Erkan Özkaya: Yargıçlar siyasilerden çok HSYK'dan çekinir
ABONE OL

Yargıda Birlik Platformu (YBP) adına Anadolu’yu geziyor, meslektaşlarınızla buluşuyor ve YBP listesine oy vermelerini istiyorsunuz. Onlara ne söylüyor, ne vaat ediyorsunuz?

Biz Yargıda Birlik Plaftormu olarak Türkiye’de 16 farklı bölgede toplantılar yaptık ve hâkim savcılarla bir araya geldiğimiz bu toplantılarda onları dinledik. Şu anki öncelikli gündem konusu HSYK seçimleri ama biz bu seçim için bir araya gelmiş bir birlik değiliz. Bu seçimden sonra da tüzel kişilik kazanıp yoluna devam edecek bir birliğiz.

Evet, ama YBP seçimlerden sadece dört ay önce kurulmuş bir platform?

Seçim bir araya gelme niyetinin hızlanmasına sebebiyet vermiştir ama seçimlerden sonra dağılacak bir platform değiliz. Ayrıca biraraya gelme tarihi söylendiği gibi 4 ay öncesinden bu yana değil daha eski tarihlere dayanır. Bütün hâkim ve savcıların bir araya gelmesi halinde yargıda kronikleşmiş sorunlarımızı çözebilme gücü olduğunu fark ettik. Bu daha önce Türkiye’de yargı alanında denenmiş bir şey değil. Sivil toplum tecrübemiz çok az. Bir YARSAV, bir Demokrat Yargı ve bir de sendika, Yargısen deneyimimiz var. Bu yargı örgütlenmelerinin hepsi yargıya belli ölçüde katkıda bulunmuşlardır ancak belli bir yerden öteye geçemediler.

YARSAV HÜSNÜ KABUL GÖRMEDİ

Neden?

Sebebi şu: İdeolojik sebepler yahut dünyaya aynı bakış açısıyla bakan insanların oluşturduğu dernekler yargıçların tamamından destek görmüyor. Bu nedenle herkesi temsil edebilen yapılar olamadılar. Zaten üye sayılarına baktığınızda da görürsünüz bunu. YARSAV’ın 1500 civarında bir üye kaydı var, Demokrat Yargı çok daha az, sendika ise 57 kişi ile kuruldu. Ama yargı alanında şu an 14 bin hâkim savcı var ve yüzde 90’ı şu an bu örgütlerden hiç birine üye değil. Bu şunu gösteriyor, hüsnü kabul görmediler. Biz Yargıda Birlik Platformu olarak; ideolojik yön gütmeksizin, herhangi bir siyasi görüşün peşine takılmaksızın sadece ve sadece mesleki sorunları takip edecek, yargının kaybettiği saygınlığı tekrar kazanmasını sağlayacak bir birliktelik oluşturmak istiyoruz. Yargıda Birlik Platformu bunu yapabilecek bir ivmeye ve donanıma sahip.

HSYK SEÇİMLERİNİ KAZANACAĞIZ

Bu uzun erimli bir hedef. Ama yakın bir tarihte 12 Ekim’de HSYK seçimleri var ve bunun için sahadasınız?

Şu an sahada gezme sebebimiz HSYK seçimleri. Platform üyelerinden bazıları aday gösterildi bazıları gösterilmedi. Aday olanların yerleri hızla dolduruldu ve platform aynı gücüyle faaliyetlerine devam ediyor. Bu, platformun ömrünün seçimlerle sınırlı olmadığının da göstergesi. Platformun misyonu net. Seçimleri kazanacağız. Adaylarımız belli ilkeler ortaya koyup bu ilkeler çerçevesinde görev yapacaklarını kamuoyuna taahhüt ettiler. Platform, seçtiği adayların bu taahhütleri yerine getirip getirmediğinin de takipçisi olacak.

PLATFORMUN HEDEFİ CEMAAT DEĞİL

Yargıda Birlik Platformunun yargı bürokrasisini cemaat yapılanmasından arındırmak gibi bir misyonu, motivasyonu var mı?

