Türkiye’nin yeni Mehmet Akif’lere, Tanpınar’lara, Itri’lere ihtiyacı var 
ABONE OL

Kültür-sanat dünyasının mahsulü sene biterken toplanıyor. Bu sebeple Aralık ayının son haftaları çeşitli merkezlerden gelen ödül duyuruları ve bunların takdim törenleri ile çalkalanıyor. Kültür ve sanatın devlet nezdinde rütbesi en yüksek olanı ise şüphesiz Cumhurbaşkanlığı Kültür Ve Sanat Büyük Ödülleri. Bu kıymetli ödülün 2018 yılı sahipleri 11 Aralık’ta açıklanmıştı. Bu yılki ödüllere; tarih ve sosyal bilimler alanında Prof. Dr. Mehmet İpşirli, sinema alanında Türker İnanoğlu, müzik alanında Erol Sayan, sanat ve fotoğraf alanında İzzet Keribar, vefa ödülü alanında ise Mehmet Akif Ersoy layık bulundu. 

1995 yılından bu yana, Necdet Sezer dönemindeki kesinti (Evet, o yıllarda bu ödüller kırmızı ışıkta duran Sayın Cumhurbaşkanı tarafından durdurulmuştu) sayılmazsa, neredeyse fasılasız olarak dağıtılan Cumhurbaşkanlığı Kültür Ve Sanat Büyük Ödülleri geçen hafta Külliye’de düzenlenen törenle sahiplerinin eline ulaştı. Ödül töreninde yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Mehmet Akif’in bize tuttuğu ışığı yeteri kadar değerlendirebildiğimizde onun aziz hatırasını hakkıyla yâd etmiş olabiliriz. Ancak ülkemizde veya ülkemize baktığımızda gördüğümüz şudur, Türkiye’nin yeni Mehmet Akif’lere, Ahmet Hamdi Tanpınar’lara, Necip Fazıl’lara, Nazım Hikmet’lere, Arif Nihat Asya’lara, Kemal Tahir’lere ihtiyacı bulunuyor. Aynı şekilde müzikte yeni Dede Efendi’ler, Itri’ler, Hacı Arif Bey’ler, Aşık Veysel’ler, Muzaffer Sarısözen’ler, Neşet Ertaş’lar yetiştirmeden özgürlüğümüzü koruyamayız.” dedi. 

Söz, söylenen meclisten içeriydi… Zira sanat, siyaset, akademi oradaydı. Yani, kültür-sanatın geçmişten aldığı nefesle fakat bugün de yeşermesi için zemin hazırlaması beklenen isimler… Kültür-sanat dünyasının içerik üreticileri yani sanatçılar ve onu doğru biçimde halkla buluşturması beklenen kişi ve kurumlar ki, burada da medyadan söz etmek gerekir. Yani ‘kültür-sanat camiası’ olarak (artık kim üzerine alınıyor ve alıyorsa bu meseleyi) kimsenin kaçamayacağı bütün sorumluluk ortaklaşa omuzlarda. Dünün isim ve eserleriyle iftiharın ötesine geçmek, bugünden yarına ne kalacağını düşünmek Sayın Cumhurbaşkanının hayli zamandır gündeminde. Son dönemdeki pek çok konuşmasında olduğu gibi, ödül töreninde de öne çıkan vurgular bu derin derdine ortak aradığının güçlü işaretleri. 

Yarına bırakacağımız mirasın ne olacağına dair uzun bir hikâye olan dertlerimiz bir yana… 

Ödül törenlerinin başlarında, ödül sahiplerinin dünden bugüne hayat ve sanat hikâyelerini özetleyen kısa filmlerin gösterimi artık vazgeçilmez unsur, biliyorsunuz. Kimileri sıkıcı bulsa da enteresan biçimde faydalı. Eğer iyi hazırlık yapılmış bir çalışmaysa -ki her zaman olmuyor maalesef- tanıdığınızı sandığınız kişiler hakkında bile farklı bir renk görmeniz mümkün oluyor. Bir başka tarafı ise, nasıl diyelim, farkındalık! Evet, evet; şimdi ancak bunu kullanabiliyorum; farkındalık. Aslında videoda bildiğiniz şeyler gösteriliyor fakat siz hepsini bir arada görünce “Sahi, hepsi de onun eseri, onun çalışması. Ne çokmuş? İdrak edememiştim.” diyecek noktaya gelmiş buluyorsunuz kendinizi. Bütün ödül sahipleri için ama en çok Prof. Dr. Mehmet İpşirli, Türker İnanoğlu ve Erol Sayan için böyle oldu bu durum. İnanoğlu’nun imzası hem sinema hem de televizyon yapımlarıyla nasıl da sinmiş on yıllarımıza. Garip bir his. Ödülü alan o. Fakat yapımcısı olduğu filmlerden kareleri görünce hayat Türker İnanoğlu’nun değil de kendi hayatınızmış gibi geliyor. Dolayısıyla ödül de İnanoğlu’nun yapımcılığına, sinemaya, gerek vakfı gerek filmleriyle katkılarına olduğu kadar bizim de seyirciliğimize verilmiş gibi oluyor. Seksen yaşını aşmış olarak güçlükle çıktığı sahnede yaşadığı gurura ve sevince ortak olmanın sebeb-i hikmeti bu olsa gerek. 

