1830 yılında İstanbul’da doğan Sultan Abdülaziz, II. Mahmud ile Pertevniyal Valide Sultan’ın oğludur. Babasından sonra tahta çıkan ağabeyi Sultan Abdülmecid’in genç yaşta ölümüyle padişah olur. 32. Osmanlı padişahı, 97. İslam halifesidir. Halk arasında ‘İkinci bir Yavuz’ olarak görülen ve Sultan Aziz olarak ünlenen padişahın kısa süren saltanat devri de ‘Sultan Aziz Zamanı’ olarak anılır. Alçakgönüllülüğü ve sevecen tavrıyla halk tarafından sevilir.
Necdet Sakaoğlu, İstanbul Ansiklopedisi’nde, Sultan Abdülaziz için şu notu düşer: “Padişah, saraylarındaki 1200 kadın, 350 aşçı ve yamak, 400 seyis, 400 hamlacı-kayıkçı, 400 hademe-i hassa, 300 yaver-katip ve mabeyncisi ile İstanbul’un ve devletin taşıyamayacağı bir savurganlığı temsil etmektedir.”
Abdullah Biraderler tarafından çekilen kendi resminde de görülen, dönemin tabla fesi ve giyim tarzı ‘aziziye’ adını alır. Tanzimat’ın ikinci safhasına denk gelen padişahlık yılları, aynı zamanda ekonomik ve dış sorunlarla uğraşılan dönemdir. Buna rağmen özellikle İstanbul’da kentsel gelişmeler gerçekleşir. Beylerbeyi Sarayı’nı inşa ettirir, Çırağan Sarayı tamamlanır. Sultan Aziz’in, Ayvazovski, Chlebowski gibi önemli ressamları saray ressamı yapmasının yanı sıra eğitim alanındaki atılımları, şehrin ‘başkent’ kimliğini pekiştirir. Beşiktaş, Paşakapısı gibi pek çok askeri rüştiye ve Eczacı Mektebi, Kaptan Mektebi, Mekteb-i Tıbbıye-i Mülkiye gibi önemli eğitim kurumlarının açılmasını destekler.
Heykeli yapılan tek padişah olan Sultan Aziz’in, 1870 tarihli fermanıyla Rum Patrikhanesi’nden ayrı Bulgar Eksarhanesi kurulur.
Protokole önem vermeyen Sultan Aziz, neredeyse her gün sokağa çıkar ve halka karışır. Tiyatroyu pek sevmediği ama güreşe ve ortaoyununa aşırı ilgisi olduğu anlatılır. Öyle ki Aziz’in dönemi ortaoyunun altınçağı olur. Güreşe merakı sebebiyle, namlı pehlivanların İstanbul’a gönderilmesini ister. Kır alemleri düzenler, çayır ve mesirelerde güreş müsabakaları tertip ettirir.
30 Mayıs 1876 yılında tahttan indirildikten 3 gün sonra Çırağan Sarayı Feriye dairesinde vefat eder. Mevleviliğe meyli olduğu bilinen Sultan Aziz’in ölümünün ardından devr-i aziz için yakılan, “Uyan Sultan Aziz uyan/Kan ağlıyor şimdi cihan” gibi ağıtlar kayda geçer. Babası II. Mahmud’un Divanyolu’ndaki türbesine gömülür.
İHTİŞAMI YANSITAN KÖŞK
Üsküdar Validebağı’ndaki av köşkü, Tavla Köşkü ya da Çinili Köşk olarak da bilinir. Validebağ Korusu’na girdiğinizde Validebağ - Adile Sultan Kasrı’nın su deposu ve su terazisini geçince sizi karşılar.
1856 yılında inşa edildiği bilinen av köşkü, Sultan Aziz’in halası Adile Sultan’a ait olan Adile Sultan Kasrı ile komşu. Küçük ama çok güzel bir eser olan av köşkü Sarkis Balyan imzalı. Gerek tasarımı gerekse planıyla Ayazağa’daki av köşküne benzeyen yapı, tüm sadeliğiyle özgün bir eserdir.
Köşk, giriş bölümünden sonra geçilen 7x7 m salonu dışında iki yanındaki servis bölümlerinden oluşur. İlk göze çarpan, yapıyı çevreleyen revaklar. Ahşap sütunlarla destekli bu revakları, geniş saçaklar örtmekte.
Aynı düzene sahip cephelerin iç ve dış yüzeylerinin bölümlenmeleri arasında pencereler var. Osmanlı’nın gelenekselliğine uyan ama yeniden düzenlenen oranlar önemli. Yapı, geometrik desenlerle bezeli pencerelerden ışık alıyor. Oldukça sevimli ve ferah yapının alt pencerelerindeki madalyonlu panolar çok güzel. Geniş pencerelerinde yer alan renkli ama sade cam bezemeler, ışık oyunları yapıyor. Duvarları kaplayan çini panolar mavi-pembe tonlarıyla dikkat çekici. Farklı bir bezeme detayı da döşemelerde kullanılan çiniler. Osmanlı’da görülmeyen malzemelerden oluşan bu çiniler av köşkünü benzerlerinden ayırır.
Ahşap işçiliğinin zarif uygulamalarından olan av köşkünde, yıldız ve baklavalı motifler ön plandadır.
Salonun köşelerindeki detaylar da çok özel. Bir köşede çadırı andıran kahve ocağı bulunuyor. Diğer köşede ise ampir ayaklıklı yalağı olan çeşme yer alıyor. Mermer çeşmenin renkli oval taşı görülmeye değer. Tıpkı döşeme çinileri gibi farklı çinilerle kaplı olan bu köşe figürleri adeta köşkün havasını değiştiriyor.
YAĞMALANAN KASIR
Av köşkünün önündeki kuyu bileziği önemli. Altında bir kuyu bulunmayan bileziğinin başka bir yerden getirilip buraya yerleştirildiği düşünülüyor. Kitabesine göre, Adile Sultan tarafından Rayet Keşan Kalfa’nın ruhu için açılan bir kuyunun bileziği.
Sultan Abdülaziz’in diğer bir kasrı da 1865 tarihli Alemdağ Kasrı. Üç katlı kasrın, geniş salonları kaplayan aynalarının, yapı inşa edilirken yerleştirildiği bilinir. Ön ve arka tarafındaki mermer merdivenlerle ulaşılan kasır, Tanzimat devrinin en güzel yapılarından kabul edilir. Boş kaldığı zamanda yağma edilen kasrın, II. Dünya Savaşı sırasında sadece duvarları kalır.