Olimpiyatlarda Hitler’i reddettim
ABONE OL

Evin hanımefendisinin doğum günü için, boğazın en güzel yalılarından birisinin kapısındayız. Erguvan, sakız ve defneyle sarılı sekiz dönüm bahçesinin önünden geçip, iki asırdır tanıklık ettiği sayısız hatırayla küllenmiş Kırmızı Yalı’nın zilini çaldığımızda, bizi yıllardır aynı evde çalışan  yardımcıları karşılıyor: “Halet Çambel’in 97’inci yaşgünü kutlaması için geldik”...

97 YILLIK BİR ÖMRÜN SIRRI

Merdivenlerinden çıkarken boyaları dökülen duvarlar ve avizelerinde eski bir imparatorluğun havasını, tablolarındaysa genç bir cumhuriyetin aydınlarının, siyasetçi ve sanatçılarının heyecanını soluyorsunuz bu yalıda. İkinci katta bizi karşılayan masanın etrafında kimler yok ki! En başta Türkiye’nin dünya çapındaki arkeoloğu, Hitit uzmanı ve ilk kadın olimpiyat sporcu Halet Çambel, çevresinde ‘Çiçek’ Arif Keskiner, yazar-psikolog Gündüz Vassaf, Nazım Hikmet araştırmacısı ve mimar M. Melih Güneş, arkeolog Revza Özil, antropolog Fatma Artunkal, yazar Duygu Arısan Günay, ‘Kanocu’ eğitmen Gencer Emiroğlu, Halil Çelikkıran. Bu sırada davete gelenler ve giden pek çok ünlü isim... Kutlamanın fotoğraflarınıysa ‘Üstat’ Reha Günay çekiyor. Arif Keskiner sonbaharda çıkacak olan ve Bin bir Renk Bin bir Çiçek olması düşünülen Yaşar Kemal’in 60 yıllık anılarının yer aldığı kitaptan son derece keyifli notlar aktarıyor. Gündüz Vassaf ise Halet Çambel’e yazdığı şiiri okuyor. İki doğum günü pastası kesiliyor, birisinde ‘Dalyada da buluşalım’ arzusuyla tek bir mum, diğerinde her 10 yılın anısına 9 mum var. Alkışlar eşliğinde iki nefeste söndürüyor mumları, gözlerinde kolejli bir genç kızın neşesi, elindeyse aşermiş güzel bir anne adayıymışçasına lezzetle yediği pasta dilimleri. Doğal olarak, ilk sorumuz “Size 97 yaşınızda kahveli, çilekli dilim dilim pasta yedirten, gözlük kullanmadan kitap okutan yaşamın sırrı nedir?” oluyor. Bir mucizenin reçetesini bekler gibi hepimiz sessizce kulak kesiliyoruz ama kısa bir yanıt geliyor: “Spor, sağlıklı yaşam.”

NE DE OLSA ESKRİMCİ KIZ

Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın torunu, Osmanlı 1. Ordu 3. Alay Komutanı, büyükelçi ve milletvekili Hasan Cemil Çambel ve Ayşe Remziye Çambel’in üçüncü kızı, Ağa Han ödüllü mimar, şair Nail Çakırhan’ın eşi, Zekeriya Sertel’in deyimiyle “Türkiye’nin ilk hippisi”, Hitit Şehri’nin kaşifi ve hocaların hocası arkeolog Prof. Dr. Halet Çambel, tarih 1936’yı gösterirken Türkiye’yi Olimpiyat Oyunları’nda temsil eden ilk kadın sporcuydu. Onun bu başarıları tesadüf değildi. 1916’da Almanya’da doğmuş, 1924’te Türkiye’ye ilk kez geldiğinde İstanbul Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ni bitirmiş, 1935’de Fransız hükümeti bursuyla Sorbonne Üniversitesi’nde C. Picard ve M. Louis Delaporte gibi ünlü hocaların gözetiminde arkeoloji okumuş ve o sırada yüzmeden biniciliğe, atletizmden eskrime kadar neredeyse tüm spor dallarıyla ilgilenmişti. Zarif, güzel bir genç kızdı ama spor, onu pek çok ünlü erkekten daha güçlü yapmıştı. Tokalaştığı erkekler “Yahu ne kadar sert el sıkıyor” dediğinde “Ne de olsa o eskrimci” yanıtını alırlardı.

