MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Belediye Başkanları Toplantısı'nın ardından gündeme ilişkin yazılı açıklama yaptı.
MHP lideri Bahçeli açıklamasında, Ayasofya'nın ibadete açılmasını da değerlendirdi.
Bahçeli açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
'Planlanmış bir takvim çerçevesinde gerçekleştirdiğimiz parti içi siyasi toplantı ve çalışmalara bugün yeni bir halka eklenmiştir.
Merkez Yönetim Kurulu, Milletvekilleri, İl Başkanları toplantılarımızı sırasıyla yaptıktan sonra, 31 Mart 2019 tarihinde seçilerek görev alan belediye başkanlarımızla bir araya gelinmiş, ülkemizin ve belediyelerimizin öncelikli gündem başlıkları değerlendirilmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi yerel yönetimlerde markadır.
Halka hizmeti Hakk’a hizmet gören partimiz “Üretken Belediyecilik” ilkesiyle hem öne çıkmış, hem de dürüst, müşfik, çalışkan yönetim anlayışıyla serpilmiştir.
Belediye yönetimleri demokratik süreçlerin en önemli etapları arasındadır.
Vatandaşlarımızın yaşadıkları beldelerden büyükşehirlere kadar aradıkları, özledikleri, umutla bekledikleri ilk temas ve hizmet noktası belediyelerdir.
Ancak hiçbir belediye yönetimi milli iradenin takdir ve teveccühünü istismar ve inkâr yanlışına sapmamalıdır.
Sandık marifetiyle belediye başkanı seçilmek erdem ve ehemmiyeti bilinmesi gereken demokratik bir mükâfattır.
Bu konuda tereddüde mahal yoktur.
Beş yıl süreyle üstlendikleri emanete dikkat, riayet ve sadakat gösteren belediye başkanları hürmetle yad edilirken, ihanet edenler adli ve idari tasarruflarla layık oldukları muameleyi kaçınılmaz şekilde görmektedir.
Seçilmek hiç kimseye hukuken ayrıcalık sağlamayacaktır.
Çünkü hukuk karşısında herkes bir ve eşittir.
Belediye imkanlarını terör örgütü lehine seferber eden bölücülerin görevlerinden derhal uzaklaştırılmaları, emanetin ise tekrardan millete tevdii adalet ve ahlakın zorunlu bir gereğidir.
Demokrasi hıyanete cevaz ve geçit vermeyecektir.
Türk milleti hakkını ve hukukunu uyanık bir şuurla muhafaza edecektir.
Karanlık ve kirli ilişkilere gömülmüş, terör örgütü PKK’nın fiili kontrolüne girmiş HDP’li bazı belediye başkanlarının hukuki tedbir yoluyla görevlerinden uzaklaştırılıp yerlerine kayyum atanması çok doğru ve yerinde bir karardır.
Bu kapsamda kayyum atanmasını eleştirip, yapılan idari tasarrufu demokrasi ayıbı olarak değerlendiren sorumsuz ve işbirlikçi siyasetçilerin işlenmiş ağır suçların bir parçası oldukları da bir başka gerçektir.
Suçu ve suçluyu övmek, rezalet ve melaneti benimsemek hiç kimseyi şeref sahibi yapmayacak, tam tersine millet nezdinde zora sokacak, ağır şekilde sorgulatacaktır.
Belediye başkanlığı millete ihanetin kılıf ve kisvesi olamayacaktır.
Zillet İttifakı’nı oluşturan sığ ve sığıntı partilerin ağız birliği halinde kayyum atamalarına tepki göstermeleri kontrolsüz savrulma halinin teyididir.
PKK’ya yardım ve yataklık yapan belediye başkanlarını sırf sandıktan çıktılar diye savunmak ve sahiplenmek ayıplı, arızalı, alacalı bir siyasettir.
CHP bu yanlışın pençesindedir.
İP bu hüsranın peşindedir.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı yapan Serok Ahmet bu hezimetle bezenmiştir.
HDP ile PKK’nın ardına düşen CHP-İP ve diğer vagon partilerin yangından mal kaçırma telaşları, çölde deve izi sayma tuhaflıkları deyim yerindeyse izan ve irade iflasının belirtisidir.
