Mesut Yar'dan ilginç açıklamalar
ABONE OL
Mesut Yar’ı sizden dinleyebilir miyiz?

İstanbul’da doğdum. Arkeoloji okuyup bu alanda yüksek lisans, İktisat’ta da doktora yaptım. 1985’te gazeteciliğe, 1992’de de arka planda televizyon işine başladım. Ekrana ise ilk kez 1994 yılında çıktım. O günden beri hem televizyonun arka kısmında hem de ekrandayım. Televizyonculukta genel müdürlüğe kadar her şeyi yaptım. Meslekte yapmadığım iş var mı diye düşünüyorum da sanırım hepsini yapmışım. Bu süreçte bir sürü şey biriktirdim. Şu an hem Posta Gazetesi’nde yazıyorum hem de belgesel yapmakla uğraşıyorum.

Arkeoloji okudunuz fakat gazetecilik mesleğine geçiş yaptınız. Peki nasıl oldu bu?

Üniversitedeyken harçlarımızı ödemek, biraz da harçlık çıkarmak için Murat Sabuncuoğlu’yla beraber Hürriyet’te işe başladık. Güner Ümit’le yaptığım bir röportaj gazeteciliğe geçmemde etkili oldu. Daha sonra televizyonculukta yöneticilik dönemlerim başladı ve Kanal E’yi kurduk. Hemen hemen Türkiye’nin bütün kanallarında çalıştım. İçlerinde benim için en önemli olan HBB ve Star TV’ydi, oraları atölye olarak kullandım. Sonrasında haber programları geldi ve Kanal 6 ile Star’da bir dönem Ana Haber sundum. O da açıkçası çok hoşuma gitmedi.

Mesut Yar yaramaz bir çocuk muydu?

Abimin tabiriyle saksı gibi, konduğu yerde kalan bir çocukmuşum. Tek şanssızlığım annemi ve babamı çok erken yaşta kaybetmem oldu. Babamı 4 yaşında kaybettim. Annem benim 20’mi göremeden vefat etti. Gençliğimde bir sürü şeyi denedim. Belki kaportacı olurum diye meslek lisesinde motor bölümü okudum. Hep yırtma üzerine bir hayat tarzım oldu. Çocukluğum çok eğlenceliydi, çünkü mahalle kültürü güzeldi. Öncelikle herkes herkesle dosttu. Ermeni’si, Rum’u, Latin’i, Bulgar’ı, Türk’ü… Kültürün renkliliğini, insan kalabalığını düşündüğünüzde çok eğlenceli bir çocukluktu.

Gazeteci olmasaydınız hangi mesleği yapardınız?

Arkeolojiyle uğraşırdım, çünkü o işi çok kafaya takmıştım. Bir de bu alanda iyiydim. Meslekte kalan arkadaşlarımın çoğunlu ya kürsü başkanı ya da profesör oldu. Bu işi çoğundan iyi yapabileceğimi biliyorum ama ben pek meslek adamı değilim. Bir de bizim biraz tarih algımızı değiştirmemiz gerek. Anadolu dışında 20 bin yıllık kesintisiz bir medeniyet hayatı başka bir toprak parçasında yok. Bu anlamda arkeoloji gelecek için müthiş bir meslek, fakat biz tarihi sadece Cumhuriyet ve Osmanlı’dan ibaret sanıyoruz.

Arkeoloji okumak istediğinizde çevrenizden ne tür tepkiler aldınız?

Anneannem bana direkt “mezarcı” demişti ve beni hep mezarcı olarak bildi.

Peki başka hangi alanlara yatkınsınız? Müzik aleti çalıyor musunuz mesela?

Devlet Operası’nda iki yıl korist olarak çalıştım. Müziğe çok yatkınım ama bir enstrüman çalmam. Sadece arada darbuka çalarım, o da mahalle kültüründen geliyor. Bizim mahallede hafta sonları evlerde toplanılırdı ve herkes en az bir enstrüman çalmayı bilirdi. Benim elime de darbuka verirlerdi. Türk müziği ile ilgili geniş bir repertuar yaptım daha sonra onu operaya çevirdim.

Biz sizi Uyan Türkiye’yle tanıdık. En çok hangi programla çıkış yaptığınızı düşünüyorsunuz?

Benim asıl çıkış programım HBB’de yayınlanan 10’da 10’dur. Benim mizahlı sunuşum 10’da 10 ile başladı, kendi zamanının efsane programlarındandı. Daha sonra hayatımda çok önemli yeri olan Gece Hattı’nı yaptım. Uyan Türkiye’de ise çok genç bir kitleyle karşılaştım. Onların dünyasını algılamak çok keyifliydi benim için. Servisçiler, ebeveynler ve dershaneciler nefret ediyordu benden çünkü gençler hep ders kaçırıyordu. Bir ara programı çok politize etmeye çalıştılar. Oysa meselesi sadece kendisiyle olan, gençlerin sorunlarını, sokağın sorunlarını ekrana taşıyan bir programdı. Politikadan uzak durmak için kendi politik kahramanımız Vaadettin’i yaptık. Hatta Vaadettin’in seçim vaatleri birçok parti tarafından kullanıldı.

Burada Laf Çok izleyiciler için alternatif bir program oldu, çünkü artık diğer programlardan sıkılmışlardı. Siz neler düşünüyorsunuz?