KIRMIZI YALI’NIN KONUKLARI

Aşık Veysel, Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Veli Kanık, Ruhi Su gibi nice ünlü ozan ve sanatçı vardı Kırmızı Yalı’nın misafirleri arasında. Orhan Veli’yle ilgili bir anısını duyunca, ister istemez sandallı gezintilerini anlattığı Dedikodu şiirini de düşünmeden edemiyor insan: “Gece yarısı ikide acı bir zil sesi, kapıda Orhan Veli ve avukat Fuat Över Keskinoğlu: ‘Fenerbahçe’ye gidiyoruz, kahvaltıya yetişiriz’. Onları o halde yalnız bırakmamak için fındık kabuğu bir botta dört kişi Fenerbahçe’ye gidiyoruz, kesin ölüm... Eşim Nail yüzme bilmezdi ama o kafayla sandalda ayağa fırlamayıp düşmelerini önlemeye çalışıyordu. Mehtaplı bir gecede Boğaz sularında şıkır şıkır seyrederken ‘Şemsi Paşa akıntısına kaptırdın mı Kumkale açıklarına sürüklenirsin, alabora olursan üç kişiyle nasıl baş edersin, felaket’ diye düşünüyorum.” Tamam, Boğaz’ı yüzerek geçiyordu ve iyi bir sporcuydu ama sandal devrilirse üç erkeği de o akıntıda boğulmaktan nasıl kurtaracaktı!

Peki ama onu kendi alanında Türkiye’nin dünya çapındaki isimlerinden biri yapan arkeoloji merakı nasıl başlamıştı? Genç bir kadını, 40’lı yıllardan itibaren yarım asrı aşkın süre Anadolu’nun çorak dağlarında eski medeniyetlerin izini aramaya iten şey ne olabilirdi? Kolejde fen derslerindeki başarısıyla dikkat çeken bir öğrenciyken neden eski eserlere, tarihe merak salmıştı? Bir lise öğretmeninin, güleryüzü ya da somurtkanlığıyla bir öğrencinin kaderiyle nasıl oynayabileceğine dair iyi bir örnekti sanırım yanıtı:

MİSS GÖRNİ’NİN ETKİSİ

“Arkeoloji olmasaydı, fiziği seçerdim. Çok ilginç bir bilim dalı. Kolejde çok iyi bir fizik dersi hocamız vardı. Ama o gitti ve yerine hiçbir şeyden anlamayan, kafasız bir fizikçi geldi. Sonra benim de kaderim değişti. Amerikalı bir sanat tarihi hocamız vardı, Miss Görni. O her hafta öğrencileri İstanbul’daki tarihi yerlere götürüp gezdirirdi. O hocanın etkisiyle bu alana merak duydum. Onu çok sevdim, arkeolojiyi seçmemde etkili oldu.”

İlk kazı çalışmasına, Fransa’da üniversite öğrencisiyken 1938’de Aslantepe’de L. Delaporte’un yanında başlamış ve II. Dünya Savaşı başlayınca oradaki akademik kariyerini bırakarak Türkiye’ye dönmek zorunda kalmıştı.1940 yılında Prof. Dr. H. Th. Bossert’in asistanı olarak girdiği ve 1984 yılında emekli olduğu İstanbul Üniversitesi’nde Prehistorya Kürsüsü’nü kuran Çambel, adeta Türkiye’de arkeoloji biliminin kilometre taşlarından oldu. En önemli çalışmalarından biri ise Hitit hiyerogliflerinin çözüldüğü yer olarak bilim tarihine geçen Karatepe-Aslantaş’ı keşfedip, neredeyse puzzle birleştirir gibi Türkiye’nin ilk yerinde arkeolojik müzesini yoktan var etmesiydi: “Yaz tatillerinde araziye çıkıyorduk. Arabamız bozulup Feke Dağı tarafında kaldık. Orada yaşayanlardan öğrendiğimiz bir aslan heykelini görmeye gidince, Aslantaş’ı bulduk. Baktık ki bir aslan heykeli değil, bir boğa ve yanında yatmış bir insan heykeli var. ‘Acaba başka bir şey mi var?’ diye düşünürken, iki farklı dilde yazı bulduk. İlk kez Hitit hiyeroglifi ve Fenike yazısı bir aradaydı. Eğer aynı döneme aitlerse bu çift dilli bir metindi ve Fenike dilini bildiğimiz için Hititçe’yi de çözmek mümkün olabilecekti. Prof. Dr. Bossert ve Doç. Dr. Bahadır Alkım başkanlığında kazılara başladık. Yazıtların çift dilli metin olmasının ispatlanması, Şampolyon’un Rosetta taşını okuyarak Mısır hiyerogliflerinin anlamını çözmesine benzetildi. 1951’de Bossert çalışmayı bırakınca, açılmış eserleri ortada bırakamayacağımız için çalışmalara ben devam ettim. Yıkık dökük, binlerce parça vardı ve ne aradığımı bile bilmiyordum. Bazen uykudan kalkıp parçaları birleştirdiğim de olurdu. O açık hava müzesi, yıllarca böyle parça birleştire birleştirere meydana geldi.”

