Mustafa Yeneroðlu: AB’nin derdi “ne þiþ yansýn ne kebap”
ABONE OL

Türkiye’nin tepkisi sertti. AB Türkiye ile ve aslýnda kendi geleceðiyle ilgili bir karar anýna yaklaþýyor. Devlet baþkanlarý düzeyinde gelen ilk iþaretler “devam” diyor. Peki, bundan sonra ne olur? Ya da neden böyle oldu? Avrupa bizi neden anlamýyor? AB Türkiye’de deðiþen siyaseti ve toplumu doðru okumakta nasýl bu kadar baþarýsýz olabiliyor? Biz kendimizi ne kadar doðru anlatabiliyoruz? Avrupa’nýn temas halinde olduðu isimlerin isabetsizliði bir seçim mi bir sonuç mu? Ne yapmalýyýz? Tüm bu sorularý Almanya doðumlu olan hukukçu, dolayýsýyla Avrupa hukukunu ve siyasi kültürünü çok iyi bilen Mustafa Yeneroðlu’na yönelttim. AK Parti Ýstanbul milletvekili olan Yeneroðlu Türkiye’nin Avrupa’daki en güçlü seslerinin biri.

***

Perþembe günü Avrupa Parlamentosunda Türkiye ile üyelik müzakerelerini geçici süre dondurmayý tavsiye eden tasarý 37'ye karþý 479 oyla kabul edildi. 107 üye ise çekimser kaldý. AP'nin üyelik müzakerelerini sonlandýrma veya dondurma yetkisi yok ama AB Konseyi ve üye ülke yönetimlerine bir tür tavsiyede bulunuyor ve durum o ki Avrupa Parlamentosu’nun kafasý karýþýk falan deðil. Türkiye’yi istemiyorlar. Öyle mi?

AB içerisinde Türkiye’yi hiçbir zaman görmek istemeyenler elbette var. Ayrýca üyelik müzakerelerinin baþýndan beri oldukça kýrýlgan bir zemin üzerinde sürdürüldüðünü unutmamak gerek. Bu sürecin önünü açan Almanya’daki Schröder iktidarýndan kýsa bir süre sonra, yani henüz 2005 yýlýnda Merkel iktidarýnýn imtiyazlý ortaklýkta ýsrar etmiþ olmasýný göz ardý etmemeliyiz. Bu dönemde Avrupa liderleri tarihi bir fýrsat kaçýrdý. Ben Merkel’in o dönemde de bunun farkýnda olduðunu, fakat parti için muhalefete gücü yetmediðini düþünüyorum. Yani Türkiye’nin AB’ye üyeliði müzakerelerinde tüm taraflar baþýndan beri zorlu bir sürecin içindeydiler. Diðer tarafta bugün 479 parlamenter üyelik müzakelerinin geçici olarak durdurulmasýný talep ederken unutmayalým ki Aralýk 2004’te 407 üye de Avrupa Parlamentosunda üzerinde Türkiye ve AB bayraðýnýn olduðu ‘Evet’ pankartýný kaldýrýyordu. “Türkiye’nin üyeliðini zaten hiç istemiyorlardý.” diyerek tepkisel bir tutum da takýnabiliriz, “Geçmiþte neden kabul ettiler de bugün bu manzarayla karþý karþýyayýz?” diye de sorgulayabiliriz. Her iki yaklaþým için de fazlasýyla gerekçe öne sürülebilir.   

AVRUPA KÝMLÝK KIRILMASI YAÞIYOR

Üyelik müzakerelerinin dondurulmasý 15 Temmuz darbe giriþimi sonrasýnda ortaya çýkan durumla ve OHAL uygulamasýnýn getirdiði þartlarla çok ilgili. Ancak tuhaf olan þu ki bu þartlar Türkiye birden fazla terör örgütünün saldýrýsý altýnda olduðu, 15 Temmuz’da da 248 insanýn canýný alacak kadar gözü dönmüþ bir terör-darbe saldýrýsý sonrasýnda oluþtu. Avrupalý Parlamenterler bu illiyet baðýný göremiyor mu, görmek mi istemiyor?