Platform hiçbir zaman hedef tahtasına cemaati oturtarak harekete geçmiş değildir. Platformun cemaat kadrolarını yargıdan temizlemek gibi bir argümanı da, hedefi de yoktur. Ancak şu an ehliyet ve liyakati takip edeceğini ısrarla söyleyen bir platform ve adayları var. Ehliyet ve liyakatten kastımız bu işi en iyi kim yapacak, en başarılımız kim, onları bulalım, görevleri onlara tevdi edelim arayışı var. Ancak 2010’dan sonra oluşan HSYK’da ehliyet ve liyakat bütün hâkim-savcıların uhdesinde olarak algılanmadı. Sadece belirli bir grup uhdesindeymiş gibi algılandı. Bir dönüp bakın, bütün kritik görevlere, unvanlı görevlere genellikle bir gruptan olanlar atandı. Bu yargıdaki kaliteyi düşürdü. 14 bin kişilik bir yargı havuzundan en niteliklisini, en başarılısını bulup en kritik görevlere atamanız gerekirken 14 bin kişinin 12 binini bir kenara bırakır, tüm kritik yerlere atamaları iki bin kişilik özel bir havuzdan yaparsanız kaliteyi düşürürsünüz. Öyle de oldu, kalite düştü ve buna bağlı olarak toplumda yargıya güven çok aşağılara indi.

2010 SONRASI YARGIDA KALİTE DÜŞTÜ 

Güven kaybı sadece hâkim savcıların nitelikleriyle mi ilgili yoksa atamaların ve kritik davalardan çıkan kararların belli bir siyasi sonuç doğurmasıyla mı ilgili?

 İkisiyle de ilgili. Siz ağır ceza başkanlığına, Yargıtay üyeliğine, başsavcılığa çok daha iyi yapacak biri varken, sırf size mensubiyeti yok diye onu bir kenara bırakıp ondan daha kalitesiz ama size mensup birini atarsanız o mensubiyet yargıya yansıyor. İkisi birbirini besliyor. Yargı tarihimizde bir örneği yoktur ki bir genelkurmay başkanı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin başındaki komutanı terör örgütünün başı diye tutuklayıp cezaevine atıyorsunuz. Yargılama sürdüğü için bir şey diyemem ama usul ve yöntemini eleştiriyorum.

CEMAAT KARA PROPAGANDA YAPIYOR

Siyasi amaç taşıdığını mı düşünüyorsunuz?

Ben işin yargı tarafına bakıyorum. Yargıcın kendisiyle ilgili üzerine gelen şeyleri korkusuzca yerine getirmesi lazım. Ama bunu yaparken, bir grubu veya oluşumu yok edercesine üzerine gitmesi bir yargıç tavrı değildir. Sahada benzer bir şeyle karşılaşıyoruz. Güya, YBP kazanırsa cemaat mensubu hâkim ve savcılar yargıdan tek tek ihraç edilecekmiş gibi. Bu bir kara propagandadır. Keşke seviyeyi bu kadar düşürmeselerdi. Böyle bir şey en başta hukuk devleti mantığına aykırıdır, böyle bir şey olmaz, olamaz, buna ilk tepkiyi verecek olan yine YBP’dur. Bu meslektaşlarımızın da güvencesi Yargıda Birlik Platformu’dur.

“SEÇİMİ KAYBEDERSEK SİZ ZARAR GÖRÜRSÜNÜZ”

Bu kara propagandayı kim yayıyor?

Kişisel tahminim seçim sürecinde kendi tabanlarını diri tutmak amacıyla cemaat kendisi bizzat yayıyor. Mensuplarına şunu söylüyorlar; Siz seçimlerden elinizden geleni yapmazsanız biz seçimi kaybedeceğiz ve siz zarar göreceksiniz. Şu net: Bu hukuksuzlukları düzeltmek adına yola çıkmış bir platformun sırf mensubiyetleri nedeniyle bir grubu tasfiye etmesi olacak bir şey değil. Sadece eğer suç işleyen yargı mensupları var ise, önüne gelen olayda kanuna, delile göre karar vermek yerine belli bir yerden gelen talimatlarla, hukuk dışı yollarla karar veren ve bu durumu tespit edilen hâkim savcılar var ise mutlaka bunun gereği hukuk devletinde yapılacaktır. Ama bu mensubiyetinden dolayı değil işlediği suç sebebiyle olacaktır. Bu suçu işleyen solcu da olsa, sağcı da olsa, cemaatçi de olsa hukuk devletinde hesabını vermek durumundadır. Biz 13 Ekim sabahı tekrar yüz yüze bakacağımız, aynı servislere binip işe gideceğimiz, aynı lojmanlarda kapı komşuluğu yapacağımız meslektaşlarımızla bu seçime gittiğimizin bilincindeyiz. Yarıştaki diğer aktörlerden de aynı bilinci göstermelerini bekliyoruz. Platform olarak hâkim ve savcıların etnik kimlikleri, dini, mezhebi veya siyasi görüşleri nedeniyle ayrıştırılmasına karşıyız. HSYK 2010 sonrası tasarruflarında bunu yaptı. Biz zaten buna karşıyız.

