Bu ülkenin Milli Marþý’ný yazan bir büyük þairi, düþünce adamýný sürgüne mecbur býrakan, vefatýnda çýplak bir tabutla musalla taþýna gönderen, cenazesine katýlmadýklarý gibi Mehmet Akif’in naaþýna omuz verenleri fiþleyen CHP zihniyetinin bugünkü baðlýlarý da ayný baðnazlýktan milim sapmýþ deðiller. Dün nice düþünce adamýna, edebiyatçýya, sanatçýya yaptýklarý baskýyý, zorbalýðý unutup bugün demokrasi dersi vermeye kalkýyor ayný topluluk.
Sýkýþýp kaldýklarý küçücük salonlarda hiçbir iddialarý, bu ülkeye, ülke insanýna dair hiçbir hayalleri, projeleri olmaksýzýn sadece ‘Bizden olmayan cahildir, biz yoksak demokrasi de yoktur’ ezberlerini tekrarlayýp duruyorlar. Halkýn ezici çoðunluðuna ‘hayvan’ benzetmesi yapmaktan utanç duymuyor, mizah sosuna bulanmýþ ‘iç savaþ’ ve ‘darbe’ beklentilerini dillendiriyorlar. Yazýk ki tiyatrolarý, sinemalarý doldurarak, sevgileri, alkýþlarý hatta dualarýyla onlarý bulunduklarý yere taþýyan milyonlarý seçtikleri ve destekledikleri iktidar yüzünden ‘patolojik’ yani hastalýklý olarak görebiliyorlar.
Sanatçýlarýn bu kadar politize olmasý, sert bir muhalif dil kullanmasý beraberinde ‘hukuk’ mekanizmasýnýn tavýr almasýný getiriyor ve iþ çýðýrýndan çýkýyor. Peki sanatçýlarýn -elbette ve mutlaka ideolojik görüþü, tavrý, duruþu olmalý ama- muhalefet partisi sözcülüðü yaparcasýna politikleþmesi ne kadar doðru? Cevabý Müjdat Gezen ve Metin Akpýnar’ýn rol aldýðý filmlerin, programlarýn yapýmcýsý Türker Ýnanoðlu’na býrakýyorum.
MUHALÝF OLMAK MEZÝYET MÝ?
Türk sinemasý ve þov dünyasýnýn duayeni Türker Ýnanoðlu, T24 sitesine bu yýlýn Nisan ayýnda verdiði bir röportajda Yeþilçam’ýn usta isimlerinden sitayiþle bahsediyor ve ‘Bir daha gelmez böyle adamlar’ diyor. ‘Neden’ sorusuna cevabý tam da günlerdir konuþtuðumuz ve sýklýkla karþýmýza çýkan benzeri çiðlikleri açýklýyor:
“Bir defa çok magazine düþtü veya düþürüldü yeni sanatçýlar. Para hýrsýna kapýldýlar. Para hýrsý, rolün cazibesinin önüne geçti. Bir de hepsinden önemlisi bir bölümü politik olmaya baþladý. Her türlü yapýlan iyi icraatý beðenmemeye, muhalif olmayý meziyet sanmaya baþladýlar. Mesela sað partilere karþý oldular. Ama çoðu da göstermelik bunlarýn. Solcu olanlar da iktidarýn nimetinden faydalanmak için, saðcý gözüküp seçimde sol partiye oylarýný veriyorlardý. Seyirci de farkýnda. Bu yüzden hem sempati, hem itibar kaybediyorlar.”
Gerçi Ýnanoðlu ‘yeni’ sanatçýlarý kastediyor ama yýllarca birlikte çalýþtýðý iki usta isim de benzer bir politik çýkýþla yeni bir kutuplaþmaya hizmet ettiler.