Avrupa’da bir kesimin AB ile Türkiye arasýndaki iliþkileri “Türkiye’yi bir antitez olarak görerek kendi kimliðini kurgulama/keþfetme” þeklinde konumlandýrdýðý açýk. Saðcý populistleri ümitsiz vaka olarak geçelim, ancak Hristiyan Demokratlar ve muhafazakarlarý sadece bu baðlamda deðerlendirmemiz saðlýklý bir analizi engeller. Türkiye’nin artan nüfusu ve üyelik durumunda AB kurumlarýnda elde edeceði çoðunluk, tüm farklýlýklarýna raðmen nispeten homojen varsayýlan bir deðerler topluluðu karþýsýnda “öteki” olarak betimlenen bu yeni üyenin uyum sorunu, Avrupa’da gün geçtikce keskinleþen kimlik kýrýlmasý, sýnýrlarý Suriye’ye uzanan bir AB’nin merkez ülkelere de getirdiði güvenlik riski… Tüm bu faktörlerin ötesinde Türkiye bu süreçte aslýnda 15 Temmuz darbe giriþiminden çok daha öncesinde sol, çevreci ve liberal kesimleri AB müzakereleri kapsamýnda kaybetti. Sol ve çevreci Yeþiller üzerinde Alevi topluluk içerisinde kendini Türkiye karþýtlýðý üzerinden konumlandýran eski sosyalist çevrelerin örgütlenmelerinin son 30 yýllýk etkisi ve PKK ile açýk ittifak içerisinde olan sosyalist gruplar, yine þiddete mesafe koymayan unsurlarýn Yeþiller ve kýsmen Sosyaldemokratlar üzerindeki 30 yýllýk siyasi çalýþmalarýnýn neticeleriyle karþý karþýyayýz aslýnda.

AB’NÝN ÇELÝÞKÝLERÝ

Bu kadar hazýrlýksýz olmamýz da bir sorun deðil mi?

Bu çevrelerin çok ciddi manada iþlediði Avrupa’da medya uzun zamandýr tamamýyla tek taraflý, Türkiye’nin her gün yaþadýðý terörü göz ardý eden, hatta acýmasýz þiddet eylemlerini bazen anlayýþla bile karþýlayan bir propagandayla Türkiye lehinde yaklaþým ihtimalleri bile imkansýz kýlýnýyor. Dolayýsýyla uzun süredir harlanmakta olan sürecin artýk kaynama noktasýna ulaþtýðýný söyleyebiliriz. Avrupa kamuoyunun darbe giriþimine tepki konusunda sýnýfta kalmasý, Avrupa’nýn Türkiye söz konusu olduðunda kendi iddialarýyla tamamen çeliþen bir pozisyonu benimseyerek kendi içerisinde tutarsýzlýða düþmesi, Türkiye mevzu bahis olduðunda kendi ilkelerinden þaþýrtýcý bir þekilde ödün vermesi Türkiye’nin de bu Türkiye karþýtlýðýna hissi bir okumayla ve anlaþýlýr bir tepkisellikle cevap vermesine yol açýyor. Bütün bu gerilimli süreç AP’nin malum kararýna taþýnmýþ oldu.

MESELE OHAL DEÐÝL

AP aldýðý kararda üyelik müzakerelerinin yeniden baþlayabilmesi için OHAL’in kaldýrýlmasýný þart koþuyor. Bir kez Paris’te bomba patladýðý için bir buçuk yýldýr OHAL’de olan Fransa için geçerli olmayan bu isabetsiz hassasiyet neden Türkiye için var?