2010’dan önce yargıda bu tür mensubiyet hakimiyeti yok muydu?

 

Vardı ancak 2010 oluşan bu HSYK bu yaklaşımları sona erdirmek vaadiyle yola çıktı. Bizzat bizim aramızdan oraya gidecek ve bizi temsil edecekleri argümanıyla oraya gittiler ve çok daha şiddetli şekilde ayrıştırma yaptılar.

HER YERE KENDİ MENSUPLARINI ATADILAR

Nasıl yaptı, ne yaptı?

Hemen bir önceki dönemde göreve gelmiş başsavcı, komisyon başkanı gibi unvanlı görevlilerin çok büyük bir çoğunluğunu görevden aldı. Bunların içinde hiç mi liyakat sahibi başsavcı yoktu. “Biz sizinle çalışmak istemiyoruz” argümanı ile bu meslektaşlarımız doğrudan görevden alındılar. Yerlerine büyük çoğunlukla belli bir yere mensubiyeti olanlar getirildi. Herkesi töhmet altına almayalım ama en azından böyle olduğuna dair yargıda çok güçlü bir algı var. 14 bin hâkim savcı arasında genel kanı mevcut HSYK’nın atama yaparken liyakat ve ehliyete değil bir yere mensubiyetinin olup olmadığına baktığı yönünde. Ortada bir gerçek var; Mevcut HSYK 2010 yılında göreve başladığında yargıya güven çok daha iyiydi.

İLKELERİMİZİ MESLEKTAŞLARIMIZ BELİRLEDİ

Mevcut HSYK’nın alımlarda, atamalarda bir amaç gözetildiği görüldü. Ama görevdeki hâkim ve savcılara yönelik nasıl bir tutumu oldu? Sicillerin kasten ve sudan sebeplerle bozulduğu yönünde biz genel bir yakınma duyuyoruz ama meslektaşlarınız sizlere neler anlatıyor YBP Anadolu’da dolaşırken?

Biz kendi ilkelerimizi ve sözleşmemizi belirlemeden önce 16 ilde meslektaşlarımızla buluştuk ve onları dinledik. Konuşulanları, aktarılanları tasnif edip süzerek bir sonucu vardık. Şu anki HSYK hangi uygulamalardan dolayı eleştiri aldı hangi uygulamaları doğru bulundu, bunlara baktık.

Ne gibi bir sonuç çıktı?

Önce doğru yapılan uygulamalardan söz edeyim; Eskiye oranla artık daha ulaşılabilir bir HSYK var karşımızda, zaten bu doğru olandı. Önceden Yargıtay ve Danıştay’dan seçilen, içinde Adalet Bakanı ve müsteşarı olmak üzere 7 üyeli bir HSYK vardı ve bir hâkim ya da savcı onlardan biriyle görüşebilmek için bir aracıya ihtiyaç duyardı. Randevu dahi alamazdınız. Mevcut HSYK’da artık bu yok. Bunda sayının artması da etken tabi; 7 kişilik kurul'un sayısı 22’ye çıktı. Bu doğru uygulamayı sürdüreceğiz, Ulaşılabilir HSYK bizim programımızda var. Bir diğer doğru tarafı 2010 sonrasında bin, bin 500 hakim savcının yurt dışına 3-5 günlük çalışma gezilerine gönderilmesi. Başka meslek grupları dil öğrenimi ya da yüksek lisans için gönderilirler bu, yargıda hala hayal ama biz YBP olarak bunu hedefliyor ve önceliyoruz.