Türkiye egemenlik haklarına toz kondurmama azim ve kararındadır.
Bu kararın gevşetilmesi, bu kararlılığın yargılanması niyet ve hedef sahiplerini mahv-ı perişan edecektir.
Türkiye’nin, kerameti kendinden menkul mihrakların ağzına bakma dönemi geride kalmıştır.
Artık söz dinleyen değil sözü dinlenen, üzerinde hesap yapılan değil hesapları bozan bir ülke gerçeğine herkes alışmalı, buna saygı duymalı, sonuçlarına da hazır olmalıdır.
Ayasofya Camisi’nin tekrar ibadete açılması bu kesif ve kesin iradenin en can alıcı muhassalasıdır.
Sürekli Vakıflar, Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği 31 Ağustos 2016 tarihinde, Ayasofya Camisi’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nın iptali istemiyle dava açmıştır.
Vakıf malı olan Ayasofya’nın, vakfiyesine muvafık şekilde cami olarak kullanılması milletimizin uzun yıllardır hasreti ve beklentisidir.
Aynı zamanda eşsiz bir mimarlık ve sanat abidesi olan Ayasofya’nın ibadete açılması inanç haklarımızın mecburi bir gereğidir.
Aksi bir iddia ve ileri sürülecek ifade hükümsüz ve temelsizdir.
Ayasofya’nın, vakfeden kutlu ecdadımızın emaneti doğrultusunda kesintisiz cami olarak kullanılması bağlılık ve vefayla yerine getirilmesi şart olan tarihi bir sorumluluktur.
Vakıf senedi hukuk gücündedir.
Nitekim vakfedilen Ayasofya’nın niteliği ve kullanım amacı değiştirilemeyecektir.
Bu durum aynı zamanda herkes için bağlayıcıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin vakfedenin iradesine uygun olarak vakıf varlığının kullanılmasını sağlama hususunda çok açık mükellefiyeti olduğu kuşkusuzdur.
Nihayet Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı’nın mülkiyetinde olan Ayasofya Camisi’nin kilitleri açılmış, maziyle atinin manevi kucaklaşması temin edilmiştir.
Türk-İslam alemi yeni bir diriliş ve yükseliş müjdesini İstanbul’dan parlayan ışık huzmesinden almıştır.
Danıştay 10.Dairesi müstesna bir karara imza atarak Ayasofya Camisi’ni müzeye dönüştüren 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nı iptal etmiştir.
Elbette Müslüman Türk milletinin hislerine tercüman olmuş, sonuç itibariyle milli vicdan müsterih hale gelmiştir.
567 yıldır devam edegelen fetih sürecimiz yeni bir safhaya geçmiş, bütün Türk ve İslam beldeleri ayağa kalkmıştır.
Hitamında yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı’yla Ayasofya Camisi’nin yönetimi Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek ibadete açılmasının önündeki bütün sahte ve sanal bariyerler yıkılmıştır.
86 yıldır kutuplaşmalara konu olan bir tartışma hukuki ve siyasi mutabakatla çözüme kavuşturulmuştur.
Ayasofya Camisi’nin ibadete açılması 567 yıllık çağrıya kulak vermenin, itibar ve ihtimam göstermenin muhterem bir neticesidir.
Ayasofya yeryüzündeki bütün camilerimizi, bütün mescitlerimizi selamlayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi bu gelişmeden dolayı son derece bahtiyardır.
Uzun yıllardır dile getirdiğimiz bir talep karşılanmıştır.
Milletimizin isteği olmuş, adalet ve hak yerini bulmuştur.
Bundan rahatsız olanlar ise kendilerine başka meşgale aramalıdır.
Ayasofya Camisi’nin Müslüman gönüllerle buluşması İslami ve tarihi bir sorumluluk olmanın yanında egemen devlet müktesebatımızın, bağımsızlık prensibimizin bihakkın gerek ve şartıdır.
Türkiye onun bunun dayatmalarıyla tarihi gerçeklerine sırt çevirmeyecektir.
Kudüs’te menfur senaryoları tedavüle sokanların Ayasofya özelinde bize ikaz dolu mesajlar vermesi nafile bir çabadır.
