Zor adamlarla yaşamak

Erkek kısmına bir kerecik olsun “sen falanca meselede iyisin” dersen onu gerçek zanneder ve o özelliğini zıvanadan çıkarır. Çünkü erkekte iltifat mekanizması kadınlarınki gibi çalışmaz. Bizim memleketimizde erkeğe iltifat eden az olduğundan duyduğu ilk iltifatı essah zanneder erkek kısmı.

Zor iklimler, zor coğrafyalar olur da zor insanlar olmaz mı? Gülay Abla babası Şinasi Enişte’yi işte bu zor insanlar sınıfına dahil ederlerdi. İnsan hikaye uydurmaya pek meraklıdır. Uydurukçuluk, yalancılık olsun diye değil ama yaşadıklarını hikayeleştirmek hoşuna gider belki. Gülay Abla da babasının hikayesi ile meşhurdu. Şunu da söylemek lazım Gülay Abla çok roman okurdu. Çok roman okuyanlar kocaman bir roman sahnesi içinde gibi yaşar gibidirler. Roman dramatize eder, estetikleştirir, hikayeleştirir ve kıvrımlar ayrıntılar katar. Her kişiye, olaya ve zamana hatta mekana. Gülay Abla acaba babasını roman kahramanları gibi mi görürdü? Bunu düşünmeden edemem. Gerçi Şinasi Enişte de değişik bir adamdı vesselam.

Şinasi Enişte’nin en çok dikkati çeken özelliği sesi idi. Hamamda türkü söylese sabaha kadar dinleyeceğin kadar alaca sesli bir adamdı. Türkü şarkı bilmez ama konuşurken balık pazarındaki tezgah sahibini utandıracak kadar gür, sıtma görmemiş bir sesi vardı. Ve konuşurken öyle vurgulu öyle basa basa konuşurdu ki zannedersin işitme engelliler haber bülteni okunuyor ama megafonla okunuyor gibi gürültülü bir okumayla...

Şinasi Enişte böyle tellal gibi olunca Gülay Abla onunla alışverişe çıkmaktan, yanında herhangi bir meseleyi konuşmaktan çekinir olmuştu. Alışveriş sırasında sadece sesi değil pazarlık etme alışkanlığı da evlere şenlik idi. Şinasi Enişte para denilen aracın kar etmek için de kullanıldığı fikrine uzaktı. Her şey maliyetine satılsa gıkı çıkmazdı. Kar etmek de neyin nesiydi yani? Şimdi kafanızda sürekli bağıran ve satıcının itirazına itibar etmeden ölümüne pazarlık eden bir adam düşünün. Bir de dalyan gibi boy ve kocaman bıyıklar. Gülay Abla ise cücük kadardı. Bir seferinde beraber kırtasiyeye gitmişler. “Bir top kağıt alacağız baba dedim demez olaydım. Kırtasiye girip selam verince adamlar yerinden sıçradı. Ayağa kalktılar. Buyrun dediler ve babam sazı eline aldı...” diyor Gülay Abla. “Ne buyuracağız efendi, biz kimiz haşa huzurdan ki sana buyuralım? Ama bize itibar eder müşteri yerine koyarsanız bu kızım benim Gülay ona bir top kağıt lazım olmuş. Sizde kağıt var mı demek abes ama bakalım kaç kuruşa var demek de hakkımız değil mi?” “Babamın bu kadar lafı içinden kırtasiyeci sadece bir top kağıt kısmını anlamıştır eminim.” diyor Gülay Abla. “Çünkü yüzü o haldeydi ki biz bu imtihana nasıl girdik hey Allahım der gibiydi...” 

Bir top kağıt beş lira ise Şinasi Enişte bir liraya düşürene kadar çın çın çınlatmış dükkanı. Askerliğinden, emekliliğinden, akrabalarından, kiracılarından herkesten ve her şeyden bahsederek lafı o kadar uzatmış ki ayakta kalmayın buyrun diye yer göstermişler bir de çay söylemişler. Şinasi Enişte sıcak yeri bulunca daha da açılmış. Ülkenin gidişatından, petrol fiyatlarından, mahallede gürültü eden sıpalardan konuşmuş da konuşmuş. Gülay Abla bir süre sonra ezilmeyi ve sıkılmayı bırakmış. “Babam söyledi biz dinledik. Dinlemesek ne yapalım babam gürül gürül çağlıyor” diyor.

Şimdi lafın bu en tatlı yerinde bir soru soralım. Şimdi Gülay Ablaya düşen gür sesli, pehlivan tavırlı babasıyla alışverişe gitmeyi bırakıp mümkünse onunla mahrem bir şey konuşmamaya gayret etmesi mi yoksa bir terapist gibi babasının neden bu kadar bağırdığını anlamaya çalışması mıdır? Kendim sorup yine kendim cevap vereyim. Bana göre babasının sesinin gürlüğü ve sürekli lafı uzatması nedendir bir araştırsın Gülay Abla derim. 

