yer, benim seksenli yıllarda gittiğim ortaokula çok yakın. İlk 20 bölümü falan orada çektik. Evden işe giderken sanki seksenli yıllarda yaşıyormuşum gibiydi. Tekrar o dönemin kıyafetleri, o dönemin havası. Dönem dizisi çekmenin en büyük zorluğu ise obje bulmak. Biz maalesef eskilere sahip çıkan bir toplum değiliz. İsviçre’de evlerin ortalama ömrü 150 yıl. Bizde ortalama 40 yıl. Biz her şeyi çok çabuk tüketiyoruz.


İnsanlar size büyük sempati duyuyor. Neye bağlıyorsunuz bunu?

O insanların güzelliği. Ben onlardan biriyim. Biz çok uzak değiliz ki halkla. Aralarından geliyorum aslında. Onlardan tek farkım periyodik olarak ekranda görünmem. Sanat dallarından biriyle uğraşan bir adam profilim de olmadı benim hiç. Dostoyevski den oturup sabaha kadar konuşabilirim arkadaşlarımla da bunun gündelik hayatta bir karşılığı yok.



KEHKEŞAN DERGİ