ABD yönetiminin “Hayal kırıklığı” yorumu cibilliyetsiz ve ciddiyetsiz bir ithamdır.
1987’den 2019’a kadar silah ambargosu uyguladığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne, birden bire askeri eğitim desteği vereceğini ve kaynak sağlayarak güvenlik ilişkilerini geliştireceğini duyuran ABD, Türkiye’yi sıkıştırmak maksadıyla hamle üstüne hamle yapmaktadır.
Doğu Akdeniz ve Libya’da bütün muhasım odakları karşısına alan ülkemizin tarihi ve egemen haklarını koruma gayesi varoluş onurudur.
Bir yazar müsveddesinin, “Ayasofya’yı yeniden camiye çevirmek dünyanın geri kalanına artık seküler değiliz demektir” ifadesi kafasının her zerresi dikenle sarılmış Pamuk soyisimli bir şahsın mesnetsiz sızlanmasıdır.
Böylesi köksüzler düştükleri aidiyet krizinde hamiyet ve haysiyet imhası yaşamışlardır.
“Osmanlı hukuku Cumhuriyet hukukunun yerine geçti” diyen sözde akademisyenler de aslında cehaletlerinin ve ideolojik taassuplarının kurbanı olmuşlardır.
İnanç hakkı insan hakkıdır. Bunu tasdik ve tasvip etmeyen insanlık değerlerine düşmandır.
Bunun hilafına her söz, her tavır, her eylem boşluktadır, hukuken de ağır kusurludur.
Egemen sınırlarımız içinde nerede ibadet edeceğimiz, nereyi ibadete açacağımız sadece bizim tayin ve tespit edeceğimiz bir konudur.
Son zamanlarda Yunanistan Başpiskoposunun kontrol dışı hezeyanları elbette hiçbir şeyi değiştirememiştir.
Ayasofya Camisi Türk milletinin emanetindedir.
Bu emanetin üzerinde şaibe oluşturmak ve şüphe uyandırmak hiç kimsenin haddi ve harcı değildir.
Küstah bir dille, “Türkler Ayasofya’yı ibadete açmaya cesaret edemezler.” diyen Yunanistan Başpiskoposu, bundan sonra ağır bir mahcubiyet ve mağlubiyet travmasına gömülecek, nifak saçan ağzını bıçak bile açamayacaktır.
Atina’da tek bir cami bulunmazken, Türkiye’nin dört bir tarafında 400’e yakın Kilise, Sinegog veya Havra’nın bulunması aziz milletimizin din ve vicdan hürriyetine duyduğu hürmetin muteber bir sonucudur.
Batı dünyası hala ehl-i salip mantığıyla hareket etmektedir. Gizli emeller ve gizil hedeflerin saklanması mümkün değildir.
Asırlar evvel İstanbul’da kurulan Latin Devleti’nin veya yeni bir Bizans’ın hayallerini kuranların hain hevesleri haram kursaklarında kalacaktır.
AB Yüksek Temsilcisi Josep Borell’in geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşması bizim nazarımızda ibretliktir.
Avrupa Parlamentosu’nun çatısı altında, 1571 İnebahtı Deniz Savaşı’ndan önce Haçlı donanması teşekkülünü isteyen Papa 5.Pius’u gördüğünü eleştiri tonu yüksek bir şekilde haykırması bir bakıma itirafnamesidir.
Hatta bahsi geçen savaşta Haçlı donanmasına komuta eden kişiyi işaret ederek; “Avusturyalı Johann arıyorsanız bana bakmayın” sözleri hem sağduyulu bir devlet adamı tutumu, hem de içinde bulunduğumuzun vahim sürecin hazin özetidir.
Bazı baro başkanları Kuğulu Park’ta hamaset ve husumet nöbetindeyken Türkiye’nin sürdürdüğü yüksek mücadele hakikaten de hayranlık uyandırmaktadır.
Ülkemiz bir yanda KOVİD-19 hastalığına karşı muazzam bir direniş gösterirken, diğer yanda terörün kaynağını kurutmak için seferberlik ruhuyla hareket etmektedir.