Bu soruyu Batý’dan birisine sorsanýz, “Fransa OHAL çerçevesinde Türkiye’nin attýðý adýmlarý atmadý, bu kadar sert tedbirler almadý.” cevabýný alýrsýnýz. Ancak Türkiye ile Fransa zaten mukayese bile edilemez. Fransa’da yaþananlar Türkiye’de bir buçuk yýldan beri ne yazýk ki her hafta yaþanýyor. Türkiye’de yaþananlar herhangi bir Avrupa ülkesinde meydana gelseydi Avrupa’nýn tepkisini tahmin bile edemiyorum, o denli þiddetli bir tepki geliþtirilirdi! Ýçine kapanan, güvenlik kaygýsýnýn ön plana çýkmasý sebebiyle özgürlüklerden hiç bir þekilde bahsetmeyen ve ABD’nin de tutumunu gölgede býrakan totaliter tepkiler görürdük. 11 Eylül süreci sonrasý Avrupa’da Müslümanlarýn toplu bir þekilde kriminalize edilmeye çalýþýlmasýyla bizzat mücadele edip bedel ödeyen birisi olarak bunlarýn yaþanabileceðinden hiç þüphem yok. Dolayýsýyla mesele OHAL deðil. Bunu çok açýk bir þekilde söylememiz gerek.

Öbür yandan muhatabýmýzda gördüðümüz bu çifte standartlar kendimize dönüp kendi iç hesaplaþmamýzý yapmaktan bizi alýkoymamalý.

AB HATASINA ‘ÝÇERÝ’DEN DESTEK

Ýç hesaplaþmayý hangi alanlarda yapmalýyýz?

Türkiye kendi içindeki dinamiklerin anlaþýlýr kýlýnmasý konusunda yetersiz kalýyor, medyanýn bu anlamda üstlenebileceði önemli rolün çoðu zaman es geçildiðini gözlemleyebiliyoruz. Batý’dan yerel gazetelerin bile Türkiye’de muhabirleri varken Türk medyasý Batý’da köprü olabilecek etkide bir var oluþ göstermiyor, etkili, nesnel, tarafsýz bir medya alanýnýn oluþabilmesi adýna gerekli adýmlar atýlmýyor þeklinde bir eleþtiriyi dile getirebiliriz. Bu durum Türkiye’ye karþý tek taraflý, yanlý ve çoðu zaman yanlýþ haber diline karþý bir alternatif oluþturulamamasý sonucunu doðuruyor.

Bir diðer eleþtirel husus ise muhalefetin devletin karþý karþýya kaldýðý bu yýkýcý saldýrý karþýsýnda millî birlik ve dayanýþmayý sürdürememesi. Güvenlik nedeniyle atýlan gerekli adýmlarýn bizzat Türkiye’deki muhalefet tarafýndan izafileþtirilmesi de AB-Türkiye iliþkilerinde dile getirilen hatalý argümanlara bir yenisini, üstelik “içeriden” eklemiþ oluyor.

AB ‘NE ÞÝÞ YANSIN NE KEBAP’ DERDÝNDE

AP’nin tavsiye kararý AB komisyonunu etkiler mi? Ne yönde geliþir anlayýþ?

AP Baþkaný Martin Schulz gibi, raportör Kati Piri gibi isimler bireysel hayal kýrýklýklarýndan da ötürü bir devletle bir birlik arasýndaki iliþkiyi kiþiselleþtirerek þahsi kanaatlerini AP’nin menfaatinin de önüne çýkarmaya çalýþtýlar.

Terörü destekleyenleri muhalif olarak tanýmlamalarý ve hatta bu aktörleri kabul ederek onlarý onore etmeleri bunun örneklerinden. Dolayýsýyla AP ya da AB’nin diðer kurumlarýnda Türkiye’yi bilmeyen, süreci doðru okumayan, tek taraflý bilgilerle beslenen, Türkiye’nin tepkisi üzerine daha da azýlý hâle gelen, ayný zamanda hem sað hem de solda bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde oryantalist bakýþ açýsýyla Türkiye’ye tepeden bakan, Türkiye’deki terörü destekleyen ya da teröre müsamaha gösteren çevrelerle iliþkili olan aktörler var.

Netice itibarýyla AP’nin kararý sembolik bir anlam taþýyor, maksat Türkiye’ye güçlü bir ikaz iletmek. Ama darbe öncesi adeta her gün, “Sizi zaten AB’ye almayacaðýz, ama siz yine de kurallarýmýza harfiyen uyun.” gibi garip pozisyonlara sahip olanlarýn ikazlarý ne kadar ciddiye alýnabilir? Bu karar komisyonu þimdilik etkilemez. Komisyon özellikle 2017 seçim yýlýný mümkün mertebe “ne þiþ yansýn ne kebap” diyerek atlatmaya çalýþýr.