YARGIYI MÜFETTİŞLERLE KONTROL ALTINA ALINDI

Mevcut HSYK’nın olumsuz kötü yönleri neler olarak çıktı karşınıza?

Meslektaşlarımızın anlattıkları doğrusu bizi çok ürküttü, bu sıkıntıların bu derece olduğunu bilmiyorduk. Bunların başında teftiş ve tayin sistemi geliyor. Teftişten başlayayım. 2010 HSYK oluştuktan sonra Adalet Bakanlığı’na bağlı müfettişlerin bir kısmı HSYK’ya alınmadı. Biz bunlarla çalışmak istemiyoruz dendi ve gönderildiler. Sonra HSYK’ya yeni müfettişler alınmaya başladı. Yaklaşık yüz kişiden oluşan müfettişlerin yine aynı yapıdan oluştuğu yönünde bir algı oluştu. Yargı belli bir havuzdan alınan müfettişler eliyle denetlendi. Bakın 14 bin kişilik bir yargı teşkilatının tamamını ele geçirmeniz mümkün değildir. Ama teşkilatı denetleyen yüz kişilik teftiş kurulunu istediğiniz şekilde oluşturursanız teşkilatı da istediğiniz sınırlara çekerseniz. Birilerini öne çıkarmak, birilerini de geri çekmek geride tutmak için kullanabilirsiniz. Teftişler nedeniyle neler yapıldığını, yapılanların ağır zulüm içerdiğini gittiğimiz illerde meslektaşlarımız anlattı. Başta tablonun tamamını şahsen görmüyordum ama anlatılanları dinledikçe dehşetimiz arttı.

KENDİLERİNDEN OLANLARA MEVZUATA AYKIRI MÜSAMAHA

Örnek verir misiniz?

Vereceğim örneği anlatan kişi bir müfettişti ve bu yapıyla uyuşamadığı için olanlardan rahatsız olup oradan ayrılmış biri. Olay şu. Kastamonu’nun bir ilçesi. Müfettiş teftişe gittiğinde şunu görüyor. Hâkim 250 dosyaya karar vermiş ancak kanunen 15 gün içerisinde gerekçelerini yazması gerekirken bir yıla yakın zaman olmuş ama hala gerekçeleri yazmamış. Mevzuat gereği müfettişin soruşturma başlatması gerekir ve bunu yapmadan önce usulen teftiş kurulu başkanını arar müfettiş. Müfettiş usulen teftiş kurulu başkanını arayınca kendisine “hâkim kim” diye soruluyor. Hâkimin adını söylüyor müfettiş. Ona önce “bir şey yapma, bekle” deniyor, daha sonra da “soruşturma başlatmayın, teftiş sonunda notunuzda bunu değerlendirin” deniyor

CEMAAT MENSUBU OLMAYANA İHRAÇ

Mevzuata aykırı bir işlem istiyor yani başkan?

Teftiş Kurulu’ndan, üst makamlardan soruşturma açma dendiği halde soruşturma açılması da görülmüş şey değil, teamüle de aykırı. O yüzden müfettiş de soruşturma açmamış ve teftiş notunu “kötü hâkim” anlamına gelen orta not olarak takdir etmiş. Bunu yaptı diye teftiş kurulundan yeniden aranmış, “niye orta not verdin” diye fırçalanmış! Daha sonra aynı müfettiş Nevşehir’in bir ilçesine gidiyor teftişe. Bu sefer başka bir hâkim 14 dosyaya gerekçe yazmayı ihmal etmiş. Ama süre iki ay. İlk örnekte 250 dosyada bir yıllık bir gecikme var, ikinci örnekte 14 dosya ve iki aylık gecikme. İki aylık gecikmesi olan meslektaşımız maalesef soruşturma geçirdi, hakkında görevi ihmalden kamu davası açıldı, 7 ay 15 gün hapis cezası aldı ve bugün meslekte değil.

TEFTİŞ KURULU NE KADAR OBJEKTİF?

Ayrımcılık korkunç boyutlara varmış!

