Henüz küçük bir beylikken Osmanlılar, fütuhatlarını herbiri serhad gazisi olan akıncılar sayesinde devam ettirebilmiştir. Düşmanın üzerine bir anda kabus gibi çöken akıncılar, asırlar boyunca devletin sınır bekçileri olmuş, onların kahramanlık hikayeleri tarihimize altın harflerle yazılmıştır.
Akıncılar; üzerinde tam anlamıyla devlet otoritesi olmayan, bir sınır eyaleti valisinin ya da bir sancakbeyinin etrafında toplanmış yiğit gençlerden oluşmaktaydı. Bu gençlerin çoğu hayatlarının baharında şehadet şerbeti içiyor, hayatta kalabilenler ise şehitlik mertebesine ulaşamamanın sızısını yıllar sonra hacca giderek dindirmeye çalışıyordu. Osmanlı’nın Avrupa içlerine kadar uzanan binlerce kilometrelik sınırını hayatları pahasına koruyan akıncılar Anadolu’da cesaret timsali, yüreği imanla dolu gençleri bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Baba ocağını bırakıp gazilere katılan yağız delikanlıları Evliya Çelebi şöyle tasvir ediyor: “Akıncılar mehabetli ve şeci askerlerdir. Başlarına samur ve kaplan postundan kalpak taç koyup arkalarında zebr, kurt, ayı postları var. Koltukları altlarından karakuş kanatları bağlıdır, ellerinde kurt derisi sarılı olup nicesinin alât ve silah levazımı kendisini garip ve âcib şekle koyar. Korkunç ve düşmana belâyı âsumanî misal bir askerî zafer peykerdir.”
SADECE OK, YAY VE KILIÇ TAŞIYORLARDI
Akıncılar aylarca at üzerinden inmez, kısa molalarla at üstünde uyurdu. Erzaklarını gittikleri memleketlerden bulan, ağırlık olacağı için hafif zırhlar giyen bu yiğitler, yanlarında sadece ok, yay ve kılıç taşıyordu. Bir akın en az 10 bin kişilik kuvvetle gerçekleşir, eğer şöhretli bir beyin liderliğinde gazaya çıkılacaksa bu sayı 45 bini bulabilirdi. Tarihimizin kaydettiği en büyük akınlardan biri Fatih Sultan Mehmet devrinde gerçekleşmişti. Transilvanya toprakları üzerine 45 bin kişilik bir kuvvetle düzenlenen, Malkoçoğlu Bali Bey, Mihaloğlu İskender Bey, Evrenesoğlu İsa Bey gibi büyük gazilerin de katıldığı bu mücadele, Transilvanya prensinin mağlubiyetiyle sonuçlanmıştı.
80’İNDE SEFERE GİDEN VAR
Canlarını hiçe sayarak korkusuzca mücadele eden bu yiğitler nasıl oluyor da daha çok genç yaşta ölüme bu kadar rahat yürüyebiliyorlardı? Bu sorunun cevabı çok basit: İman dolu bir kalp... Arkalarında dillerden düşmeyecek destansı hayatlar bırakan bu vatan kahramanlarına birkaç örnek verelim:
Hamza Bey
15’nci yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’nin Macar sınırı, Hamza Bey’den sorulmaktaydı. Çocuk yaşta katıldığı akıncı gruplar içerisinde macera dolu bir hayat yaşamış, 70 küsur yaşında Macar çetelerine karşı savaşırken hakkın rahmetine kavuşmuştu.
Malkoçoğlu Bali Bey
15’inci yüzyılın sonlarında yaşamış olan bu kahraman akıncı beyi, Silistre’de emrindeki 600 kişilik kuvvet ile 6 bin kişilik Leh ordusunu perişan etmiş, adı o topraklarda yaşayanların hafızasından uzun süre silinmemişti.
Firuz Bey
Tuna Nehri’nin ötesine geçen ilk Türk akıncılarındandı. Osmanlı topraklarını talan eden Eflak Voyvodası Drakula üzerine bizzat Sultan II. Murat’ın “Bu şeytanın üzerine Firuz gitsin, yaptığını yanına komasın” fermanıyla akınlar düzenlemişti. Eflak memleketini Drakula’ya dar eden Firuz Bey sayesinde sadece Müslümanlar değil gayrimüslimler bile rahat ediyordu.
Adil Hoca
15 ve 16’ncı yüzyılın namlı akıncı beylerindendi. Kanuni’nin Mohaç Seferi’ne 80 yaşında katılan bu matruş sakallı, uzun bıyıklı koca gazi yıllarca bu topraklarda at koşturmuş yine cephede şehadet şerbetini içmişti.
Sarı Ali Bey
16’ncı yüzyılın ikinci yarısında isim yapmış akıncılardan biri de Sarı Ali Bey’di. Yıllarca Zigetvar Kalesi’nde sancakbeyliği yapmıştı. Yanında daima bahadırlarıyla dolaşan bu yiğit adam, Osmanlı’ya karşı girişilen en küçük saldırıya on misli ile mukabele etmiş, bu yüzden kendisi Rumeli’de “İslam sınırının aşılmaz seddi” olarak tanınmıştı.