OBSESÝF BÝR HAL

Güncelin ötesinde þunu görüyoruz aslýnda. Avrupa ile Türkiye arasýnda bir gittikçe gerilen bir iliþki var. Bunun ne kadarý siyaset ne kadarý iletiþim kazasý ya da iletiþimsizlik?

Gerilimin temelinde bence siyasetin de belirlendiði bir iletiþim sorunu yatýyor. Türkiye’de yaþananlar farklý araç ve yorumlarla Avrupa’ya iletiliyor ve Avrupa ülkelerinde bu iletilenler üzerinden Türkiye siyaseti þekilleniyor. Cumhurbaþkanýmýza yönelik obsesif hal alan olumsuz algýlarýn kurgulandýðý, baþta 15 Temmuz darbe giriþimi ve sonrasýnda yaþananlar olmak üzere Türkiye’deki geliþmelerin yaþananlarla örtüþmeyen bir þekilde aktarýldýðý ve böylelikle adeta bir algý hegemonyasýnýn oluþtuðu bir kamuoyunda siyasetçilerin farklý bir tavýr almasý beklenemez.

KENDÝMÝZÝ DOÐRU ANLATMAK ÝÇÝN…

Türkiye derdini, yaþadýðý gerçeði ne kadar anlatabiliyor peki Avrupa’ya? Anlatmada mý bir sorun var, anlamada mý?

Bazen “Ne yaparsak yapalým bizi anlamak istedikleri gibi anlýyorlar.” türünden yorumlarla karþýlaþýyorum. Ben bu konuda öncelikle üzerimize düþen hususlarý ele almamýz gerektiði kanaatindeyim. Biraz önce bahsettiðim gibi Türkiye’nin dinamiklerini, buradaki gerçekliði, burada sürmekte olaný maalesef yeterince anlatamýyoruz.

Avrupa’da 15 Temmuz darbe giriþiminde bile darbecileri “mazlum”, darbeyi püskürten sivil vatandaþlarýmýzý ise neredeyse “zalim” gösteren medya kuruluþlarý gördük. Niçin böyle olduðu hususu üzerinde durmamýz gerek. Art niyet, önyargý veya kasýt, ismine ne dersek diyelim taraflý yayýncýlýðý besleyen unsurlar ciddi ve güçlü olarak varlar. Ancak darbe giriþimini, devlet içinde çeteleþmiþ bir grubun kendisiyle ilgili devam eden süreçte yolun sonunu görünce altýn vuruþ yapmasý olarak deðerlendirdiðimizde þunu sormamýz gerekiyor: Biz Batý Avrupa toplumlarýyla Türkiye’deki geliþmelerin doðru ve hakkaniyetli bir þekilde anlaþýlmasý ve Avrupa kamuoyunda zaten var olan, oryantalist-ýrkçý bir Türkiye karþýtlýðýnýn bertaraf edilmesi için ne kadar istikrarlý bir iletiþim zemini kurduk? Bu iletiþim zemininde Avrupa ülkelerine doðru bilgilerin yansýmasý için neler yaptýk? Her þeyden önce biz Avrupa’nýn üç önemli dilinde yani Fransýzca, Almanca ve Ýngilizce kamuoyunda kendimizi ne kadar anlatabiliyoruz? Oralarda görevli kaç gazetecimiz var? Almanca veya Fransýzca basýn kuruluþumuz var mý? Alman, Fransýz veya Ýngiliz gazetecilerle iliþkilerimiz ne düzeyde? Kaç siyasi vakfýmýz ve düþünce kuruluþlarý o ülkelerde etkin? Avrupa ülkelerindeki siyasetçi ve bürokratlarla iliþkimiz nasýl? Bu tür sorularý uzatmamýz mümkün ve bu sorulara alacaðýmýz cevaplar maalesef olumsuz.

Bizi edilgen kýlan hal bu hal midir?