Bir tarafta 250 dosyaya bir yıllık gecikme dolayısıyla soruşturma dahi açılmayan ve müfettişin verdiği orta not dolayısıyla fırçalandığı bir örnek, diğer yanda 14 dosyaya iki aylık gecikme dolayısıyla meslekten uzaklaştırma kararı verilen bir örnek. Biz böyle bir teftiş sistemi istemiyoruz. Birileri bu yollarla geri çekilirken birilerinin öne çıkarıldığına dair yaygın bir kanaat var ve bu tür çok sayıda örnek mevcut. Teftiş kurulunun objektif olmadığına dair yaygın bir kanı var meslektaşlarımız arasında.

BOZULAN SİCİLİN ATAMASI DA KÖTÜ OLUR

Tayinlerle ilgili ne oluyor? Ve Yargıda Birlik Platformu ne öneriyor?

Teftiş ve tayin sistemi birbiriyle bağlantılı. Siz bu teftiş sistemiyle çok iyi bir hâkim hakkında çok kötü diye bir sicil oluşturup vasat ya da kötü bir hâkime çok iyi diyebilirsiniz ve bu siciller kimin nereye atanacağında temel kriteri oluşturuyor. Bu sicillere bakıp bu hâkim çok iyi ağır ceza hâkimi olur bu savcıdan çok iyi başsavcı olur dendiğinde muhataplarınız yazılı belgeye itibar etmek zorundadır. Ya da aynı yöntemlerle bir kişi meslekten silinebilir. Bize de yaptığımız toplantılarda buna benzer çok sayıda örnek anlatıldı.

DİSİPLİN AFFI YASALAŞMALI

Sicil affı sorunu ortadan kaldıracak mı, ne öneriyorsunuz?

Bize teftiş sistemiyle ilgili anlatılanlar üzerinden YBP bir reçete hazırladı ve bunu Adalet Bakanlığı ile konuştu. Ortada çok büyük mağduriyetler var. Sadece ihraç kararlarına yargı yolu açık. Verilmiş ve kesinleşmiş disiplin cezaları var. Nasıl çözeceksiniz? Çok ciddi titiz bir çalışma yaptı Bakanlık ve disiplin affı yoluyla sorunun çözülebileceği kararına varıldı. Tamamı affedilmiyor. Bazı cezalar, rüşvet vs gibi yer değiştirme cezası verilen durumlar kapsam dışı, çünkü bunlar zaten yargılamayı gerektiriyor. Yargılama gerektirenleri zaten affedemezsiniz. Bu yasa çalışması şu an Meclis’in önünde. Ben şahsen yasalaşması gerektiğini düşünüyorum ve yasalaşacağına da inanıyorum.

YARGIÇ ASIL YARGIYA KARŞI BAĞIMSIZ OLMALI

Yargıda Birlik Platformu’nun Adalet Bakanlığı ile ilişkisi de speküle edilen bir konu. Söyler misiniz Platform’un bakanlıkla Hükümetle ilişkisi var mı, nasıl bir ilişkisi var?

Biz Yargıda Birlik Platformu olarak öncelikle yargıçların ve savcıların tam bağımsız olması gerektiğini savunuyoruz. Bağımsızlık sadece yasamaya, yürütmeye karşı bağımsızlık değildir. Elbette ki ben bir yargıç olarak iktidar ya da muhalefet partisinden bir milletvekilinden, il başkanından gelecek bir telefonla kararımı değiştirmemeliyim, elbette ki güvenceli ve bağımsız olmam gerekiyor. Bunlar mutlaka olması gereken şeyler. Bizim bu konuda hiç ama hiç toleransımız yok. Ancak biz gözden kaçan bir hususu daha dikkate getiriyoruz: Yargının yargıya karşı da bağımsız olması gerekiyor. Ben bir yargıç olarak herhangi bir milletvekilinden, il başkanından vesaireden çekindiğimden çok daha fazla, HSYK’dan çekiniyorum. Çünkü bana dair tüm tasarrufların merkezi orası. Ve onlar yargıç. Bana en çok etki edecek kurum yargının bizzat kendisi yani yargıçlar. Bizim oraya karşı da bağımsız olmamız gerekiyor. Bunu ifade ettikten sonra sorunuza geliyorum.

