Bilge-mimar Turgut Cansever “Müslümanlarýn bu çaðda bir ev tanýmý yok” der. Ve “Her neslin çaðýyla yüzleþme zorunluluðu üzerinden evi yeniden tanýmlamalýyýz” diye ekler. Çünkü ev bir barýnma mekanýndan öte varlýðýn biçimlerinin ilk elden yaþanarak vücut bulduðu yerdir. Ýnsanoðlunun on binlerce yýllýk birikimiyle ilk yüzleþtiði ve kalan ömrünün þekillendiði somut alandýr. Bugün sanayi devrimi ve geliþen teknoloji ile artýk neler olabileceði ile ilgili bir öngörüde bulunamýyoruz. Bu hayatýmýzýn her alanýnda geçerli. Ýlk insanlardan beri her zaman bir yere ihtiyaç duymuþuzdur. Yaþamak için kafamýzý sokacak bir eve muhtaç olmuþuzdur. Peki ev dediðimiz yer neresi? Geçmiþteki ev anlayýþý bugün deðiþti mi? Günümüzde artýk kendi kendine açýlan ýþýklar, perdeler, kapýlar var. 100 katlý göðü delen binalar var. Betonlarýn içinde yaþýyoruz. Artýk ev deyince ne anlamalýyýz?, Bu çaðda bir ev nasýl olmalýdýr?, 40. kattaki 60 metrekarelik bir rezidans ev ihtiyacýmýzý karþýlar mý?, Ev kültürel aktarým açýsýndan nerede durmaktadýr?, Beton vazgeçilmez bir zorunluluk mudur? gibi kafamýzý kurcalayan birçok soruya cevap arayan Ýstanbul Tasarým Merkezi, geçtiðimiz günlerde Maðaralardan Gökdelenlere Ev Sorunu baþlýklý bir etkinlik düzenledi. Moderatörlüðünü Ýsmail Erdoðan’ýn yaptýðý etkinliðe mimarlar Serkan Akýn, Ahmet Yýlmaz ve Þimþek Deniz katýldý.
“Ev meselesi insanýn en önemli meselesi. Bugün, ‘Baþýmýzý sokalým yeter’ diye bir anlayýþ var. Ancak bu anlayýþ da sorgulanmalý. Baþýmýzý soktuðumuz evler ev olarak tanýmlanabilir mi? Gökdelenlerin her gün biraz daha göðü delecek kadar yükseldiði bu dönemde biz nasýl bir ortamda yaþamalýyýz” diye söze baþlayan Ýsmail Erdoðan konuþmacýlara, “Þu an yaþadýðýmýz yerlere ne denir?” diye sordu.
ÝNSANIN HIRSI GÖÐÜ DELMEYE BAÞLADI
Mekaný algýlama anlayýþýnýn Tanzimat ile birlikte deðiþtiðini belirten Þimþek Deniz, 15. ve 16. yüzyýla gelindiðinde þehir tasarrufunda insan öncelikli yaklaþým yerine taþýt öncelikli yaklaþýmýn benimsendiðinden bahsediyor. Sonraki süreçte, arazi ya da arsanýn bir rant aracý olarak görülmeye baþladýðýný vurgulayan Deniz, “1950’li yýllarda apartmanlaþma süreci baþlýyor. Bu dönemde Zeytinburnu’nda gecekondular vardý. Bahçelerinde aðaçlar olurdu, inek, tavuk beslenirdi. Bunlar evdi gerçekten. 1970’lerde arsa yaðmalanmasý ve inþaatlarýn yapýlmasý sürecini yaþadýk. Yüksek yapýlar ilk olarak þirketlerin prestij yapýlarý olarak ortaya çýkýyor. Daha sonra insan hýrsýnýn yer yüzünde mekana yansýmasý þeklinde görüyorum. Topraktan uzaklaþtýkça insani vasýflar, hasletler azalmaya baþlýyor.” diyor.
“Ev geleneðin yaþandýðý bir yerdir.” diyen Deniz, evin ‘ev’ olmasý için þu üç kriteri taþýmasý gerektiðini vurguluyor: “Yerel kimlik ve yöresel malzemeyi taþýmasý lâzým. Ayrýca topografyaya ve doðaya saygýlý inþa edilmeli ve insan saðlýðýna zararlý maddeler de kullanýlmamalý.”
Bizdeki imar yönetmeliklerinin çok kýsýtlayýcý olduðunu da belirten Deniz, yönetmeliklerin esnek olmasýna, her yerleþimin kendi özelliklerine ve yerel mimarisine uygun olarak yapýlmasý gerektiðine dikkat çekiyor.