Kendimizi anlatamadýðýmýz zaman bizi ifade etmeyen anlamlandýrmalara fýrsat veriyoruz. Bizim besleyemediðimiz iletiþimin kýlcal damarlarý baþka kanallardan besleniyor. Biz önce kendimizi yeterli düzeyde, doðru araç ve söylemlerle anlatalým, þayet buna raðmen yanlýþ anlaþýlýyorsak ondan sonra anlama sorununa geçebiliriz diye düþünüyorum kendi adýma.  Bunun yanýnda elbette Avrupa’nýn kimlik inþasý ve kültüründen kaynaklý ön yargý bizim için devamlý bir mücadele alaný olacaktýr. Bu Avrupa’nýn içine kapanmamasý için de bir zorunluluk. Aksi takdirde Avrupa son 40 yýlýn ekonomik birlik ötesinde tüm kazanýmlarýný yitirme tehlikesiyle karþý karþýya kalýr.  

AB’YÝ MEVCUT AB’DEN AYRI DÜÞÜNMEK

Yaþananlarla baþ edebilmek için olaylara serinkanlý bir þekilde bakmak, doðru analiz ve doðru müdahale gerek. Türkiye-AB iliþkileri açýsýndan analiziniz ve öneriniz ne? 

Bir yapý olarak AB ile AB’nin temsil ettiði siyasi ve hukuki normlarý ayrý tutmamýz gerektiði kananatindeyim. Geçmiþ 40 yýl, Türkiye ile AB arasýndaki iliþkinin zaten uygulamada olan “imtiyazlý ortaklýðýn” ötesine geçemeyeceðini gösterdi. Her ne kadar da Avrupa Parlamentosunun verdiði karar bu anlamda uygulamadaki durumu etkileyici nitelikte olmasa da özellikle bazý Avrupa ülkelerindeki seçimler var olan kazanýmlarý kaybetmeye sebep olabilir. Sað popülist ve Avrupa karþýtý partilerin iktidara gelmeleri durumunda Türkiye meselesinden önce bir “Avrupa Birliði” sorunu ortaya çýkacak. Bu durumda Brexit belki de ilk olmayacak. Öte yandan içinde bulunduðumuz olaðanüstü halin ardýndan demokratik hukuk devletinin güçlendirilmesi, sivilleþmenin ve özgürlük alanlarýnýn geniþletilmesi Avrupa Birliði sürecinden baðýmsýz bir þekilde mesafe kat etmemiz gereken alanlar. Bizim Avrupa Birliði olsa da olmasa da kendi deðerlerimiz, kendi iddialarýmýz, ulaþma arzusuyla gece gündüz çalýþtýðýmýz kendi standartlarýmýz var.

ÇOK DÝLLÝ BÝR ANLATIM GELÝÞTÝRMELÝYÝZ

Kendimizi doðru anlatma bahsine devamla sormak istiyorum: Anlatým eksikliðimiz siyasi erkin eksikliði mi, akademi, medya ve sivil toplumumuzun eksikliði mi, diplomatlarýmýzýn esikliði mi?  

Günümüzde sadece tek bir araç ve alan üzerinden anlatým olmuyor. Sonuçta her ülke siyaseti, akademisi, medyasý, sivil toplumu ve diplomasisi ile bir bütün. Her alanýn kendi muadilleriyle iletiþim halinde olmasý önemli. Þayet bir eksiklikten bahsediyorsak bu her alaný ilgilendiren bir eksikliktir. Olaylarý kendi teknik diliyle anlatan medya iletiþimine ne kadar ihtiyaç varsa geniþ ve analitik bir yöntemle irdeleyen akademiye de ihtiyaç var. FETÖ’yü sadece basýndan anlatmak yeterli deðil. Özellikle FETÖ’yü anlatmak için analitik, dünle bugünü, farklý yapýlarý birbiriyle irtibatlandýran analizlere ihtiyacýmýz var. Ayný þekilde HDP-PKK iliþkisini irdeleyen Almanca, Ýngilizce, Fransýzca yayýnlara ihtiyacýmýz var.

