Ebru ile Caner’den duyularımızı kullanma dersi
ABONE OL

Bir kadın, bir erkek. İkisinin de adı yok. Kadın naif, erkeğin ise her modern insan gibi kafası karışık. Kadının sözleri, hayata bakış açısı, dinginliği bu kafası karışık erkeği değiştiriyor, mutlu ediyor, hayata farklı bakmasını sağlıyor. Romen asıllı yazar Matei Visniec’in kaleme aldığı Pandaların Hikayesi adlı tiyatro oyunu, Batılı bir kadın ve erkeğin hayatın karmaşasını nasıl alt ettiklerini gösteriyor. Oyunda Hanımın Çiftliği ve Firar dizileriyle geniş bir hayran kitlesine ulaşan Caner Cindoruk ve şu sıralar Haluk Bilginer ile Hayatımın Rolü adlı dizide başrolü paylaşan Ebru Özkan var. Gerçek hayatlarında yaklaşık üç yıldır sevgili olan çift, tiyatro sahnesinde iki sevgiliyi canlandırmakta zorlanmıyor.

Oyun Atölyesi’nde başlayan, yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın yaptığı oyun bir elma kadar tatlı diyaloglarla dolu. Animasyonlarla desteklenen Pandaların Hikayesi’nin sonunda sahneye gökten elmalar düşüyor. Bu ay içinde bugün ve 11-12-13-14 Ekim’de sahnelenecek oyunun genel provasını izledik, Ebru Özkan ve Caner Cindoruk ile konuştuk.

-Bu oyunda sizi çeken ne oldu?

Caner Cindoruk: Oyunun büyüsü, enerjisi çekti beni. Modern dediğimiz Batılı hayata yapılan sıkı bir eleştiri var alt metninde. O Batılı hayata Budizm, Zen, içses ve duyularımızla güzel bir eleştiri yapılıyor aslında. İnsanın tüm duyularını günümüzde kaybettiğine, gittikçe insandan daha uzak bir kimliğe bürüdüğümüze ve dilin insan hayatında birçok şeyi yok ettiğine işaret ediyor. ‘Dil aslında bir anlaşma ürünü değildir anlaşamamanın bir sonucudur’ diye bir söz var, çok hoşuma gider. Şiddetin olmadığı, günümüz hayatına aşkla bir önermesi olması da beni çekti.

Ebru Özkan: Duyularla örülü bir metin. Duyularla ilerlendiği, insanın zihnini dinlendirdiği ve karşısındakini dinlediği vakit birçok şeyin daha değerli kılındığını anlıyoruz. Oyundan bunu anladım. Metinde hiç kaba bir şey yok, hep iyiye ve güzele hizmet ediyor.

-Birçok oyunda şiddet-kavga-gürültü olur. Bu oyunda hiçbir şey yok.

C.C.: Bu oyun erkek dünyasına da eleştiride bulunuyor. Günümüz dünyasını yöneten aslında erkek. Onun mentalitesi ve beyninin ürünü şu an geldiğimiz nokta. Kadın duyarlılığına, Platon’un ideal devlet modeline gönderme de yapıyoruz. Birçok şeyi aşkla çözebiliriz önermesi var oyunun yazarının.

-Oyunda ses tonu ve davranışları çok yumuşak ve naif bir kadını oynuyorsunuz.

E.Ö.: Erkeğe öncelikle insan olduğunu, sakinleşmesi gerektiğini göstermeye çalışan bir kadın. Kadının otobiyografisi yok, nereden ve nasıl geldiği de belli değil. O yüzden evrensel bir oyun, evrensel bir kayboluşun hatırlatılmasını anlatıyoruz.

İKİMİZ DE HAYATIMIZDA ÇOK DİNGİNİZ

-Gerçek hayatta da oyundaki kadar dingin misiniz?

E.Ö.: Caner de ben de dinginizdir. Duyarlılık, duyularla hareket etme durumu, kendini bulma çabası ve sorgulama... Bunlara zaten sahibiz ama bu oyunla yeniden hatırladık.

C.C.: Bize yakın bir oyun.

-Nasıl hazırladınız?

E.Ö.: Metni çözümledik. Doğu felsefesi, kuantum, Budizm okuduk. Bunlarla metnin ilişkilendirilmesini, simge ve imgelerin hayatımızda nelere tekabül ettiğini, hayatımızdaki yerlerini tespit edelim derken ortaya böyle bir şey çıkardık.

-Doğu felsefesiyle daha önce ilgileniyor muydunuz?

E.Ö.: Evet, başlamıştık zaten.

-Her oyun izleyene bir şey öğretir. Peki bu oyun siz oyunculara ne öğretti?