HAKİM SAVCILARIN MİLLİ TAKIMINI KURDUK

Buyurun.

Adalet Bakanlığı bünyesindeki bürokratların yüzde 90’nından fazlası hâkim kökenlidir. Adalet Bakanı müsteşarı da, yardımcıları da, genel müdürleri, yardımcıları, tetkik hâkimleri, müfettişleri, tamamı hâkim kökenlidir. Bakanlıkta 500 civarı hâkim-savcı vardır ve onlar da HSYK’nın tasarruflarından birebir etkilenmekte. Bakanlıkla çalışmaları sona erdiğinde her birinin nerede ne görev yapacağını belirleyecek olan HSYK’dır. HSYK Adalet Bakanlığı müsteşarına müsteşarlık görevi sona erdikten sonra diyebilir ki “biz sizi Hakkâri Cumhuriyet savcısı olarak atadık”. Gitmek ya da istifa etmek zorundasınız. Peki HSYK kararlarından bu derece etkilenmeye açık hakim-savcıların HSYK seçimlerinde uyuması, inisiyatif almaması beklenebilir rasyonel bir hareket midir? Onların kaderi de bu seçime bağlı. O hâkim-savcılar Bakanlıkta 65 yaşına kadar çalışacak diye anayasal bir güvence yok ki. Dolayısıyla onlar da oy kullanacaklar ve bakanlıkta görevli o 500 hâkim-savcının da, diğer 12 bin kürsü hâkimi ve cumhuriyet savcısı gibi seçimlerde arzu ettikleri bir HSYK var. Bu kaygılarla onlar da geldiler ve platformdaki saç ayaklarından birini oluşturdular. Bu kadar hakim savcısının olduğu yerde Bakanlıkta görevli 400-500 hakim savcı niye yadırganıyor anlamakta zorluk çekiyoruz. Platform kesinlikle bakanlığın, hükümetin platformu değil, herkesin kendini ifade ettiği bir platform ve herkesin HSYK’sını oluşturmak için yola çıktı. Biz hâkim ve savcıların milli takımını kurduk ve herkesin “işte bu benim HSYK’m” diyebileceği bir profil belirledik.

11 OYUN 11’İNİ DE İSTİYORUZ

Yargının milli takımı”nı nasıl oluşturdunuz?

Bunu da kafamızdan belirlemedik, temayül yoklamasına göre oluşturduk. Bu kişi hakikaten hür iradelidir, kimsenin etkisi altına girmeyecek biridir ve yarın oraya gittiğinde bizi temsil edecek biridir dediğimiz isimlerden oluşan bir aday listesi hazırladık. 11 adayımız da orada olması gereken isimler ve eşit değerlerdir. 7’si asil 4’ü yedek olacak ama bizim bir yedek listemiz yok, tamamı asil değerdedir. Bu nedenle biz 11 adayımızın da firesiz desteklenmesini istiyoruz. Bu konsensusun oraya net yansıması için bunu çok önemsiyoruz.

BAĞIMSIZLAR MUHALEFET ŞERHİ YAZMAKTAN BAŞKA NE YAPABİLİR?

Bağımsız yarışanlara oy kaybı olabilir mi?

Şu an seçim stratejisi olarak bunu uyguluyorlar. 11 oyunuz var, 10’nunu oraya 1’ini de falan kişiye ver diye. Soruyorum, o bir kişinin gerçekten bağımsızsa çarşaf liste sisteminde zaten girme imkânı yok. Bağımsızların 2010’da en fazla aldığı oy 2200. Seçilerinse en az oy alanı 5100 civarında. Hiçbir bağımsızın bu sistemde seçilme imkânı olmadığı açık. Dolayısıyla bu seçim ilkeleri ve projeleri olanların, birbiriyle sözleşmiş olanların yarışacağı bir seçim. Geçen seçimde YARSAV listesinde en çok oy alan Sayın Abbas Özden şu an zaten bizim platformumuzda. Üye sayısı ve bir önceki seçim sonuçları dikkate alındığında YARSAV’ın ipi göğüslemesi mümkün görünmüyor. Gelelim bağımsızlara; gerçekten bağımsız bir aday seçilmiş olsa bile tek başına ne yapacak 22 kişilik kurulda? Yargıtay’da ve Danıştay’da seçilen beş kişi vardı bu şekilde. Ancak diğer 16 kişilik grupla, aynı iradeyle seçilmedikleri için, üç buçuk yıldır sadece muhalefet şerhi yazdılar ve maaş aldılar. 22 kişi arasında seçilmiş tek bağımsız üye de muhalefet şerhi yazmaktan başka ne yapabilir. O nedenle HSYK’ya bağımsız gitmenin hiçbir anlamı yok. Ayrıca bunun yine aslında bir yerlere bağlı ancak seçime bağımsız giren o grup tarafından yürütülen bir seçim stratejisi olduğunu biliyoruz. Bağımsız gibi görünen ama aslında bir odağa bağlılığı bilinen kişiler bunlar. O nedenle biz 11 oyun 11'ini de istiyoruz meslektaşlarımızdan.