Oysa daha geçen hafta Metin Akpýnar ve Müjdat Gezen’in hem dostu hem patronu olan Türker Ýnanoðlu, bu iki ismin nefret kustuðu Türkiye Cumhuriyeti Baþkaný Recep Tayyip Erdoðan’ýn elinden Cumhurbaþkanlýðý Kültür Sanat Büyük Ödülü’nü almýþtý. Ýnanoðlu, ödül konuþmasýnda bu ödülden duyduðu büyük heyecan ve mutluluðu dile getirmiþ Cumhurbaþkanýnýn elinden ödülü alýrken de “Size minnet ve þükranlarýmý sunuyorum. Ýyi ki varsýnýz sanat ve sanatçýlarýn baþýnda” cümlelerini kurmuþtu.
Sanatçýlarýn içinde büyüyüp yetiþtikleri çevrenin baðnaz, tutucu ve halkýna, ülkesine yabancýlaþmýþ ezberlerinden kendilerini kurtarmalarý kolay deðil. Bunu anlýyorum. Ve belki de tek çözüm nefrete öfkeyle karþýlýk vermek yerine Yunus’ça yaklaþmak. Týpký ‘sanata ve sanatçýya düþman’ yaftasý yapýþtýrýlmaya çalýþýlan Baþkan Erdoðan’ýn yaptýðý gibi. Erdoðan, dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazýl Say’ýn, 18 Ocak’ta düzenleyeceði “Truva Sonatý” Ankara Prömiyeri için davetine olumlu cevap vermiþ. Þimdi malum çevreler Fazýl Say’ý da linç edecek ama kýymetli sanatçýmýz da Baþkan Erdoðan da kendine yakýþaný yapmýþ. Ýyi niyetli adýmlarý görmek için “Erdoðan nefretini” bir kenara býrakmak yeterli.
BÝR DE KOMPLEKSLÝ OLMASAK
Uzun yýllardýr söyleþilere katýlmayan Mustafa Kutlu geleneði bozmuþ. Ýyi de olmuþ. Mavera Eðitim ve Saðlýk Vakfý’nda konuþan Kutlu’nun “Bizim aydýnýmýzýn þöyle bir problemi vardýr. Aydýnýmýz dindar olmaktan korkar. Sanat bizi bir yere kadar götürür fakat oradan bizim dine teslimiyete intikal etmemiz icap eder. Aksi takdirde insan olma meselesi hallolmamýþ olur. Ne kulluk yerine gelir, ne de varlýk sebebimiz yerine gelir” sözleri önemli bir durum tespiti.
Edebiyatla, kültürle, sanatla, düþünceyle uðraþanlarýn genel hastalýðý bu aslýnda. Bu korkularýndan dolayý da ekseriyeti ‘dindar’ olan, dini vecibeleri yerine getirmese de saygý duyan milletle arasýna mesafe koyar. Dini hatýrlatan bütün semboller, görüntüler, iþaretler rahatsýzlýk sebebidir onlar için. Çok bunaldýklarýnda meditasyona filan bile sýðýnýrlar ama Ýslam’a yaklaþmak kaygý vericidir. Dine dair ritüeller ancak ortodoksvari bir görüntüye bürünürse hoþ görebilirler. Ýçlerinde bu korku bariyerini aþýp dinle barýþanlar da kolay kolay bu buluþmalarýný açýk edemezler. Yaftalanma meselesi... ‘Dindar’ olduðu bilinen bir edebiyatçýnýn, akademisyenin, yönetmenin, senaristin, oyuncunun, ressamýn iþi zordur. Çünkü her iki mahalleye karþý varlýk mücadelesi vermek durumundadýr.
Dindar kimliði ile bilinenler ise kabuðunu kýrmak için kendilerini daha seküler bir noktaya konumlandýrma ihtiyacý hissediyorlar nedense. Bu biraz ‘dindar’ kimliðin satýhta kalmasýndan da kaynaklanýyor.
Ýnanç meselesi öze inmeyince yahut din-dünya dengesi saðlam kurulmayýnca ‘dindar’ ama ‘kompleksli’ bir aydýn modeli ortaya çýkýyor ki bu da ayrý bir problem.