Geçmiþe özlem en evrensel duygulardan biri. Yani nostalji... Nostalji, antik Yunanca’da eve/vatana dönüþ anlamýna gelen nostos ve acý anlamýna gelen alji kelimelerinden türemiþ. Demek geçmiþ, acý ile anýlan bir yer. ‘Þu an/þimdi’ içerisinde evimizden uzaðýz, geçmiþi andýðýmýzda, iç çekerek evimize/vatanýmýza dönmüþ oluyoruz.
Nostalji, bir anýlarýmýzdan, bir de idealize edilmiþ ortak/kolektif/kültürel geçmiþten oluþuyor. Anýlarýmýz elbette olabildiðince özneldir: Daha zengin (veya fakir ama mutlu), daha saðlýklý, daha yakýþýklý (veya güzel) günlerimizi/yýllarýmýzý anar dururuz. Düþünürlerin, sosyologlarýn ‘kültürel geçmiþ’ dedikleri diðer boyut ise o kadar nesneldir ki hikayemize ait bile olmayabilir: Bir müzeyi gezerken “o zamanlar da ne güzelmiþ” dersiniz ya da tarih okurken belli bir dönemin parçasý olmak istersiniz.
***
Sanat için güçlü bir malzeme olmasýna veya sokaktaki herhangi biri için tuhaf bir tat barýndýrmasýna raðmen, nostalji ‘siyaset üretenlerin’ sevmediði bir iþtir. Bu nedenle siyaset, konjonktüre hâkim olabilmek adýna, özellikle ortak (yani kültürel) geçmiþi denetim altýna almak ve yeniden yorumlamak durumundadýr: Büyük reformlarýn devrimlerin gerçekleþtiði dönemlerde, üst yapýnýn ortak geçmiþi varoluþunun meþruiyeti için kötülemesi âdettendir. Sözgelimi Lenin, çarlarý övseydi, 1917 Devrimi’nin bir anlamý olur muydu? Kapitalizmi doðuran püriten ahlak ve ‘aydýnlanmacýlýk’, Avrupa’da Katolik papalarýn kontrolü elde tuttuðu ortaçaða ‘karanlýk’ adýný vermemiþ miydi? Bugün Roma tarihi ile ilgili bir çalýþma yapacak olursanýz, kaynaklarýn çoðunluðu (yaklaþýk yüzde 90’ý) Hristiyanlýk dönemine aittir, çünkü 4. yüzyýl sonrasýnda ‘Pagan geçmiþ’ itinayla silinmiþtir.
Tabii bunlarla beraber, ‘ortak anýlarý silen’ bir devrim sürecini takip eden dönemde olsa bile siyaset bir geçmiþ edinmek de zorundadýr. Yani, gelecek inþa edilirken referans alýnan o altýn çað… ‘Ýlericiliðin kurtuluþu’ bile geçmiþin geçmiþindedir: Marksizm, neolitik devrim öncesini ‘ilkel komünizm’ olarak adlandýrýr ve överdi.
***
Gelelim bize: Oðuz Atay, tarih için, “… bir rüyadýr, kim nasýl yorumlarsa” tanýmýný yapýyor. Aslýnda herkesin uzlaþtýðý bir ‘ortak tarih’ yok, kim nasýl yorumlar, referansý nerede bulursa. Bu elbette ‘kültürel nostalji’ eðilimlerine de yansýyor: “Türklerin altýn çaðý hangi dönemdir?” diye sorduðunuzda, onlarca farklý cevap alacaðýnýz kesin. Dolayýsýyla her (farklý görüþ) siyaset kendine ait bir geçmiþ ediniyor ve ‘ötekinin geçmiþini’ denetim altýna alma peþine düþüyor. Kaçýnýlmaz olarak Cumhuriyetin kurulduðu yýllarda da bir yandan “Dört nala gelip uzak Asya’dan…” denirken, diðer yandan Osmanlý kurumlarý tasfiye ediliyordu.
Bugün yaþanan (ve anlaþýlan uzun süre daha yaþanmaya devam edecek) Öðrenci Andý tartýþmasýný sýð inatlaþmalarýn ötesinde, ‘Öðrenci Andý’ndaki Türkler bildiðimiz Türkler midir?’, ‘Öðrenci Andý’nda bahsedilen Türklerin geçmiþi neresidir?’ ve ‘Öðrenci Andý’ný ortaya çýkaran konjonktür hangi dönemi altýn çað olarak tespit etmiþtir?’ gibi soru(n)larýn baðlamýnda ele almak gerektiðini düþünüyorum. Çünkü Öðrenci Andý adlý ‘ürünün’, tek boyutta deðerlendirilebilecek basit bir yemin metni olduðunu düþünenler yanýlýr.