8-9 BİN OY BEKLİYORUZ

Ne kadar oy almayı hedeflediniz?

Her adayımız için 8 bin- 9 bin civarında oy almayı hedefliyoruz ve bunu başaracağımıza da inanıyoruz.

MESLEKTAŞLARIMIZIN TEVECCÜHÜ YBP’YE

YBP, Yarsav, Yargısen, Demokrat Yargı ve bağımsızlar arasında adil, eşit bir yarış olmuyor şeklinde bir argüman, bir eleştiri var. Sizce nasıl?

Şöyle bakılmalı bence bu mevzuda: Ortada büyük kitlelerin teveccühünü kazanan bir platform var. Biz 16 ilde toplantı yaptık ve 9 bin hâkim savcı ile yüz yüze görüştük, istişare ettik. Bu yarışa bizden yıllar önce hazırlanan yapıların ulaştığı hâkim savcı sayısı iki bin bile değildir. Bu YBP’nin yarattığı bir sinerjidir, hakim savcıların ezici çoğunluğunu oluşturan 8-9 bininin “işte hepimizin HSYK’sını oluşturacak yer burası” deyip bizzat iştirak ettiği bir platformuz. Taban hareketi bu kadar güçlü olan bir platformun yaptığı seçim organizasyonlarının bu kadar güçlü olması bence yadırganmamalı. İmkânlarımızın ölçüsü için size tek örnek vereyim. Geçen hafta 11 adayımızla birlikte üç gün İstanbul’daydık. Toplam heyet sayımız belki 20 civarıydı ve geceliği 110 TL’ye konaklamaya bütçemiz yeterli olmadığı için bir kamu kurumunun misafirhanesinde daha uygun ücretle kalabildik. Ama evet gittiğimiz her yerde çok büyük bir teveccühle karşılaşıyoruz. Kimse de onların kafasına silah dayamıyor. Hiç bir yaptırım işlemez yani, karşınızda hâkim savcılar var. Biz, bize bu teveccühte bulunan meslektaşlarımıza sadece şükranlarımızı sunabiliyoruz. Diğerleri bu teveccühü görmüyorlarsa bunu oluşturdukları birlikteliğin inandırıcı bulunmamasında arasınlar.

YARGITAY’DAKİ DENGE 2010 HSYK’SIYLA DEĞİŞTİ

Yargıtay Başkanlar Kurulu HSYK üyelik seçimlerini öne, 23 Eylül’e aldı. Bu ne demek ve nasıl etkileyecek HSYK seçimlerini?

HSYK’nın çeşitli insan kaynakları var. 22 üyeli kurulun 3 üyesini Yargıtay, 2 üyesini Danıştay seçiyor. Üç asil üye 23 Eylül’de yapılacak seçimle belirlenecek. Seçim işi biraz da aritmetikle ilgilidir. 2010 sonrası HSYK’sının aynı havuzdan beslenerek Yargıtay’a yaptığı 160 atamayla birlikte Yargıtay’daki dengeler çok değişti. Oradaki sayılar dengeler çok farklıdır, oradaki sonuçları tahmin edemiyoruz ama 12 Ekim’de bizim yapacağımız seçimler de dengeler çok farklı. Biz 12 Ekimde yapılacak seçimde YBP adaylarının 11 de 11 yapacağına eminiz, hatta en az iki kat fark bekliyoruz.