Ve Erol Sayan… Konuşması sırasında dolan gözler de, Cumhurbaşkanına “Efendim sesiniz güzeldir, eşlik etmenizi istirham ederiz.” diyen ses de onundu, bütün duygusu ve samimiyetiyle... Ödül takdimi sırasında (o da seksenini aşmış bulunmasına rağmen) konuşmakta zorlanmışsa da kendi alanına, müziğe geçiş yapınca canlanıverdi, bütün salonu da o canlanışa ortak etti. ‘Geçsin Günler Haftalar’ı Murat Bardakçı tanburuyla çaldı. Erol Sayan yaşından beklenmeyecek bir netlikle okudu, salonun tamamı eşlik etti. Tören sonrası resepsiyonun yapıldığı kış bahçesinin bir köşesinde saz heyeti Erol Sayan şarkılarından oluşturulmuş repertuvarı dinletti davetlilere. Resepsiyon salonunun boşaldığını fark edemedikse bunun da müsebbibi Erol Sayan şarkılarıdır! 

İzzet Keribar’ı hazırlanan video filminde anlatan arkadaşları “Onun fotoğrafını görür görmez tanırsınız.” diyerek üslubunun belirginliğini anlatıyor. Keribar fotoğrafçılık alanında şüphesiz varlığını net biçimde ortaya koymuş bir isim. Ama üslubunun fark edildiği tek alan mesleği, sanatı değil; kendi de incelikli, üslup sahibi bir beyefendi. Samimi ve nazik tavrını izlemek, konuşmasını dinlemek gerçek bir zevk oldu. Kulağımda yer eden ise bugünkü yaygın kullanım olan ‘fotoğraf’ın aksine ‘fotograf’ diyor olmasıydı… 

Onur Ödülü’nü dedesi İstiklâl Şâiri Mehmet Âkif Ersoy adına aldı torun Selma Argon. Yıkıcı, kırıcı olmaksızın ama gerçekçi, net ve vakur bir edâ ile anlattı, dedesinin Mısır yıllarını. Fakat geçmişte değil bugünde hatta yarında yaşayan bir insan Argon. Bu, taleplerinden belli ediyor kendini; 

“Sayın Cumhurbaşkanım, Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür. Kudüs’ten Doğu Türkistan’a, Myanmar’dan Yemen’e, Mısır’dan Semerkand, Endülüs, Buhara’ya kadar dünyanın dört bir yanında zulüm altında inleyen mazlum milletlerin yegane umududur. İstiklal Marşımız sadece Anadolu’muzun değil ümmet coğrafyamızın müşterek sesidir. Bu muazzez sesin gök kubbede ebediyen yankılanması için Safahat’ın eğitim müfredatımızda güçlü bir şekilde yer almasını arzu ediyoruz.” Argon’un “Dedem Mehmet Akif’in doğum günü olan 20 Aralık-27 Aralık haftası ‘Akif Haftası’ olarak ilan edilirse gönlümüz çok sevinecektir Sayın Cumhurbaşkanım. İkincisi, İstiklal Marşımızın Meclisimizde kabul edildiği 12 Mart gününü, tensiplerinizle Gazi Meclisimizin himayesinde devletimizin resmi merasimine dönüştürmek suretiyle sahip çıkılmasını arzu ediyoruz.” şeklindeki talebi de şimdiye kadar çoktan düşünülmesi gereken inceliklerden biri olarak dillendirilmiş oldu. Argon kendisine takdim edilen vefa ödülünü, Meclis’te oluşturulacak Mehmet Akif Ersoy köşesinde ebediyen sergilemek istediğini ifade ederek Akif’e yakışır bir jestte bulundu.