Kültürel kalkınma için topyekûn harekât şart!
ABONE OL

Kültür adamı kimliğiyle sahada sorunları yerinde tespit eden, bürokrat kimliği ile devletin sorumluluk ve yetkilerini bilerek buna göre çözümler üreten bir isim Prof. Haluk Dursun. Yeni dönemde Kültür ve Turizm Bakanı yardımcısı olarak göreve başlayan Dursun, topyekûn kültürel kalkınmamızı sağlayacak bir plan ve harekât içerisinde olmamız gerektiğine dikkat çekiyor. Dursun’la kültürel hayata dair sorunlarımızı ve çözüm yollarını konuştuk.

Ülke başkanlık sistemine geçerken kültür konusunda da yeni bir adım bekleniyordu. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yine aynı çatı altında çalışmalarına devam ediyor. ‘Kültür sanat ikinci planda mı kaldı?’ endişeleri var. Siz nasıl görüyorsunuz bu durumu? 

Bilakis Kültür Bakanlığı’nı güçlendirdik, kültürel işler yapan diğer kurumlarla tahkim ettik. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kültür kısmındaki ağırlığı artırdık. Şimdi de buna uygun çalışıyoruz.

Yapısal olarak bazı değişiklikler yaşandı sanırım Bakanlık bünyesinde. 

Kültürün yoğun olması gereken kurumlar var. Bunlardan bir tanesi Yunus Emre Enstitüsü. Sonuçta Türk kültürünün dışarıda tanıtılmasından sorumlu olan bir müessese. Yunus Emre daha önceden de kısmi olarak iç içeydi Kültür Bakanlığı ile. Şimdi kurum olarak beraber hale geldi. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar; diaspora diyorlar ben gönül coğrafyası diyorum. Bu gönül coğrafyamızdaki insanların da kültürel yapılanmalarından ve kültürlerini korumalarından biz sorumluyuz Kültür Bakanlığı olarak. Vakıflar sadece bir inşaat, imar, inşa, ihya kurumu değil. Bütün bir vakfın temelinde manevi bir kültürel kaygı var. 

Kültürel hafızayı canlı tutuyor vakıflar aynı zamanda.

Tabii, eserleri yapan da o kaygı ile yapmış zaten. Biz onların binalarını devam ettireceğiz, maddi tarafını koruyacağız ama bir tarafında da onun manevi ve kültürel tarafı var. Şimdi o da Kültür Bakanlığı’nın görev alanı içerisine geldi. TİKA da Yurtdışı Türkler, Yunus Emre gibi gönül coğrafyamızda, gözü kulağı bizde olan, bizden himmet ve hizmet bekleyen topraklarda çalışan bir kurum. Dolayısıyla bunun da Kültür Bakanlığı’nda olmasında büyük fayda vardı. Yani eskiden beri var olan kurumları da ekleyerek Kültür Bakanlığı biraz daha teçhizatını ve aletlerini çoğaltmış oldu. 

Devletin kültür üreten değil, üretimi destekleyen konumda olması gerektiğine dair bir yaklaşım var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Kültür adamı olarak söylüyorum; devletin bize yol açtığını göreceğiz, bize yol verdiğini göreceğiz, önümüzü kesmeyecek. Çıkmaz sokaklara bizi sürüklemeyecek. Devletin zor durumda kaldığımız, sıkıştığımız noktalarda bize yardımcı olacağını bileceğiz. Ama tahdit edici, köreltici, mahrum ve muhtaç bırakıcı bir halde olmayacak. Burada bir sıkıntı yok. Bana göre temel sıkıntı Türkiye’nin eğitim ve kültür politikalarının bu kurumlara yeteri kadar yetişmiş eleman çıkaramamasında. Bunun için hep söylüyorum; kültürün tek başına bir şey ifade edebilmesi çok zor. Mutlaka Milli Eğitim’in, gençliğin ve ailenin de beraber olması lazım. Şimdi biz Topkapı Sarayı’nda konuşuyoruz, on tane daha Topkapı yapalım. Sonuçta buraya gelecek olan bizim toplumumuz. Onlara müzeye gitme, müzeden faydalanma, etkilenme duygusunu vermezsek, kütüphane yapalım, kütüphanenin kıymetini ifade edemezsek, kitap basalım, o kitap okunmazsa eğer bir şey ifade etmez. Topyekûn toplumsal kültürel kalkınmamızı sağlayacak bir plan ve harekât içerisinde olmamız lazım. Buna kim karşı çıkar? Kim buna herhangi bir şekilde katkı verecekse devlet verecekse bazen devletin vermesi lazım. 

Kültür Şurası’nda kapsamlı bir harekât planı hazırlanmıştı... 

Milli Kültür Şurası’nda Milli Kültür Politikaları Komisyonu başkanıydım. Kalkınma Bakanlığı’nın 5 yıllık kalkınma planında yine Milli Kültür Politikalarının Komisyon Başkanı olarak görev aldım. Kendimi bunun muhatabı olarak görüyorum. Bunun için de göreve geldiğim günden itibaren ‘ne düşünmüştük, ne yazmıştık, anayasamız olarak, yol haritamız olarak masamızda olmalı’ dedik. Benim masamda o var. Sonra bunu 100’er günlük planlar halinde nasıl uygularız şeklinde bir hareket planı belirledik. Bunun icrasında etkili olabilecek hangi kurumlar varsa onlarla birlikte hareket edilecek. Türkiye’nin milli kültür politikası tek başına Kültür Bakanlığı’na bırakılacak bir iş değildir. Hem sivil toplum hem de Milli Eğitim, Diyanet, Gençlik Bakanlığı gibi paydaşlar bir arada çalışacak.