PKK’nýn 80’lerden beri Avrupa’da güçlü olduðunu, ciddi bir að oluþturduðunu, lobi kabiliyeti kazandýðýný ve devletleri, medyayý etkileyebildiðini biliyoruz. Keza FETÖ’nün hareket tarzý da dipten sinsice ilerlemek. Avrupa’daki bazý aktörlerin terör örgütlerini kendilerine yönelik bir tehdit olarak görmedikleri için onlara açýk desteðini ya da müsamahalý bakýþýný da görüyoruz.

DÝASPORAYA DÝKKAT

Türkiye kendi diasporasýna bigâne kalmamalý diyorsunuz sanýrým?

Yýllar içerisinde oluþmuþ PKK destekçisi diasporanýn bugünlere geliþinde devletin zamanýnda yaptýðý hatalarý göz ardý edemeyiz. Avrupa devletlerine, bu gruplarýn terör destekçisi olduðunu izah konusundan önce bu husus üzerinde durmakta yarar var. Siyasi konularýmýn baþýnda gelen diaspora meselesinin ülkemiz için ayný zamanda bir güvenlik meselesi olduðunu düþünüyorum. Dün yapýlan hatalar nasýl ki bugün bize zarar veriyorsa, bugün geçmiþteki hatalarýn olasý devamý yarýn karþýmýza çýkmamalý. Kuþatýcý diaspora politikasý geliþtirerek her kesimin anavatanla olan baðýnýn güçlendirilmesine yönelik adýmlarý atmak durumundayýz.

Biz terörün en acýmasýz yüzünü Türkiye’de an be an yaþýyor ve bununla toplum olarak mücadele ediyoruz. Batý’da bu þiddeti gerçekleþtiren gruplarýn hedefi olmadýklarý için onlarý sanki masum oluþumlarmýþ gibi görenlere meselenin asýl yüzünü anlatmamýz, bunu ilgili ülkelerin dilinde ve siyasi kültürüne uygun, o ülkelerin gerçekliðini dikkate alarak yapmamýz gerek.

MEVCUT AB, ÝDEALÝN NERESÝNDE?

Avrupa’da aþýrý sað yükseliyor, yabancý düþmanlýðý ve Ýslamofobi yükseliyor. Ýngiltere de ayrýldý Birlik’ten. Mevcut yapý AB idealinin neresinde?

