Sinan Canan: İnternet kapasitesi arttıkça hafızamız zayıflıyor
ABONE OL

‘Unutulacak Şeyler’i nasıl yazmaya karar verdiniz?

Yazmak, hani derler ya, bir noktadan sonra ihtiyaç oluyor. Eskiden, yani yazmaya başlamadan önce, başkaları okusun diye yazanları garipser, biraz ukala bulurdum. Fakat sonra yazmadan duramayınca neden yazıldığını anlamaya başlıyorsunuz. Derdinizi anlayacak insanlarla bir buluşma vesilesi yazmak, düşüncelerinizi rafine etmenin, sıraya sokmanın, başka zihinlerin takdirine sunmanın ve onlardan aldığınız geri dönüşlerle olgunlaştırmanın bir yolu.

Kitabın ismi neden Unutulacak Şeyler?

‘Unutulacak Şeyler’, benim de herkes gibi sıklıkla unuttuğum, zaman hayatımın çözünürlüğünü ve kalitesini artıran, insana, inançlara ve bilgiye dair kişisel notlarımdan oluşuyor. Bunları böyle bir başlık altında toplamamın nedeni, modern zamanlarda hemen hepimizin bu unutkanlıktan muzdarip olması.

Okuyucuya anlatmak istediğiniz nedir?

Dediğim gibi, önce kendime yönelik hatırlatmalar var. Üç bölüm halinde topladım bu hatırlatmaları. Birincisi halimizi anlatan, inançlarımızla günlük yaşantımızla ilgili gözüme çarpanlar ikincisi özellikle biyolojik fabrika ayarlarımız demeyi sevdiğim, 3.5 milyar yıllık bir gelişim sürecinden bize miras kalan özelliklerimize dair gündelik hatırlatmalar üçüncüsü ise, yeni dönemin bilimsel düşüncesine ve dünya algısına yön vereceğini düşündüğüm veya öyle olmasını dilediğim  teorik ve sezgisel konular.

Hayatta neleri unutuyoruz?

Unutmak, öğrenmenin ayrılmaz bir parçası. Zihnimizin gereksiz bulduğu bilgileri gerekli olanlardan ayıklayabilmesi için gerekiyor. Neyi unutup neyi hatırlayacağımıza ise birçok karmaşık faktörün yanı sıra, en fazla duygularımız karar veriyor. Günümüzde beynimiz ve zihnimiz aşırı miktarda bilgi ve veri bombardımanının altında ezildiği için, bizim açımızdan hayati meseleleri, bizi insan yapan ilkeleri ve fikirleri de sıklıkla unutabiliyoruz. Gaflet derdi eskiler buna; öleceğini bilen tek canlı olarak ölümü sıklıkla unutmak da böyle bir şey. Öleceğimizi her an hatırlayabilsek, bu yaptıklarımızın hangisini yapmaya devam ederdik acaba? İki ucu keskin kılıç gibi bir nimet aslında unutmak...

Bu dünyadaki insanların en büyük imtihanı nedir?

Bence en büyük imtihan, insan olarak doğduktan sonra insan kalabilmektir. Zira insandaki gizli potansiyel, onu en yükseklerle en alçak noktalara kadar taşıyabilecek bir güce sahip. Bu gücü doğru kullanmak, bilgelik istiyor, sormak ve öğrenmek istiyor, sürekli havada durmak zorunda olan bir kuş gibi kanat çırpmayı, çabalamayı gerektiriyor. Bu nedenle en zor imtihan, ama öte yandan, basit kuralları anlaşıldığında ve hatırlandığında en kolay imtihan da bu.

Hatırlamak da bir hastalık

İnsan beyni unutmaya mı, hatırlamaya mı programlı?

