Nasýl bir anlayýþ ve taþkýn bir gönlün sesidir ki o, insanlarýn çoðuna korkutucu gelen eceli özlemle beklesin. Ýman etmiþlere bile zor gelen dünyayý terk, umrunda olmasýn. Ve ölümün geliþini mutlulukla karþýlasýn, ölümü sevgiliye kavuþma diye anlasýn, anlatsýn ve ona “Þeb-i Arûs” desin.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin 7 Aralýk’ta baþlayan 745. Vuslat yýldönümü anma programlarý 17 Aralýk’a kadar devam edecek. Hz. Mevlana’nýn “Selam denizi coþtuðunda, gönüllerden kini giderir” deyiþine atýfla “Selam Vakti” baþlýðý altýnda düzenlenen sohbet, konser ve ayini-i þeriflere ilgi hemen her yýl olduðu gibi bu yýl da çok büyük. Dünden bugüne, doðudan batýya takipçileri, yaklaþýk sekiz yüz yýl sonra belki de hayatý, ölümü ve varlýðý O’nun gözünden anlama çabasý ile Hz. Pîr’in kabri baþýnda buluþuyor. Bu sene o buluþma için yola çýkanlardan biri olmak varmýþ nasipte. ‘Turizm’ deðil hikmet için gidince Selam Vakti’nde söylenenleri de sizler için kaydettim.
Mevlâna Celâleddin Rûmi’nin 22. Kuþaktan torunu Esin Çelebi Bayru “Mevlevilik bir felsefe deðil, manevi yolculuk.” diyor. Sema etmenin bir zikir þekli olduðuna dikkat çeken Bayru, mana anlaþýlmazsa ve icra edenler sadece iþ olarak görürse, meydandaki hâlin sema deðil, dönmek olacaðýný söylüyor. Ve devam ediyor:
“Þeb-i Arus Hz. Mevlana’nýn Hakk’a yürüdüðü, Allah’a kavuþtuðu gündür. ‘Üzülmeyin, ben Sevgiliye gidiyorum’ diyor. Ölüm bir yok oluþ deðil, maddi hayattan manevi hayata geçiþtir. Bundan korkulmamasý gerek. Yok olduðunu düþündüðümüz beden, topraktan gelip, topraða dönüyor. Þeb-i Arus’ta bütün Mevlevihanelerde akþam vakti Kur’an-ý Kerim okunup, semâ ayini yapýlýrmýþ. 1925 tarihli Tekke ve Zaviye Kanunu ile bütün diðer tekke ve zaviyeler gibi Mevlevihaneler de kapatýlmýþ. Sonra 1940’lý yýllarda Hz. Mevlana’nýn Hakk’a yürüdüðü gün olan 17 Aralýk’ta önce konferanslarla anmaya baþlamýþlar. Sonra tasavvuf müziði konserleri ilave edilmiþ. 1950’lerde devlet tarafýndan semâ ayinine izin verilmiþ fakat dini ritüel tarafý daha hafif tutulsun istenmiþ.
Bugün ise yalnýz Türkiye’den deðil, dünyanýn her köþesinden insanlar koþa koþa gelip, özellikle Konya’da yapýlan anma törenlerine katýlýyorlar. Hz. Mevlana sadece Konya’da deðil, dünyanýn her yerinde anýlýyor.”
“GEL demek baþka DÖN GEL demek bambaþka...”
