Prof. Dr. Tarhan: Egonuzu tatmin etmek için topluma zarar veremezsiniz
ABONE OL

Fark ettiniz mi? Son zamanlarda yayıncılık anlayışında ciddi bir değişim var. Gelişen teknoloji özellikle dizi ve sinema sektöründeki sorunlara kökten bir çözüm getirecek gibi görünüyor. Amatör yapımcılar bir yandan Vlog denilen Youtube kanalları öte yandan IPTV gibi platformlar ve internette yayınlanmaya başlayan diziler… ABD ve İngiltere gibi ülkelerde birkaç yıldır yayılan bu yeni düzen sonunda Türkiye’de de uygulanmaya başladı. Buraya kadar her şey iyi, güzel. Ancak kafamızı kurcalayan bir soru var: TV dizileri RTUK tarafından kontrol ediliyor, peki internet yayınlarını kim denetleyecek? Sektör açısından faydalı bu girişimler özellikle gününün büyük çoğunu internet başında geçiren gençler için bir tehdit oluşturur mu? Bunun önüne nasıl geçeceğiz? İşte tüm bu soruların cevabını alanında uzman iki isimden aldık. Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatri ve Nöropsikoloji alanında uzman Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aybike Serttaş konuyu değerlendirdi. Bu iki ismin fikirlerinin birleştiği bir nokta var: Bu konuda sorumluluk ebeveynde, her yaştaki izleyiciye özdönetim bilincinin aşılanması gerekiyor. Aksi taktirde sonuçları üzücü olabilir…

SEKTÖR DEĞİŞİYOR

“Web yayıncılığı sektör açısından olumlu bir gelişme” diyen Serttaş “Geleneksel yayıncılığın tekelleşmesi söz konusu ve bunun da bir şekilde kırılması gerekiyordu. Bu da yeni medya sayesinde olacak. Ayrıca web yayınlarının sunduğu imkanlar sayesinde amatör yayıncıların da çoğaldığını gözlemliyoruz, bu da sektörde çeşitliliği ve üretimi arttırmak açısından faydalı. Ancak şimdilik yeni başlayan Türk web dizilerinin tek olumlu yanı sürelerinin kısa olması. Bu sektörde en çok tartışılan konulardan biri. Bu işler sektöre belli bir standart getirilmesi, kamera arkasındaki ekibin koşullarının iyileştirilmesi açısından bir faydası olabilir. İzleyici açısından reklamsız olması ya da en azından hedef kitleye uygun reklamların yayınlanması çok iyi” diyerek düşüncelerini aktarıyor.

Kültür Endüstrisinin Bir Yansıması

Son günlerde çok konuşulan ‘Fi’ adlı dizi hakkında da konuşan Serttaş, girişimi desteklese de içerik açısından umduğunu bulamamış: İçerik olarak bakarsak bir devrim yapıldığını söylemek ne yazık ki zor. Zaten bunlar kültür endüstrisinin bir yansıması. Yani çok popüler bir romanın okuyucu bazında tüketildikten sonra o romandan nasıl daha fazla faydalanabiliriz diye düşünülerek dizi formatında uyarlanması. Olay kültür endüstrisinin her şeyi metaya dönüştürmesi. ‘Fi’ de popüler kitabın bir yan ürünü gibi düşünülebilir. Çok kaliteli, klasik bir seri değil, ama bir başlangıç olması açısından ve tekelleşmiş geleneksel medyayı sarsacak olması belki onun toparlanabilmesi için bir enerji verebilir. Ayrıca pasif, kaderine mahkum izleyici yerine daha aktif bir izleyici kitlesine ulaşılabilir. Bu da ‘Halk bunu istiyor’ diyerek basma kalıp hazırlanan senaryolardan da kurtulmamıza yardımcı olabilir.”

“Çocuğu gözlemlemez ve doğruları ona anlatmazsak onların eğitim hayatından tutun da kişisel gelişimine kadar ciddi zararlar verebiliriz. Bugünün ebeveynleri, 20 sene önceki anne-babalardan çok daha fazla dikkatli olmalı.”