BİZ-SİZ DEĞİL, İYİ HAKİM-KÖTÜ HAKİM

Yargıda Birlik Platformu’nun solcu, sağcı, milliyetçi, dindar, Alevi kanatlardan oluştuğu söyleniyor. Bu ifade çoğulculuğun göstergesi için mi, yoksa…?

Biz hâkim ve savcıların isimlerinin önünde sağcı, solcu, ülkücü, Alevi, cemaatçi ya da başka bir sıfatın olmasını istemediğimiz için bu platformda bir araya geldik. Fark ettik ki birileri hakim ve savcılara bu etiketleri yapıştırmış, kendilerinden oluşanlara da bir havuz oluşturmuş, havuzun dışındakilerin tamamını ötekileştirmiş ve üvey evlat muamelesi yapmış. Has evlatlar Yargıtay üyesi, başsavcı, ağır ceza başkanı, özel yetkili cumhuriyet savcısı oluyor diğerleri itiliyor bastırılıyor. Birileri teşkilatın yüzde 80-85’ini bizden değil diye fişlemiş. Biz buna karşı çıkıyoruz. Biz hâkim-savcıların sadece hâkim savcı olarak anılmasını istiyoruz. Bizim için sadece iyi hâkim-kötü hâkim var. Hâkimin hayat görüşü, etnik kimliği, mezhebi bizi ilgilendirmiyor. Biz bu düsturla yola çıktık. Bu ifadelerin tamamı bizi irrite ediyor. Ama birileri siz ve biz ayrımı yapınca ister istemez bir biz bilinci oluşturuyorlar bizde. Bu çok kötü bir şey. O yüzden YBP’de herkes var ama sadece hâkim savcı sıfatlarıyla var.

CEMAATTEN DE OY GELECEK

Peki, “o yapı”dan, cemaatten kimse var mı?

Kim cemaatçidir, kim değildir net bir şekilde bilmemiz mümkün değil. Ancak onlardan da destek alacağımızı düşünüyorum. Biliyorlar ki sadece kendilerinin hâkim olduğu bu sistem ilelebet gidecek bir sistem değil. Düzeltilmesi gereken bir sistem. Bu sistemi kimseyi mağlup kılmadan herkesi galip kılacak tek sistem Yargıda Birlik Platformu’nun önerdiği sistemdir. Bazılarının bunu göreceklerine ve oy vereceklerine şahsen inanıyorum.

ONLARIN DA GÜVENCESİ BİZİZ

Yani cemaate mensubiyeti olan ya da vicdanı ipotek altına alınmış hâkim ve savcıların da tek güvencesi biziz mi diyorsunuz?

Cemaate mensup olanların da, sonuç itibariyle en doğru çözümün bu olduğunu gördüklerini, meyil gösterdiklerini ve bazılarının seçimlerde de bizi destekleyeceklerini söylüyorum. Çünkü karşımızdaki kişiler üniversite mezunu, muhakeme kabiliyeti olan hâkim ve savcılar. Siz bu insanların aklını iradesini nereye kadar ipotek altına alabilirsiniz? Bu yolun yol olmadığını görmek ve doğru yolu seçmek erdemdir. Kişisel düşünceme göre bir kısmı bunu yapacaktır.

BİR YARGIÇ BİR HAŞHAŞİNE DÖNÜŞEBİLİR Mİ?

Okuyamadım henüz ama “Pepsis ve Tarantula” adında yayınlanmış bir romanınız var ve arka kapakta “bir yargıç bir Haşhaşine bir suikastçıya dönüşebilir mi” sorusu yer alıyor. Sizce cevabını ne bu sorunun?

Ben bu romanı üç yıl önce yazmaya başladım ve Mayıs ayında yayınlandı. Kapaktaki Haşhaşin ifadesinin Hasan Sabbah’a dayanan bir geçmişi var. Romanın cemaatle ilgisi yok. Kökeni Hasan Sabbah’a dayanan bir organizasyonla ilgili. Manipüle edilen, vicdanından sıyrılan bir yargıcın hukuk dünyasında ve güncel dünyada nasıl kritik sonuçlara sebebiyet verebileceğini kendince anlatan bir roman.