Bir yanda Suriye, Irak ve Libya’da milli güvenliğimize, milli bekamıza yönelik tehditler söndürülürken, diğer yanda siyasi ve ekonomik istikrarımızın kökleşmesi için etrafımızı çevreleyen abluka kırılmaktadır.
Lafa gelince çoğulcu demokrasi yanlısı olduğunu iddia edenlerin, sıra çoklu baro sistemine gelince eleştiri oklarını fırlatmaları abes bir tenakuzdur.
Baroların demokratikleşmesi bazı kesimleri neden ürkütmektedir?
Avukatların Marksist-Leninist yasa dışı örgütlerin ve bilhassa CHP’nin tasallutundan kurtarılıp özgürleşmeleri niye yanlış görülmektedir?
Çoklu baroyla birlikte baroların siyasileşeceğini iddia edenler, bugünkü şartlarda baroların siyasetten başka ne iş yaptığını hangi ara itiraf edeceklerdir?
Yollarda yürüyen, duvar diplerinde bekleyen, parklarda nöbete giren bazı barolar, şimdiye kadar vatan ve millet için hangi fedakârlıkları yapmışlardır?
Hepsinden mühimi ise cevabı aranması gereken soru şudur:
Hukukun üstünlüğü temelinde yükselen bir devlette, suç ve suçluyla amansız mücadelenin sürdüğü bir dönemde, 140 bine yaklaşan avukat sayısı hiç sorun edilmeyecek midir?
Savunma hakkı kutsaldır, yok sayılamayacaktır.
Ancak bazı barolar sadece ikbal ve istikballerinin savunulmasıyla uğraşmaktadır.
Türkiye’de hiç kimse dokunulmaz değildir.
Milletimiz ne istiyorsa, neyi umuyorsa o yapılacaktır.
Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi nihayetinde kabul edilmiş, Gazi Meclis son sözünü millet nam ve hesabına söylemiştir.
Mesleki dayanışma bir yere kadar anlamlı ve değerlidir, ama asıl olan milli birlik ve dayanışma ruhunun canlılığı ve cesametidir.
CHP Genel Başkanı’nın çoklu baroyu üniter yapının kalbine sokulan hançer olarak tanımlaması iflas etmiş, saman altından ihanete payanda olmuş, yüzeye çıkınca da çanak tutmuş müflis bir siyasetçinin pespayeliğidir.
Şahsımı egemen güçlerin taşeronu diyerek iftirayla itham eden Kılıçdaroğlu yalnızca terbiye muhalifi değil, aynı şekilde PKK-FETÖ’nün muhibbi, muhteris yüzlü mihmandarıdır.
Asıl taşeron ve teşrifatçı bellidir.
FETÖ’ye kardeş, CHP’ye candaş, HDP’ye yoldaş olarak sivrilen İP’in bu taşeron ve teşrifat kadrosunda yer alması bir başka düşündürücü çarpıklıktır.
Milli ve üniter devlete kimlerin hançer salladığı, bu sallayan hain ellere kimlerin refakat edip sempati beslediği milletimiz tarafından çok iyi bilinmektedir.
Kılıçdaroğlu boşuna çırpınmasın, Cumhur İttifakı, cumhurun ruh kökünden doğup yine cumhurun aziz varlığına hizmet ederek yoluna devam edecek, hançer sallayan iğrenç elleri eklem yerlerinden kıracaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi, istiklal için birlik, istikbal için dirlik hedefindedir.
Milliyetçi Hareket Partisi kazanın Türkiye olacağına da can-ı gönülden inanmaktadır.
Milliyetçi Hareket Partili Belediye Başkanları bugüne kadar yaptıkları başarılı ve yürekli çalışmalarına bundan sonra da artan şevkle devam edeceklerdir.
Türkiye’nin gelişmesi, büyümesi ve zenginleşmesi için taş üstüne taş koyup bir çivi bile çakandan Allah razı olsun.
Unutulmasın ki, istikrar güçlenecek, Türkiye yükselecektir.
İstiklal için birlik, istikbal için dirlik, kazanan Türkiye olacaktır.
Bu vesileyle bütün belediye başkanlarımıza üstün muvaffakiyetler diliyor, aziz milletime ve muhterem dava arkadaşlarıma en derin şükranlarımı sunuyorum.'