Çatalhöyük gibi Göbeklitepe de UNESCO listesinde yer alıyor artık. Farkında mıyız bu değerlerimizin? 

Çatalhöyük’ün UNESCO’da olduğunu kaç kişi hatırlıyor? Herkese soruyorum. Çatalhöyük nerede, gittiniz mi? Bazı şeyler var ki bu bakanlıklarla, politikalarla ilgili bir şey değil. Şimdi Göbeklitepe’yi konuşuyoruz. Ama 17 tane ören yerimiz daha var bu kıymette. Çatalhöyük bunlardan bir tanesi. Bunu kim gördü? Boğazköy’ü, Hattuşaş’ı kim gördü? Bunlara gereken önemi, ehemmiyeti, ilgiyi, himayeyi, tanıtımı verebiliyor muyuz? Bunların nasıl yönetileceği, nasıl hizmete gireceği konusunda ne noktadayız? Bir toplumda özel sektör kültüre ne kadar yatırım yapıyorsa kültürel gelişmişlik düzeyi de onunla orantılıdır. Bazı ülkeler geçmiş mirasına sahip çıkarken kültüre yatırdıkları kapital de geleceğe doğru artarak gelmiş. 

Bir insan zenginse ne denir ona? Paran kadar konuş derler değil mi? Ben bunu başka bir şeye çeviriyorum. Koleksiyonersen koleksiyonun kadar konuş, kitapçıysan kütüphanen kadar konuş. Osmanlı döneminde bir evde ne kadar el yazması eser var. Ona bakılırmış. Şimdi kitap olarak bakalım. Kıymetli eser, resim ya da hat olarak bakalım. Dolayısıyla Türk sermaye sahipleri ne kadar müze yaptı? Bunu herkes kendi mahallesinde sorsun. Nesillerin kültürel gelişimini destekleyecek ne yaptık, ne yapılıyor ki bunlardan bir sonuç bekliyoruz?

Topkapı Sarayı’nın yönetiminde de bulundunuz bir dönem. Müzeye ve müzecilik anlayışına bakışınızı sorsam...

Topkapı Sarayı’nı sadece bir müze olarak değil bir kültürün yansıması ve gelecek kuşaklara anlatma mekanı olarak görmek gerekir. Eğitim içinde buranın altını çizmek lazım. Biz müzeleri eğitimde fazla kullanamıyoruz. Topkapı Sarayı, milli kültür ve milli tarih eğitiminde çok önemli bir mekandır. Bir hayat tarzı ve yaşama uslûbu olan bir mekandır. İnsanlar buraya sadece obje ya da bir eşya görmeye gelirlerse yanılırlar. Burası bir kültür ve medeniyetin vitrinidir. Burada mümkün olduğu kadar bunu göstermek lazımdır. 

KENDİMİZİ ANLATMAK İÇİN YUMUŞAK GÜÇ: YUNUS EMRE ENSTİTÜSÜ 

Yunus Emre Enstitüsü ortaya çıkışından bugüne kadar ne yapmış ona bakıyoruz. Muhasebesini yapalım. İkincisi Yunus Emre’nin stratejik bir eylem planı var mı? En önemli şeylerden bir tanesi bu. 49 ülkede 57 tane şubesi var. Stratejik eylem planını yeni baştan ortaya koymak gerekiyor. Kuruluş amacı sadece dil öğretmek midir, başka ülkelerin yapmış olduğu gibi kültür taşıyıcı bir unsur mudur? Dil öğretiyorsak gerçekten dil öğretebiliyor muyuz, öğretebildik mi? Onun değerlendirmesini yapmak lazım. Bir yumuşak güç olarak dışarıda kendi kültürümüzü başka toplumlara aktarabiliyor muyuz? Hele şu dönemde sıkıştırılmaya çalışılan ve bir şekilde arkadan vurulmaya çalışılan devletimizle ilgili olumlu bir algı oluşturma konusunda Yunus Emre’lerden nasıl yararlanabilir? Tüm bunlar üzerine kafa yoruyoruz, gece gündüz çalışıyoruz.

MİLLET KIRAATHANESİ KÜLTÜR AKTARIMINA VESİLE OLACAK

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok önemsediği bir proje de Millet Kıraathanesi. Bu proje ile murad edilen nedir?

Kitabın tekrar insanlarımızın hayatında bir yer işgal etmesi ve kitapların korunduğu yer olan kütüphanelerin bu işte önemli bir merkez oluşturması diyebiliriz. Millet Kıraathaneleri’nin sayısını 100 günde 30’a kadar çıkaracağız. Her hafta gidip takip ediyoruz. Kimler geliyor, hedef kitlemize ulaşabiliyor muyuz, insanlar bu mekanlara ne yapmaya geliyorlar, hizmet ne kadar yerine ulaşıyor, ona bakıyorum. Burada amaç; kitabı seven, kitaba ulaşmak isteyen, okumak isteyen kişiyi kütüphane veya dışında da kitapla buluşturmak, Marmara Kıraathanesi’ndeki gibi bir sohbet ve kültürel aktarım ortamına, eğitim birimine dönüştürmek.