Avrupa iki dünya savaþýnýn tüm yýkýmý ve trajedisi üzerine bina edilmiþ büyük bir baþarý hikayesi aslýnda. Birbirlerine nefret dolu uluslarý barýþtýrmýþ, düþman olan ve birbirine sýfýr güveni olan devletleri birbirine baðlý kýlmayý baþarmýþ, zamanla ‘Hristiyan kulübü’ yakýþtýrmasýný da aþmýþ çeþitlilik içerisinde birlik vizyonu iddiasý taþýyan bir deðerler topluluðu. Fakat bugün anlaþýlýyor ki Avrupa topluluklarýnýn büyük bir ekseriyeti son onyýllarda kayda geçilen teorik özgürlükçü deðerleri idrak edememiþ ve bugün son 50 yýlýn en büyük siyasi krizine doðru kayan bir zemin oluþmuþ. Bu süreçte saðcý popülizm devamlý küçümsendi, ancak zamanla kendini yeniledi ve Nazi üniformasýný atarak daha “sofistike” bir hâl aldý. Bu sürecin paralelinde sistemi taþýyan partilerden gün geçtikçe ümidini kesen ve sandýktan uzaklaþan kitlelerin tepkisini taþýmayý öðrendi. Bugün toplumlarý içten içe kemiren ve siyasi kültürü baþarýyla zehirleyen bir akýma dönüþtü. Oysa hiçbir önerisi de yok, sadece tepkileri emip sloganlaþtýrdý: Her þeye karþý, ama rasyonel önerisi yok. Doðu Avrupa’da baþta Macaristan ve Polonya bu otoriter ulusçuluða hapsoldu zaten. Ancak Brexit ve Trump sonrasý daha güçlü bir dalga 2017 yýlýnýn çok gergin geçeceðini gösteriyor.  Haftaya Avusturya’da Cumhurbaþkanlýðý seçimi var. Irkçý söylemleri siyasi programa dönüþtürmüþ bir aday seçimleri kazanýp parlamentoyu feshedebilir. Avusturya’da Yeþillerin adayý bile toplumdaki Türkiye fobisi üzerinde yükselme çabasýnda. Akabinde Mart ayýnda Fransa’da seçimler var. Irkçý aday Le Pen bütün anketlerde önde. Karþýtlarý tüm ümitlerini ikinci turdaki olasý toplumsal bloða baðlamýþ. Komþusu Hollanda’da da Mart ayýnda genel seçimler var. Ýslam’ý ve Kuran’ý yasaklamayý ve camileri kapatmayý seçim programýna almýþ Wilders bugün anketlerde birinci parti. Almanya’da da 3 önemli eyalet seçimi sonrasý Eylül ayýnda genel seçimler var. Birkaç yýl evvel hiç kimsenin baþarýsý üzerine iddiaya girmeyeceði ýrkçý bir parti doðu Almanya’da yüzde 25, batý Almanya’da da yüzde 15 bandýnda. Oysa Almanya bugün ekonomik gücünün zirvesinde, iþsizlik oraný rekor düþüklükte. Yani irrasyonel bir durumla karþý karþýyayýz. Eskiden kaybedenlerin sistemden uzaklaþabileceði endiþesi ifade edilirdi, artýk orta sýnýfa dahil olanlarýn kaybetme korkusu sistem karþýtý siyasi uçlara kaymak için yeterli gerekçe olabiliyor. Düþünün ki iþsizlik oranýnýn yüzde 3,5 olduðu, yani reel iþsizliðin adeta sýfýrlandýðý dünyanýn en zengin bölgelerinden birisi Baden Württemberg eyaletinde ýrkçý parti yüzde 15’te. Bu partinin adeta tek gündemi mülteciler, göçmenler , Türkler ve Müslümanlar. Türkiye bu süreçte bir yansýma alaný olarak gösteriliyor. Bütün bu düþmanlýðýn, “yabancý” ya da “Müslüman” kimliklerine karþý oluþturulan kimliðe Türkiye üzerinden, Türkiye’ye karþýtlýk üzerinden bir deðer biçiliyor.

ÝLÝÞKÝLER KOPARSA?

Türklerin Orta Asya’dan bu yana yönü hep batý olmuþtur. 50 yýllýk AB üyelik müzakere süreci de bu minvalde ayný istikamatteydi. Ama ilk kez iliþkiler bu kadar gergin. Türkiye’de kamuoyu sýkýldý AB’nin nazýndan, batýlýlarýn ikiyüzlülüðünden. Ýliþkiler koparsa ne olur?

Avrupa’da yaþayan insanlarýmýz ya da ticari iliþkilerimiz göz önünde bulundurulduðunda iliþkilerimizin kopacaðýna pek ihtimal vermiyorum. Çok sert yaklaþýmlarda bulunurken ticaretimizin yüzde 45i AB veya yüzde 57’nin kýta Avrupa ile ilgili olduðunu hesaplarýmýza katmalýyýz. Diðer tarafta AB deki karar vericiler de gümrük birliðinin birçok yükünü üstlendiðimizi ve sorunlarýna tabi olduðumuzu ama AB’nin ekonomi politikalarýnýn oluþumuna da dahil olmadýðýmýzý gözardý etmemeli. Egemen bir ülke olarak hiçbir zaman üyesi olamayacaðýmýz AB yetkilileri tarafýndan bas bas baðrýldýðý bir birliðin hukuki normlarýna ve denetimine çok uzun zaman daha tabi olmamýz ayný zamanda demokratik bir sorun olarak ta karþýmýza çýkmaktadýr. Bu süreç ancak geri dönüþü olmayan tartýþmasýz net bir perspektifle sürdürülebilir. Bunun dýþýnda siyasi ve diplomatik iliþkiler farklýlaþabilir ki bu her zaman olmuþtur. Bunu söylerken Avrupa ülkelerinde yükseliþte olan aþýrý sað ve Avrupa karþýtý akýmlarýn Avrupa Birliði’ni nasýl þekillendireceðini de göz önünde bulundurmak gerek. Fransa, Avusturya ve Hollanda seçimlerinden aþýrý saðýn galip çýkmasýyla varlýðý tehdit altýnda olacak bir Avrupa Birliði’nden bahsedeceðiz. Böyle bir Avrupa Birliði içerisinde Türkiye’nin konumu nasýl olur, onu zamanla göreceðiz.