Ama evlatlar babalarına karşı pek sabırlı olamazlar. Çocuklarının her işini araştıran her hallerine bir açıklama getiren evlat, babasıyla ilgili konularda sabırsız, nezaketsiz, rikkatsiz olabiliyor. Hazreti Adem Efendimizin babası yoktu acaba o sebepten mi insanlar babaya karşı sabırsızdır. Gülay Abla da babasının halini anlamak konusunda biraz sabırsızdı. Ve babasıyla ilgili kararlar almıştı. Kırtasiye hadisesinden sonra onunla pek alışverişe gitmiyordu. Ama biz Gülay Abla kadar acımasız olmayalım da bakalım neden bu kadar gürültücüymüş Şinasi Enişte anlamaya çalışalım.

Şinasi Enişte çocukluğunda serçe parmak kadar bir şeymiş. Yaşıtlarına göre küçük, çelimsiz ve sessizmiş. Onun bu sessizliğine aile içinde bir itiraz eden olmamış, Neden bu çocuk bu kadar sessiz diyen çıkmamış. Şinasi Enişte okula başlamış. Öğretmeni yaşını başını almış. Emekliliği çoktan gelmiş bir hocaymış. Şinasi Enişte’yi en ön sıraya oturtmuş. Ve ilk gün tüm sınıfa şöyle bir konuşma yapmış hoca. “Bakın yavrularım ben net adamı severim. Ne isteyecekseniz net olacaksınız. Sesiniz gür çıkacak. Evetiniz de hayırınız da mıy mıy olmayacak. Tamam mı yavrularım?” Hocanın bu konuşmasına sınıf hep bir ağızdan “tamaam örtmenim” diye cevap vermiş. Maçlarda vatandaşı gaza getiren amigo gibi hoca da sınıfı gaza getirmiş. Onsan sonraki günlerde kim tahtaya çıksa bağırarak konuşuyormuş, zannedersin emir eri paşaya kısa künye okuyor. Küçük Şinasi o günlerde kısık sesle konuştuğu için iki kere tokat yemiş ve tüm sınıfın önünde İstiklal Marşı’nın tamamını bağırarak okuma cezası almış. Zavallı Şinasi Enişte boğazı yırtılıncaya kadar bağırmış ki tokat yemesin. İstiklal Marşı rüyalarına girer olmuş. İşin aslı öğretmenin çocuklara bu kadar yüklenmesinin onların sesini çıkarmak için bu kadar bağırmasının sebebi basitmiş. Hocanın kulakları çok ağır işitiyormuş. Hele de çocuk sesi oldu mu neredeyse hiç duymuyormuş. Ve hoca, “...ben net adamı severim” derken aslında, “...ben ufak tefek sesleri duymam.” demek istiyormuş. 

Şinasi Enişte artık vicir vicir sesiyle ne konuşsa ne okusa bağırır olmuş. Ve yaşı yetip ergenliğe girince de hani bir yaz tatilinde büyüyen çocuklar olur ya onlar gibi üç aylık tatilde kocaman bir herif olmuş çıkmış. Şinasi Enişte kendi büyük sesi kendinden de büyük bir adam olarak nam salmış mahallede. 

Erkek kısmına bir kerecik olsun “sen falanca meselede iyisin” dersen onu gerçek zanneder ve o özelliğini zıvanadan çıkarır. Çünkü erkekte iltifat mekanizması kadınların ki gibi çalışmaz. Bizim memleketimizde erkeğe iltifat eden az olduğundan duyduğu ilk iltifatı essah zanneder erkek kısmı. Şinasi Enişte de gür sesiyle şöhret bulduğu için her konuşmasını Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşma yapan üçüncü dünya ülkesi lideri gibi yırtınarak yapmaya başlamış. Komşular diyormuş ki gece çocuklar huysuzluk eder uyumazlarsa, “...seni hor hor Şinasi’ye veririm diye korkutuyoruz. Çocuğun o saat sesi soluğu kesiliyor...”

Şinasi bu kadar güçlü sesiyle askerde de epey aferin almış. Askerde bağıran adam makbuldür. Şinasi  de bağırmak nefes almak gibi olduğundan kolay adapte olmuş askerin düzenine, talimine. Askerlik sonrası iş aramış bir zaman sonra da belediyede zabıta olarak işe girmiş. Düşünün o gür ses ve kocaman bedene bir de resmi üniforma eklenince efsane zabıta olmuş. Zaten pazarlık etme alışkanlığı da zabıtalığından kalmadır muhtemelen...

Lafı uzatırsak bir tam gününüzü Şinasi’nin gür sesiyle doldurmaktan çekiniyorum... 

İşte, Gülay Abla birazcık araştırsaydı veya babasına sorsaydı. Onun bu sağır öğretmene ses duyurmak için çatlayan sesini öğrenecekti. Sonra onu bu kadar gürültücü yapan çevresinde de mesuliyet arayacaktı ve babam zor adam demekten vazgeçecekti belki de...Ama Gülay Abla okuduğu romanlardaki gibi kendine bir hikaye çıkarmayı ve o hikayede mazlum rolünü oynamayı seçti. “Babam zor adamdır.” dedi her vesilede...Ne dedik evlatları için babaya sabır pek zor gelir vesselam.