Eve, alternatif bir program oldu. Ayrıca kolektif bir program, çünkü bir şovmenin ünü üstünden gitmiyor, herkesin üretebildiği bir oluşum. Bu da samimiyeti getiriyor ve samimiyet her zaman izleyicinin hoşuna gider. Biliyorsunuz program geç saatlerde yayınlanıyor bunun da bazı avantajları olduğunu düşünüyorum. Magazinlerde yer almıyor, sosyal hayat denilen ve merkezinde eğlence olan hayat şeklinden uzak duruyorsunuz. Bu da daha sağlıklı bir yaşam getiriyor. Ayrıca boş vaktim kalmadığı için şuanda daha normal ve iyi işler yaptığım bir hayatım var.

Okan Bayülgen’in tarzı hakkında ne düşünüyorsunuz?

İnsanlar Okan’ın programında ya en tepeye çıkma ya da en aşağıya inme durumunu yaşayabiliyor. Okan’ın müthiş bir zekası var ve zekaya önem verir. Sürekli çalışır ve kendini geliştirir. Onun programında hiç sorun yaşamadım, çünkü ben de onun kadar fırlamayımdır.

İz TV’deki belgeselinizden bahsetmek ister misiniz? Nasıl gidiyor?

Taş Gaste’yi 13 bölüm olarak çektik, benim çocuğum gibi oldu o yüzden bu konuda çok hassasım. Bir gazeteci ve bir arkeloğun iç çatışmasından doğan fantastik bir belgesel. İz TV’nin çok hoş ve belgeselden çok iyi anlayan bir izleyici kitlesi var. CNN Türk belgeseli istedi, vermedim çünkü burada karşılığını bulacağına inanmıyorum.

Şu anda yeni bir belgesel projesi var mı peki?

TRT Okul için bir fantastik belgesel hazırlıyoruz. Benim işim fantastik belgesellerle. Çok fazla yazılı kaynaklara dayanıp belgesel yapmak yerine, bir parelel evren oluşturup, orada işler nasıl yürürdü üzerinden gitmekten hoşlanıyorum. Bu düşünceyle Berat Yenilmez’le Krallar, Ordular, Kervanlar diye yeni bir belgesel çekiyoruz. Özellikle Samanyolu izleyicisinin çok hoşuna gidecek bir belgesel.

Köşe yazılarınızı yazmak için günde kaç saat TV izliyorsunuz?

Ben günde 15 saat TV izliyorum diyen arkadaşlara kızıyorum çünkü bu mümkün değil. İyi bir televizyon eleştirmeni bütün meseleyi 45 dakikada çözer. Popüler kültür üzerine yazılar yazdığımız için popüler dizileri de bilmek gerekiyor tabi ama bu en fazla 1 saatlik iş.

Yazı yazmanın süresi de değişir böyle olunca. En kısa sürede yazı yazma rekorum 13 dakika.

Köşenize yazdığınız yazılardan dolayı tepki aldığınız oluyor mu?

Tepki alıyorum fakat bu okurdan gelen bir tepki değil. Daha çok yapımcılar ya da oyuncular tepki gösteriyor. Bizim oyuncularımızın egoları çok yüksek. Kendilerini çok yüksek bir yere koyuyorlar, ben de onlara sık sık bir gün düşme ihtimallerinin olduğunu hatırlatıyorum.

TV ekranlarında beğendiğiniz yayınlar var mı?

Olmaz mı? Dizilerden İşler Güçler’e bakarım, ama sonuna kadar izlemem. Behzat Ç.’den hiç vazgeçmedim. Yeşil Elma’yı çok severim, Oktay benim için çok değerlidir. Onu hep farklı bir yere koyarım, o da benim gibi ekranda ağırdır. Programlardan Okan’ınkine bakarım. Zaman zaman Seda Akgül’e, Müge Anlı’ya ve Acun’un işlerine de bakarım. Onun dışında özellikle tematik kanallardaki programları izliyorum bu anlamda İstanbul Kafası, Vedat Milor ve Mehmet Yaşin’in programlarını beğeniyorum.

Ferda Hanım ile yakın bir dönemde evlendiniz. Peki evlilikle birlikte hayatınızda neler değişti?

Evlilik hayatınıza en başta disiplin ve dayanışma getiriyor. Dayanışma o kadar önemli ki. Zaman planlamasını öğreniyorsun. İlk iki evliliğimde gerçekten çocuktum. 21 yaşında bir oğlum var. Onunla birlikte büyüdüm desem yalan olmaz. Son evliliğim daha fikirsel ve bilgece bir evlilik ve hayatımı da güzelleştirdiğini düşünüyorum.

Hayatta en çok neye kızarsınız?

En çok nankörlüğe kızıyorum. Hayatımızda çok iyi insanlar da var çok nankörleri de. Yetiştirip mesleğe kazandırdığım insanların bazıları çok nankör davrandılar. Kul hakkı yiyenlere çok kızarım, kul hakkı yememeye hep dikkat ettim. Kul hakkı yiyen ve nankör insanlarla asla bir araya gelmem. Bizim sektörde çok fazla yalancı insan var.

İzlediğiniz programlar arasında şimdiye kadar saçma bulduklarınız oldu mu?

Bez Bebek, Acemi Cadı gibi fantastik çocuk dizilerine çok kızıyorum. Çocuklar bile bu kadar hayal kuramaz, bunları saçma buluyorum. Eğer bu iş yapılacaksa çocuk ruhuna uygun, animasyonlarla yapılmalı. Aşiret ve mafya dizileri de öyle. Çok fazla bu tatta diziler yapıldı, bildiğimiz hikaye sürekli farklı dizilerde karşımıza çıkıyor.