C.C.: Doğu felsefesinin aslında Batı hayatındaki çöküşün, hızlı tüketimin, kapitalizmin birazcık insanın dinginliğiyle aşılabileceğini. Oyunumuzun içinde bir absürd tarafı da var. Metnin yazarı iletişimsizliği aşk üzerinden anlamlandırıyor. Yazarın oyunla ilgili bir sözü var: ‘Aşkın ölümü bile nasıl etkileyebileceğini merak ediyordum, merakımdan dolayı oyunu yazdım.’ Beni bu cümle çok etkiledi. Zaten ben dingin  adamımdır, Ebru da öyle. Sanırım enerjimizin bütünlüğü birbirimizde birçok şeyi anlamlandırmaya başladı diye düşünüyorum.

E.Ö.: Hangi duyularımı kullanmadığımın farkına varıp onları kullanmaya yöneldim.

-İlişkinize de yaradı yani.

C.C.: Tabii ki. Bütün ilişkilerimize yaradı. Amacımız oyunu izleyen herkese katkıda bulunmak. Birkaç gün önce provayı bir arkadaş izledi ve ‘Gidince sevgilimle konuşmam gereken şeyler var’ dedi. Oyunu mümkün olduğu kadar çok kişinin izlemesini istiyoruz ki hayatlarındaki küçücük de olsa soru işaretlerini anlamlandırmalarına yardımcı olalım.

HİÇ KAVGA ETMEYİZ ZATEN UYUM İÇİNDEYİZ

-Özel hayatınızda birliktesiniz, oyunda da iki sevgiyi canlandırıyorsunuz. Profesyonel oyuncularsınız ama birlikte oynamak işinizi kolaylaştırdı mı?

Ebru Özkan: Uyumumuz elbette işimizi kolaylaştırıyor. Ama Caner de ben de bir başkasıyla oynasaydık ortaya güzel bir şey çıkacaktı. Fakat bizim farkında olmadığımız bir uyum yansıyormuş seyirciye. İkimiz hiç kavga etmeyiz, ön planda olma gibi bir hırsımız yok, ekip çalışmasına inanıyoruz.

Caner Cindoruk.: Şu anki hayatımıza kadar birçok partnerle oynadık. Uyumumuzdan dolayı sanırım bu oyunda bir sıfır önde başlamış oluyoruz.

-Saç ve sakalınızı bu oyun için mi uzattınız?

C.C.: Evet. Karakter müzisyen olduğu için saçı ve sakalı uzatmanın Batılı ve karışık adama uygun olacağını düşündük.

-Sahnede sizi gören hayranlarınız tanımayabilir, çok değişmişsiniz.

C.C.:  Yolda şu halimle tanımıyorlar. O kadar özgür ve rahatım ki... Beni çoktandır görmeyen arkadaşlarım da şaşırıyor, farklı göründüğümü söylüyor.

ARAMIZA MONICA BELLUCI GİRMEDİ

-Sinema filmleriniz ne zaman gösterime giriyor?

Caner Cindoruk.:  Bu ay içinde üç filmim gösterime girecek. Biri Altın Koza’da yarışan Yabancı, diğeri Kadir İnanır ile birlikte oynadığım ve Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gösterilecek olan Elveda Katya, üçüncüsü ise Monica Belluci ile rol aldığım Gergedan Mevsimi. Diğer iki filmi izledim ama Gergedan Mevsimi filmini henüz göremedim. Şu an yurtdışında dolaşıyor, bir-iki hafta sonra izleme fırsatım olacak. Yurtdışındaki galalara tiyatro provalarımdan dolayı gidemedim.

-Gergedan Mevsimi filmiyle ilgili hep Monica Belluci ile yakınlaşmanız gündeme geldi. Peki rolünüz nedir?

C.C.:  İran Devrimi’nden sonra içeri atılan, sonrasında karısı ve çocuklarını arayan şair rolündeyim. Monica Belluci ile bir çifti canlandırıyoruz. Cezaevi süreçlerini ve öncesini canlandırıyorum karakterin, sonrasını İranlı aktör Behrouz Vossoughi oynuyor.

-Aranıza Monica Belluci girdi mi?

C.C.: Yok.

Ebru Özkan: Kendisiyle tanıştık, sohbetlerimiz oldu, çok tatlı, uyumlu bir insan.

C.C.: İlk projesiymiş gibi heyecanlıydı. Monica Belluci sıfatıyla değil benim partnerim gibi duruyordu.

-Sizin için ‘Yeni jön’ diyorlar. Hem iyi oyuncu hem yakışıklı olduğunuz için herhalde. Ne diyorsunuz?

C.C.: Öyle bir kavramım, bakış açım yok. Ben oyuncuyum. Önemli olan rolün hakkını vermek, nasıl göründüğüm çok da umrumda değil açıkçası.

E.Ö.: Maddecilik, biçim, şekil gibi kavramlardan uzak durmaya çalışıyoruz. İnsanlarımıza verilen bu şekilleşme halinden de hoşlanmıyoruz.