YA ÞANGAY YA AB DEÐÝL HEM ÞANGAY HEM AB

Cumhurbaþkaný Erdoðan, geçen hafta Özbekistan dönüþünde AB ile iplerin gerilmesiyle birlikte AB üyeliðinin mecburi olmadýðýný "Varsa yoksa AB dememeli" sözleriyle ifade etti ve Türkiye’nin Þanghay Ýþbirliði Örgütü’ne girme isteðini dile getirdi. Bu durum, Türkiye’nin yönünü doðuya çevirmesi Avrupa için ne ifade eder?

Soruya cevap vermek için Türkiye’nin Avrupa için ne ifade ettiðine bakmak lazým: Türkiye zaten 5 milyon nüfusuyla Avrupa’da, bu genelde göz ardý ediliyor. Türkiye’nin bu kitle üzerinde ciddi sorumluluklarý var. Ayrýca Türkiye’nin genç nüfusu, ticari ortaklýðý, orta doðu’daki çatýþmalara karþý güvenlik hattý, askeri kaynaðý, Avrupa açýsýndan jeostratejik hattýn geniþlemesi, enerji akýmýnýn güzergahýnda varlýk ve Avrupa projesinin çok kültürlülüðü konusunda inandýrýcýlýk... Bugün Türkiye Suriye ve Irak’ta teröre karþý savaþýrken sadece Türkiye’nin güvenliðini korumuyor, ayný zamanda Avrupa’nýn da güvenliðini koruyor. Sýðýnmacý akýmý karþýsýnda Avrupa’yý adeta varoluþsal bir krizden kurtaran Türkiye’nin deðerinin soðukkanlý bir analize bile tabi tutulamayýþý Avrupa’nýn içinde bulunduðu krizi gösteriyor zaten. Bu çerçevede Bulgaristan ve Moldavya’daki son seçim neticelerinin jeostratejik neticeleri Ukrayna süreci sonrasý Avrupa’yý endiþelendirmeli. Ama 28 üyeyi taþýma konusunda irade yetersizliði, oluþan boþluklar ve eksilen özgüven daha büyük krizleri de beraberinde getirebilir.  Diðer tarafta Türkiye’nin çok boyutlu dýþ politikasýný sürdürmesi gerekir elbette. Bunun için Þanghay Ýþbirliði Örgütü ile de Afrika ile de Latin Amerika ile vs iliþkileri farklý düzlemlerde geliþtirerek Türkiye‘nin çok taraflý ve çok boyutlu dýþ politikasýný kurumsallaþtýrmamýz gerekiyor. Bu yüzden Sayýn Cumhurbaþkanýmýzýn açýklamasý önemli.

JEOSTRATEJÝNÝN GEREÐÝ

Türkiye’nin yüzünü doðuya çevirmesi Avrupa üzerinde siyasi baský oluþturur mu?

Türkiye’nin coðrafi konumu ve demografik yapýsý itibarýyla yüzünü tek bir tarafa çevirme lüksü olmadýðý gibi her tarafa bakma sorumluluðu var. Bugün Türkiye Balkanlardan nasýl yüzünü çeviremezse Orta Doðu’dan da, Orta Asya’dan da, Afrika’dan da ve izi olan hiçbir yerden de yüzünü çeviremez. Avrupa’nýn kendi kaderini Türkiye karþýtlýðý üzerinde konumlandýrarak varlýðýný korumasý çok zor. Güçlü bir Avrupa Türkiye’nin istikrarý için de elzem. Dolayýsýyla haklý tepkimizi hissi tepkilerle silikleþtirmememiz gerek. Ayrýca Türkiye konusunun Avrupa’da iç politika malzemesi olmaktan çýkarmak için biz de çaba göstermeliyiz.