EVÝN MÜTEVAZÝ OLANI MAKBUL
Programýn ilk konuþmacýsý Þimþek Deniz, Hz. Muhammed (s.a.v) dönemindeki evlerin nasýl olduðu, yüksek binalarýn ne zamandýr yapýldýðý ve imar yönetmelikleri ile ilgili açýklamalarda bulundu.
“Hz. Peygamber’in þehirlere ve mekana bir bakýþ açýsý vardý.”
diyen Deniz sözlerini þöyle sürdürdü: “Hz. Muhammed, komþusu evini bir kat yüksek yaptý diye onunla konuþmamýþ. Bu konudaki hassasiyeti bizim için önemli bir örnekliktir.
Asr-ý Saadet’teki uygulamalara baktýðýmýzda tarihi dokularýn korunmaya çalýþýldýðýný görürüz. Þehir planlamalarýnda her zaman ibadethane merkeze konulmuþtur. Ýbadethane etrafýna çarþý yapýlmýþtýr. Peygamber Efendimiz döneminde ve sonrasýnda Ýslam dünyasýnda konutlar en fazla üç katlý olmuþtur. Hz. Peygamber’in yaþadýðý evin sade ve en az eþyaya sahip olduðu bilinir. ”
MEKAN ALGIMIZ RÖNESANSLA DEÐÝÞTÝ
Osmanlý döneminde ev yapýmýnda ahlaki bir düzen olduðunu söyleyen Deniz, “Osmanlý’da da þehrin merkezine her zaman ibadet konulmuþ ve etrafýna; ticarethane, çarþý, medreseler yapýlmýþtýr. Þehrin organik geliþimi esas alýnmýþ. Çoðu yapýda topografya ile oynama yoktu. Ýstinat duvarlarý bulunmuyordu. 40 evin idari olarak mahalle kabul edildiði, çýkmaz sokaklarla zenginleþen ve kademeli olarak yükselen bir konut dokusu vardý.” diyor ve ekliyor: “Yüksek yapýlar eskiden de vardý. Güney Amerika’daki zigguratlar ve Mýsýr’daki piramitler ilk yüksek yapý örneði olarak verebilir. 13. yüzyýl Avrupasýna bakýldýðýnda burada da yüksek yapýlar var. Büyük kiliseler yapýlýyor. Rönesans ile birlikte insanlarýn þehircilik ve mekân algýsý deðiþiyor ve yüksek yapýlara karþý tepki geliþiyor. Bolþevik devrimi ile birlikte Polonya ve Rusya’da yüksek binalar yapýlýyor. Avrupa’da yüksek yapýlardan yüksek olmayan yapýlara evrilme varken durum bizde tam tersi. Ýlk yüksek yapýlar ABD’de inþa edildi. “Chicago Okulu” adýyla yeni bir ekol doðmuþ ve yüksek yapýlar inþa edilmiþtir.”
TEKNOLOJÝ EVLERÝ YOK EDÝYOR
“Teknoloji geliþince insanlýk geliþir lafý doðru deðildir. Sadece onu üreten ile tüketen arasýndaki fark açýlýr. Betornarme apartman yapma teknolojisindeki amaç evlerimizi yapmayý kolaylaþtýrma olsaydý bugün evlerimizi çok kolay sahiplenebilirdik.” diyen Serkan Akýn ilk insan Hz. Adem’den bugüne gelinen süreçte ev inþa etmenin ve mahalle kültürünün önemi ile ilgili þunlarý aktardý: “Hz. Adem yeryüzü indirilirken ayette þöyle diyor: ‘Allah insanlýða yeryüzünü imar edecek bilgi ile donatarak yaratmýþtýr’. Hz. Adem yeryüzünde Hz. Havva ile karþýlaþýnca önce nikah kýyýyorlar. Evlenmek ile ev kökü ikisi de ayný eylemi içerir. Hz. Adem imar etme bilgisi ile yaratýldýðý için Kabe’nin inþasýna baþlýyor. Kabe’yi taþlarý üst üste koyarak inþa ediyor. Daha sonra da pazarlar kuruluyor. Aslýnda bu tarz bir yerleþim þekli ile size Osmanlý mahallesini anlatýyorum. Þehirleri inþa etme konusunda Hz. Ýbrahim’de mükemmel bir mühendistir. Hz. Ýbrahim tufandan sonra Kabe’yi yeniden ihya ediyor. Kabe’nin yeniden inþasý bizim restorasyon süreçlerinde bakmamýz gereken bir baþlangýçtýr.