Hatırlayabilmek için unutmaya programlı. Her şeyi unutmak bir hastalık olduğu gibi, hiçbir şeyi unutmamak da bir hastalıktır. Bu tip durumlarda insanın öğrenme yeteneği engelleniyor. Gerekli her şeyi hatırlayan bir zihine sahip olduğunuzda, milyonlarca kitabı sabit sürücüsünde tutan bir bilgisayardan farkınız kalmıyor. Aradığınızda belki bazı kayıtlı bilgilere diğer insanlara göre daha hızlı ulaşabiliyorsunuz; ama aynen bir bilgisayar gibi, bunlar arasında bağlantılar kurup yeni fikir ve düşünceler oluşturamaz hale geliyorsunuz. Bu nedenle unutmak, temel programın bir parçası.

İnanç beyinde ne kadar etkili?

İnsan beyni, ihmal edilemez bir etkiye sahip. Zira bizim beynimiz basit bir bilgi işlem cihazı olmadığından, aynı zamanda deneyimlediği tüm olaylara bir anlam vermek de istiyor. Bu anlam arayışı, inancın da özünü oluşturan en büyük etken. İnanç, zihnimize kavramsal bir çerçeve sağlayarak, bilinemeyenler de dahil olmak üzere, tüm evrenimize bir anlam verebilmemizi mümkün kılıyor. Çoğu zaman dinlediğimizi anlayamamamız veya hatırlamamız gerekenleri unutmamızın en önemli nedeni aslında yanlış ve boş inançlarımız.

İnsan kendinden özürdilemeli mi?

Elbette. Ben özellikle ‘tövbe’ dediğimiz konuyu böyle anlıyorum. Kendinizden özür dilemeden, kendinizi affetmeden, başkalarını da affedemiyorsunuz. Kendinizden özür dilemediğinizde, hatanızı göremez hale geliyor ve dikkatinizi hep diğerlerinin hatalarına vermeye başlıyorsunuz ki bu da insani gelişimin önünü tıkayan en önemli faktör.

İnanç ve dini duygular kullanılarak 15 Temmuz’da Türkiye büyük bir felaketin eşiğine girdi. Bunun altındaki sebepler nelerdir?

Sebepler muhtelif, ama anlatılabilir. Bence en önemlisi, ‘kendi aklımızı kullanma zahmetine girmek yerine peşinden gidebileceğimiz kurtarıcılar fikrine alıştırılmamız’ diye düşünüyorum. Nasıl ki Süpermen gibi bir çizgi roman karakteri çocuklara umut olabiliyorsa, günahsız, hatasız, önder ve lider görülen bazı insanların varlığı da çocukça inanmaya alıştırılmış zihinler için önemli bir sığınak ve umut kaynağı. İnsanlarımızı bu garip gelenekten, bu kolaycı inanç anlayışdan kurtarmadan, bu tip tehlikelerin sonu gelmeyecek. İnançlar sadece insan içindir ve her insan yapıp ettiklerinden bireysel olarak sorumludur. Hiç birimiz saf ve günahsız değiliz. Bu nedenle bir başka insana bu kadar güven duymak, bir topluluğun akışı içinde kurtulabileceğini sanmak, maalesef çocukça ve geleneksel olarak arızalı bir inanç sisteminin ürünü. Falanca topluluğu isyankâr grubu susturmakla ya da etkisizleştirmekle uğraşırken, bunu besleyen o fikri bataklığı da kurutmalıyız. Bence bunun en önemli silahı meraktır. Dünyayı merak eden insanlar arttıkça, saçmalıklara bel bağlayanlarımız azalacaktır.                                                                               

Kitabınızda dünya denen ‘ara yüz’den de bahsediyorsunuz...