Gençlerde özbilinç oluşturulmalı

Çalışmalarını televizyon programları üzerine yoğunlaştıran ve izleyici araştırmaları yapan Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aybike Serttaş, internet yayınlarının sektör için son derece ilham verici olduğunu savunuyor. Ancak etik kuralları ve uygulaması hakkında birkaç konuya dikkat çekiyor: “Medyada tek tip etik kuralından bahsetmek çok zor. Sektör hızlı bir dönüşüm geçiriyor. Özellikle IPTV gibi yakın gelecekte, insanların TV izleme anlayışlarını tamamen değiştirebilecek, eğlence ve iletişim anlayışına yepyeni boyutlar getirebilecek teknolojiler, Türkiye’de de başlayan web TV’leri bunun ayak sesleri. Etik kuralları da aynı şekilde tartışılmaya ve değişmeye başladı. Ancak en basit haliyle şöyle açıklanabilir: hedef kitlenin yapısına, değerlerine, geleneklerine, alışkanlıklarına ve sosyoekonomik durumuna uygun yayınlar hazırlanmalı. Yani çocuklara ayrı, gençlere ayrı, yetişkinlere ayrı içerik üretebiliyor olmak ve üretilenlerin doğru kişiler tarafından takip edildiğinden emin olmak gerekiyor. Bunu da yayın saatleri ve yöntemleriyle denetleyebiliriz.”

Gençleri denetlemenin mümkün olmadığını belirten Serttaş asıl yapılması gerekeni şu sözler ile açıklıyor: Medyadaki içerikler ne kadar kısıtlanırsa kısıtlansın engellemek istenen içeriklere gençler bir şekilde ulaşabiliyor. Burada yapılması gereken yasaklamak değil internet kullanıcısı ya da izleyicisinin kendisini o mecrayı nasıl en doğru şekilde kullanacağı öğretmek. Özellikle çocuklara ve gençlere bu konuda çeşitli ilkeler benimsetilmeli. Neyi izleyecek, onu nasıl seçecek, kişi kendisine fayda sağlayacak yayınları nasıl tespit edecek bununla ilgili bir izleyici kültürü oluşturulmalı. Zaten bu kültür oluşturulabilirse bu zararlar minimuma indirgenir. Burada en büyük görev ebeveynlere düşüyor. Her yaştaki izleyiciye özdenetim bilincinin aşılanması gerekiyor.

Bu işin sonuçları ciddi olabilir

Yayıncılık alanındaki değişim ve bunun gençler üzerindeki etkilerine kafa yorarken konuyu işin uzmanına danışmak istedik ve Psikiyatri ve Nöropsikoloji Uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kapısını çaldık. Sonuçlar hakkında konuşmadan önce genel bir değerlendirme yapan Tarhan “İnternetin özgür ortamında her türlü sıra dışı içerik yayınlanabiliyor. Bu tarz sosyal sınırların olmadığı, etik sınırların konmadığı, şiddet, cinsel şiddet ve benzeri insan ilişkilerinde sosyal normları bozabilecek içerikler, özellikle erken ergenlik döneminde kişilik gelişiminde çok ciddi, olumsuz sonuçlara neden olabilir. 10-15 yaşlarında bedensel gelişim hızlı ancak ruhsal gelişim buna paralel değil. Çocuklar ruhsal erginliğe erişmedikleri için bu yaşlardaki genç kendine şu üç soruyu sorar: Ben kimim, nereye yönelmeliyim ve niçin? Bu soruları sorarken dizilerdeki roller, sosyal medyadaki fenomenler rol modeller olarak karşılarına çıkabilir. Eğlence amaçlı yapılan bu yayınlar çocukların yanlış rol modellerin peşine düşüp hata yapmasına neden olabilir” diyerek söze başladı ve devam etti:

“Erken ergenlik döneminde gençler rol model aldıkları kişilerden yola çıkarak kendilerine modelleme yapabilir. Vitrinin bir görünen kısmı bir de görünmeyen kısmı var. Çocuk yalnızca görünen kısmını alır: sevimli, şımarık davranışlar, kolay zevkler, sigara, alkol, uyuşturucu gibi bağımlılıklar, aile bağlarına önem vermeyen, karşı tarafın özeline saygı duymayan bireyler… Bunları gördüklerinde neden-sonuç ilişkisinden çok davranışı birebir özümseyebilir. Psikiyatristler olarak biz  ‘takıntılı aşık’ denilen, sevdiğini öldürmeye kadar işi götürebilen hastalarla çok fazla karşılaşıyoruz. Böyle bir karakterin modellendiğini, en azından onun davranışlarını içselleştirdiğini düşünün… O çocuk okulunda bir kişiye aynı duyguları besleyebilir. Lisede aşık olan bir gencin önünde böyle bir rol model olduğunu düşünün. Bu ciddi sorunlara neden olabiliyor.”