SENEYE DE GELİN!

Halet Çambel, 1939 yılında tanıştığı dönemin gazeteci ve şairi, sonraki yılların ödüllü mimarı Nail Çakırhan ile ömür boyu hayat arkadaşlığı yapacaktı. Mina Urgan, yanında Abidin Dino, Necip Fazıl ve Nail Çakırhan ile Arnavutköy’deki evlerine gitmiş ve ilk kez orada tanışmışlardı. Doğum gününde ona ‘aşkı’ sorduğumda, yanıtı neşeli bir kahkaha oluyor. Ona dair Halet Çambel İle Buluşma, eşi Nail Çakırhan’a dair kitapları yazan ve Çambel’in amcası Memduh Ezine’ye ilişkin kitabın hazırlanmasını da sağlayan mimar Güneş, Gündüz Vassaf’a gönderme yaparak veriyor yanıtı:

“Halet Çambel hep aşık.” Bunca yıllık tecrübesinden süzdüğü ‘Hayatın anlamını’ sorduğumda ‘Biz neler gördük, kimleri tanıdık’ der gibi elini havada bir sallayıp, susuyor. Bir insan, dostlar arasında neşe içinde 97. yaşgününü kutlayabilmek için nasıl bir hayat sürmeli? Sanki hepsinin yanıtı, Halet Çambel’de saklı. Çambel, yıllarını geçirdiği ana yadigarı Kırmızı Yalı’yı, Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışladı. Artık Tarihi Halet Çambel Yalısı Araştırma Merkezi’nde yaşayan Halet Çambel, hakkında kitaplar dolusu öykü var belki ama son cümle belki onun yaşam sevgisini anlatır gibi: “Seneye de gelin!”

‘Sen hiç dönme’

Halet Çambel  yurtdışında da çok sayıda kazıya katılmış, sayısız devlet nişanı olan bilim dünyasının önemli isimlerinden biri. Ama o sadece bilim insanı olarak değil, sporcu olarak da tarihe geçmiş bir isim. Fransa Sorbonne Üniversitesi’nde öğrenciyken 1936 yılında Berlin’de düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nda Türkiye’yi temsil eden ilk kadın sporcu olmuş ve Olimpiyatları bir propaganda aracına dönüştüren Hitler ile görüşmeyi reddederek de siyaset tarihine geçmişti.

Arnavutköy Kız Koleji’nde okurken eskrime merak salan Halet Çambel, Beşiktaş Eskrim Kulübü’nde de eğitim almıştı. Ve Fransa’dan tatili için Türkiye’ye dönmeye hazırlanırken hocalarından haber gelmişti: “Sen İstanbul’a hiç gelme, Budapeşte’ye geç. Berlin’de Olimpiyatlara katılıyorsun.”

Budapeşte’de kamp yapan Türk Olimpiyat Takımı’nda iki kadın sporcu vardı: Sorbonne Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencisi Halet Çambel ve Güreş Federasyonu Başkanı Ahmet Fetgeri’nin kızı Suat Aşeni Fetgeri. Madalya alamasalar da Türkiye’yi Olimpiyatlar’da başarıyla temsil ettiler. O sırada, Hitler’le görüşmeyi de reddedeceklerdi:

-Olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcu olmak nasıl bir duyguydu?

Nefisti.

-Hitler ile görüştürülmeniz istenmiş ama siz reddetmişsiniz.  Neden?

Olacak şey değildi, Hitler’e karşıydım. Hitler bizimle görüşmek istedi ama bu mümkün değildi. O zamandan faşistliği belliydi, o yüzden kabul etmedim görüşmeyi.

-Görüşme teklifi kimin aracılığıyla, nasıl gelmişti?

Koçumuz bir Alman’dı. ‘Sizi Hitler’le tanıştıracağım’ dedi. Biz de reddettik.

-Bu kişisel bir karar mıydı yoksa Türk Takımı’nın ortak bir kararı mı?

Kişisel bir karardı, ben istemedim.

-Görüşmeyi kabul etmediğiniz için Almanlar’dan bir tepki aldınız mı?

Hayır.

-Bu kararınız, sonraki günlerde Türkiye’de nasıl yankılandı?

Bilemiyorum, Olimpiyatlar sonrası Sorbonne’a ve kazılara geri döndüm.