Ev satýlacak, kredi ile borcu ödenecek bir þey deðildir. Evler kesinlikle müstakildir. Normalde bu bugün de mümkündür. Türkiye nüfusu 80 milyon. 8 bin kilometre kare arazi var. Bu arazinin yüzde iki buçuðuna Türk halkýna yetecek müstakil bahçeli evler yapýlabilir. Herkes Ýstanbul’a nasýl sýðacak diye düþünmeyin. Sorun Ýstanbul’un kalabalýðý deðil, sorun Anadolu’nun boþaltýlmasý. Evler bizim geçim kaynaðýmýzdýr. Masraf kaynaðý deðildir. Bizi dünyada farklý kýlan özellik, mülkiyete bakýþýmýzdýr. Bizde mülkiyete hacimsel bir bakýþ vardýr. Roma da ise alansal bir anlayýþ vardýr. Bu anlayýþta yerin dibine ve gökyüzüne kadar her yeri kullanmayý hayal edersiniz. Ama Ýslam medeniyetinde mülk size ait bile olsa bu kullanýma komþularýnýz ile birlikte karar verirsiniz. Komþuluk iliþkisinin olduðu bir mahalle kültürü var. Bir mahalleye taþýnmak için o mahalleden biri size kefil olur. Buradaki mahalle avlular þeklinde. Mahallelerde çok az hýrsýzlýk suçu olur. Olursa da mutlaka yakalanýr. Mahalleye dayalý nüfus sistemine dönmeliyiz. Çünkü mahallede herkes birbirini tanýr. Bugün mahalle örgümüzü deðiþtirdiler. Motorun icadý insanlýk tarihi etkilendi. Birinci sanayi devrimde motorlar kömür ile çalýþmaya baþladý. Ýkinci sanayi devriminde elektrik geldi. Üçüncü ve dördüncü sanayi devrimi yine elektrik ile alakalý idi. Elektrik her þeyi yapýyor. 1943’lerde bilgisayarýn bulunmasý ile iþler daha da kötüye gidiyor. Ýnsani, örfi, doðal ne varsa tamamý reddediliyor. Baþka bir þey inþa ediliyor. Bugün de bu hýzlý ilerleme devam ediyor. Evler, mahalleler yok ediliyor. Ekokent diye bir þeyden bahsediliyor. Her þey kendiliðinden olacakmýþ. Mahremiyet tamamen bitiyor. Bize takýlacak çiplerle bizi yönetemeye çalýþýyorlar. Yani geçmiþe dönüp baktýðýmýzda betonarmelerin bulunmasý kesinlikle rastlantý deðildir. Evi finansal bir örgüye soktuðunuzda tek kazanan baronlar ve bankacýlardýr.”
ÞEHÝRLERÝ KÖKTEN DEÐÝÞTÝRDÝK
“Ýnsanlar Hz. Adem’den itibaren bir yere ihtiyaç duymuþlardýr. Yer dediðimiz þeyin bir hukuki bir de duygusal boyutu vardýr.” diyen Ahmet Yýlmaz mülkiyet kavramý ile ilgili bir sunum yaptý. Yýlmaz, “Bizden önce Roma medeniyeti vardý. Bayýndýrlýk hizmetlerini üst düzeye çýkarmýþ bir medeniyettir ve biz de onun kurduðu coðrafyada ikame olduk. Biz dili, dini farketmeksizin bizden önceki medeniyetlerin inþalarýný kullandýk ama onu kendimize ait yaptýk. Tapýnaklarý medrese olarak kullanmýþýzdýr. Buna raðmen þehirleri niye hep kökten deðiþtirdik? Bunun üzerine düþünmek gerek. Peygamberimiz ile birlikte Medine’den baþlayarak var olan þehirlerin organizmasý deðiþiyor. Ýstanbul’u fethettik burayý da deðiþtirdik. Endülüs’te yeni þehirler kurduk. Bütün Ýslam þehirleri kendinden önceki medeniyetlerden farklýdýr. Yine de organik bað vardýr. Eski medeniyetlerden kalma malzemeler kullanýlmýþ ama þehir deðiþmiþ. Osmanlýda kamusal mülkiyet, þahýþ mülkiyet ve vakýf mülkiyeti var. Þimdi kamusal mülkiyet neredeyse yok. Kamuya ait mülkiyet ne kadar çoksa o þehir sürdürülebilir olmaktan o kadar uzak demektir. Çünkü kamu demek maliyet demektir.”