Algıladığımız dünyanın ne derece gerçek olduğunu bilmeyince, etrafımızda ve kafamızın içinde olup bitenleri bazen gereğinden fazla ciddiye alıyoruz. Ben de bunun için özellikle insanlara oldukça çarpıcı gelen, dış dünyanın aslında kafamızın içinde şekillendirilmiş, gerçeklikten oldukça uzak bir temsil olduğunu anlatmayı severim. Bu teoriye göre, gördüğümüz, duyduğumuz, tattığımız, kokladığımız yahut temas ettiğimiz her şey, beynimizde, aynı bir bilgisayarın masaüstü arayüzü gibi üretilen bir gerçeklik içinde algılanıyor. Nasıl ki bilgisayarımızın masaüstünde bulunan yeşil renkli bir dosya simgesi, gerçekten de bilgisayarın içinde ‘yeşil renkli bir dosya’ olduğu anlamına gelmiyorsa, dış dünya da aslında böyle bir temsil. Hele ki aşık olduğunuzda mesela! Akarsular bile şarkı söylüyormuş gibi gelir size. İşte arayüz böyle bir şey ve bana sorarsanız bu dünya yalan; çünkü gerçekten de sadece çok detaylı, çok şatafatlı ve geçici bir arayüz...

Digital dünyanın nimetlerine hazır değiliz

Beynimizin 100 binlerce yıldır başarıyla yürüttüğü bazı işleri hemen hepsini ya bilgisayarlar yapıyor ya da bu işlevlerle aramızda bir şekilde dijital cihazlar var. Navigasyon yazılımları mekansal algımızı bozuyor, mobil iletişim cihazları bizi daha da yalnızlaştırıyor, cihazlarımızın internet kapasitesi arttıkça hafızamız zayıflıyor. Çünkü kullanılmayan işlevler biyolojide körelir.  En fazla 150-200 kişiyi tanımaya ayarlı beynimiz, bu gün binlerce insanla baş etmeye çalışıyor. Bütün bunlar, beynimizin bilinçli kısımlarını kısa sürede felce uğratarak, bizim dürtüsel beynimizin kontrolü ele almasına ve bu yeni dijital oyun alanlarının bağımlısı olmasına neden oluyor. Elbette tüm etkiler bu kadar olumsuz değil; mesela bilgisayar oyunu oynayan cerrahların ameliyatlarda daha az hata yaptıkları, Google’a fazla başvuran kişilerin beyinlerinin daha farklı ve verimli çalıştığı, internetin görsel imkânları ile yepyeni öğrenme yollarının ortaya çıktığı gibi gerçekler de var.

- Tövbe etmek insanın kendi kendinden özür dilemesidir. Kendinizi affetmezseniz başkalarını da affedemiyorsunuz.

- Düşündüğümüz. gördüğümüz, temas ettiğimiz tattığımız, kokladığımız her şey beynimizde ayrı bir bilgisayarın masaüstü arayüzü gibi üretilen bir gerçeklik içinde algılanıyor.

- Gaflet derdi eskiler buna, öleceğini bilen tek canlı olarak ölümü sıklıkla unutuyoruz. Öleceğimizi her an hatırlaya-bilsek bu yaptıklarımızın hangisini yapmaya devam ederdik?

KENDİNİZE GÜNDE BEŞ DAKİKA AYIRIN

Çağımızın şehirli insanının en temel sorunu kuşkusuz zihin yorgunluğu ve kafa karışıklığı. Bu çok normal; çünkü kendi aklımıza göre doğadaki düzenden kopuk olarak kurduğumuz; yüz binlerce yıllık ayarlarımızla hiç uyumlu olmayan suni bir çevrede yaşamak zorundayız. Bu işkencenin çözümü farkındalık adıyla son zamanlarda meşhur olan deneyim konusunda ustalaşmak. Farkındalık, aslında meditasyon ve yoga gibi, hatta tüm dinlerdeki ibadetler gibi ritüellerin ortak amacıdır aslında. Sizin günlük tantanalardan uzaklaşmanızı, zihninizi dinginleştirmenizi ve onu bir süreliğine de olsa boşaltabilmenizi sağlar. Örneğin günde sadece beş dakika, ağır ağır nefes alıp vererek ve sadece nefesinize odaklanarak bunu başarabilirsiniz.