Þeb-i Arus programlarý içindeki Ayin-i Þerif’ten evvel kürsüye gelen mutasavvýf-yazar Ömer Tuðrul Ýnançer, Hz. Mevlânâ’nýn çaðrýsýnýn doðru anlaþýlmasý gerektiðini söylüyor. Ona kulak verdiðimizde popüler hâle getirilmeye çalýþýlan ile hakiki Mevlânâ arasýndaki fark da daha net idrak ediliyor:
“Bâzâ diye baþlayan –ki Hz. Pîr’e deðil, ondan çok önce yaþamýþ olan Ebû Said Ebu’l-Hayr’a aittir.- o rubaideki ‘Bâzâ’ kelimesinin ‘gel’ demek olmadýðýný öðretemedik. ‘Gel’ baþka bir þeydir, ‘dön gel’ baþka bir þeydir. Çünkü ‘sen fýtrat-ý Ýslam üzere yaratýldýn, sonra nefsinin tesiri ile yoldan çýktýn; tövbeni bozan oldun, ne olursan ol. Allah’ýn rahmetinden ümit kesilmez. Tövbe kapýsý kapanmaz. Aslýna dön gel.’ deniliyor orada. Eðer uzaktakini çaðýrmak manasýna gelseydi, ‘biyâ’ denirdi. Ýngilizce’deki ‘come’ gibi. ‘Come’ baþka ‘return’ baþka. Türkçe’de de gel baþka, dön gel baþka. Aynen bunlarýn arasýndaki farkta olduðu gibi, Farsça’da da ‘biyâ’ baþka, ‘bâzâ’ baþka. Ama Hz. Mevlana’nýn baþka bir daveti daha var. ‘Gel, gel, daha yakýna gel. Ama beni, benliði, bizi, bizliði terk et, öyle gel.’ Gel, daha yakýna gel. Bizden de, ben de vazgeç; öyle gel. Senlik ve bizlik yok oluncaya kadar gel. Kibri, gururu ve kendini beðenmeyi, baþkasýný beðenmeme hastalýðýný býrak, öyle gel. Bir tek gönül verilecek olan var ya, ona gönlünü ver önce. Celal, cemal ve kemal sahibi Allah’a, ezel aleminde, Elest Meclisi’nde, ‘Ben sizin Rabbiniz deðil miyim?’ buyurdu ya… Sen de ‘Evet Rabbimizsin’ dedin ya… ‘Belâ’ (Arapça’da kabul-tasdik ifadesi) sözünün sýrrý nedir? Þikayet etmeden, Hakk’tan gelen senin bela zannettiklerine de sabretmektir. Benliðinden temizlen diyor. Toprak ol da sende de bitkiler yetiþsin. Gel; beni býrak, benliði býrak, öyle gel… Bizi, bizliði býrak öyle gel. Sadece O kalýncaya kadar gel.”
TEKKE TERBÝYESÝ VE ÖZÇEKÝM MESELESÝ
Yolunun takipçileri tarafýndan “Hz. Pîr” olarak anýlan Mevlânâ Celaleddin Rûmî þüphesiz zamaný ve zemini zorlayacak bir yaygýnlýkta biliniyor. Öte yandan günümüzün popüler anlayýþ ve davranýþ biçimleri belki her zamankinden daha büyük etkiye sahip. Ýletiþim imkânlarý çok güçlü ve hýzlý. Dolayýsýyla akla bazý sorular geliyor; Mevlana’nýn bakýþýyla hayatýmýza ve davranýþýmýza bir anlam ve güzellik katabiliyor muyuz? Yoksa günümüzün görünürlük hastalýðýnýn bir unsuru olarak mý kalýyor yaptýðýmýz yolculuk? Yer bildirimleri ve özçekimlerimiz Konya’daydý diyor. Giden herkes orada mýydý? Diðer tarafta büyük salonda yapýlan törenler… Þüphesiz tekke musîkîsi ile bir güzellik eþiðinden atlayan kalpler, yapýlan sohbetle az sonra izleyeceði ayin-i þerife daha da hazýr hale geliyor. Derken bir özçekim daha, sohbet eden kiþi fona alýnmýþ, gülümsüyor resmi çeken. Salonda yüksek sesli, rahat konuþmalar. Elbette bugün eski usul tekke terbiyesi almýþ insanlarýmýz “Bu da bir nasip meselesidir, uzatmaya gerek yok, herkes kendine baksýn” der ve meseleyi kapatýr. Biz de öyle yapalým, nasibimize bakalým…