ÇOCUKLARINIZI YARGILAMAYIN

Sözlerine ebeveynlere bazı önerilerde bulunarak devam eden Prof. Dr. Tarhan “Bu noktada ebeveynlere bazı görevler düşüyor. Eğer anne-baba gözetimi varsa çocuk bu diziyi seyretse bile dizide işlenen bu tarz zararlı içerikler evde konuşulur. Biz bu yönteme ‘yanlışı ve doğruyu konuşma yöntemi’ diyoruz. Böyle bir durumda da anne-babanın, çocuğuna medyada ve internette gördüğü karakterlerin gerçek olmadığını, izlediği ilişkilerin kurmaca olduğunu çocuğuna anlatması gerekir. Eğer ebeveyn gözetimi ya da çocuğun danışabileceği kimse yoksa bu tarz yapımlar çocuğu daha çok etkiler. Çocuğu gözlemlemez ve doğruları ona anlatmazsak, eğitim hayatından tutun da kişisel gelişimine kadar ciddi zararlar verebiliriz” şeklinde konuştu ve ekledi: Şimdinin ebeveynler, özellikle ergenlik çağında çocuğu olanlar, 20 sene önceki anne-babalardan çok daha fazla dikkatli olmalı, çocuklarına iki misli zaman ayırmalı. Ancak bu nasihat, konferans ya da vaaz verme şeklinde olmamalı. Yanlışı konuşma yöntemi ile çocuklarının yaşadıkları olayları irdelemeliler. Oturup çocuklarıyla neyin doğru neyin yanlış olduğunu konuşmalı, onlara hayatı öğretmeliler. Ebeveynin vazifesi çocuğunu mutlu etmek değil ona hayatı öğretebilmektir. Onları hayata hazırlayabilmek için muhtemel risklerin konuşulması ve en önemlisi çocuğun fikirlerinin dinlenmesi gerekir. Eğer böyle bir sohbet ortamı oluşturulabilirse bu tarz olaylar zarar vermek şöyle dursun kazanıma dönüştürülebilir. Bir de eğer ebeveynler çocuklarını bu tarz yapımlardan ya da bilgisayar bağımlılığından uzak tutmak istiyorlarsa önce evlerinde sıcak bir ortam oluşturmalılar. Çocuk eğer evinde huzuru bulursa mutluluğu sanal dünyalarda aramaz. Evi mahkeme salonuna çevirmemeliler, çocuklar yargılandıklarını hissederlerse evde olmak istemezler, susarlar ve gizli gizli başka bir dünyada yaşamaya başlarlar. Yetişkinler kendileri bu tarz yapımları takip ediyor olabilir ama o zaman da durumu uygun bir dille çocuğuna anlatmalı, neden kendisinin izleyebileceğini kendisinin izleyemeyeceğini açıklamalıdır.

SANATÇI ETİK KURALLARI KORUMALI

Gençlerin psikolojik sağlığının ve toplumsal normların korunması konusunda sanatçılara da görev düştüğünü vurgulayan Prof. Dr. Tarhan şunları kaydetti: Sanat insan içindir. Eğer ‘sanat sanat içindir’ düsturuyla hareket edip birine zarar veriyorsanız bu çok yanlış olur. Birine zarar vermek sanat olmamalı, sanat güzeli aşılamalı bana kalırsa. Sanatı hoyratça icra etmemek, etik sınırlarını korumak gerekiyor. Bu etiği de o meslek sahipleri kendileri belirlemeli. İnsanların kendi egolarını tatmin etmek için sanat yapması narsistik bir harekettir. Narsizm de bir mesleki düşünce bozukluğudur. Bu tarz şeyler yapılacaksa bile 18 yaşının altındaki insanların bu yayınlara ulaşamadığından emin olmak gerekiyor.