***
Öðrenci Andý metninin müellifi Dr. Reþit Galip’tir. ‘Reþit Galip kimdir? Tezleri nelerdir?’ sorularýnýn cevabý da yaklaþýmýmýzý belirlemekte yardýmcý olacaktýr. Uzun uzadýya tekrar etmeye gerek yok. Deðerli tarihçi-yazar Koray Þerbetçi’nin 27 Ekim 2018 tarihli Star Açýk Görüþ’te yayýmlanan yazýsýndan alýntýlýyorum: “(Cumhuriyet’in ilk yýllarýnda Milli Eðitim Bakaný olarak öne çýkan Reþit Galip’in) Türk’ü Asya Hunlarýndan Anadolu’daki Selçuklu ve Osmanlý’ya kadar uzanan büyük bir kültürel mirasa sahip tarihî ve gerçek Türk deðildi. Onun Türk’ü, Maarif Vekâleti komisyonunca türetilen kelimeleri kullanan, Alpin ýrkýndan, kafatasý brakisefal, ecdadý olarak Hitit ve Sümerlileri bilen, Parisli gibi yaþayan yapay ve muhayyel (hayal gücü ürünü) bir Türk’tü.”
Görünen o ki Reþit Galip’in ‘muhayyel Türk’ü, önceki satýrlarda bahsettiðim ‘nostaljiyi kontrol altýna alma/yeni bir geçmiþ üretme’ çabasýnýn olmazsa olmaz bir ürünüydü. Selçuklu ve Osmanlý’ya kadar uzanan büyük bir kültürel mirasa sahip tarihî ve gerçek Türk deðil; Maarif Vekâleti komisyonunca türetilen kelimeleri kullanan, Alpin ýrkýndan, kafatasý brakisefal, ecdadý olarak Hitit ve Sümerlileri bilen, Parisli gibi yaþayan yapay bir Türk. Herhalde buradaki Altýn Çað/geçmiþin geçmiþi de Hititler ve Sümerler oluyor.
1932 yýlýnda ezaný Arapça’dan Türkçe’ye çeviren isim de Öðrenci Andý’nýn müellifi Reþit Galip olmuþtur. Eh, ‘kökü Sümerlere dayanan ve Parisli gibi yaþayan’ bu Türk, minarelerden Osmanlýlar veya Selçuklular gibi ‘Allah-u Ekber’ dedirtecek deðil! O, ‘Tanrý uludur’ dedirtir. Öðrenci Andý tartýþmasýnýn bugün CHP vekili Öztürk Yýlmaz marifetiyle ‘Türkçe ezan’ gündemine doðru evirilmesi az evvel ifade ettiðim gibi konuyu tek boyutlu olarak ele alamayacaðýmýzý da gösterir.
***
Arapça ezanýn bir ‘bozulma’ veya ‘Türklüðü yitirme emaresi’ olduðunu düþünenler elbette yanýlýyor. Türkçe ezan olmaz, ama bunun nedeni ‘Araplýk, yetersiz Türklük vs’ deðildir. Farklý dillerde ezan, Ýslam’ýn ‘mümin’e emrettikleri ile terstir. Ýslam, teblið edilmesi gereken bir dindir. Taraflý ya da tarafsýz meseleyi deðerlendirin fark etmez: Ulus üstü bir bakýþla hangi ýrktan olursa olsun Müslümanlarý kardeþ kýlar. Teblið edilmesi ve ortak bir deðer olarak yaþamasý gerektiðinden belirlenmiþ (ki bu Arapçadýr) bir ibadet diline sahip olmasý doðaldýr. Daha doðrusu, öyle olmasý gerekir.
Ýslam teblið ve gaza da emrettiðinden Türklerde kentlileþme ile de bire bir ilgilidir. Artýk ulusal bir dini olan (Gök Tengri) içine kapalý bir toplum olmanýz yetmez. Ticareti geliþmiþ, kültürel etkileþimin güçlü olduðu yaþam alanlarý da oluþturmak zorundasýnýz. Evvelinden denemeler olsa da ilk güçlü (týrnak içinde, kurumsal) örnekleri Karahanlýlar’dadýr. Selçuklu kentlerinde görülen hayranlýk uyandýran taþ yapýlarýn ilk örneklerine Karahanlýlar’da rastlanýr. Demek Ýslam, Türklerin imza atacaðý medeniyete (Türklerin ‘emperyal’ iddialara sahip olmasýna) bire bir tesir ediyor. Yerleþik düzenin olmazsa olmazý medreseler ve kervansaraylar inþa ediliyor. ‘Ulusal din’ de herhalde Galip’in ‘muhayyel Türküne’ ait bir özlem olsa gerek.