Yard.Doç. Dr. Nebi Miþ: Partili Cumhurbaþkaný denetim için imkandýr
ABONE OL

Cumhurbaþkanlýðý Hükümet Sistemine geçiþ için referandum süreci iþlerken siyasi partiler ve çevreler de iki cevaptan biri etrafýna toplanmaya baþladý. Hayýr cephesini oluþturan blok CHP-HDP'den oluþuyor ama bu kez bloðun baþýný 7 Haziran'a giden süreçten farklý olarak CHP çekiyor. Saadet Partisi ile Vatan Partisi, sol-sosyalist partilerle BBP gibi beþ benzemez de ayný cephede bulunmakta. Terör örgütleri PKK ve FETÖ'nün hayýrcý olduklarýný açýklamalarý ise -þimdilik- konumuz dýþý. Konumuz "partili cumhurbaþkanlýðý" sisteminin nasýl olacaðý. Uzman konuðum ise Sakarya Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi öðretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nebi Miþ. Nebi Miþ ayný zamanda SETA Siyaset Araþtýrmalarý Direktörü.

*****

Partili cumhurbaþkaný fikrine Türkiye henüz hazýr deðil. Daha çok tarafsýzlýk ilkesine ve sembolik anlamýna halel geleceði kanaati var. Ayný zamanda ‘Hayýr’ cephesinin argümanlarýndan biri bu. O yüzden demokrasi tarihi açýsýndan cumhurbaþkanlýðý makamý ve tarafsýzlýk kavramýndan baþlayalým. Türkiye’de siyasal sistem nasýl tasarlandý; erken Cumhuriyet dönemi, DP dönemi, 60 darbesi ve sonrasý nasýl yaþandý?

Dönem dönem gidelim. Erken cumhuriyet döneminde Cumhurbaþkanlarý ayný zamanda Cumhuriyet Halk Fýrkasý’nýn da baþkaný; dolayýsýyla bir partinin genel baþkaný. Bu durum 1950’ye dek bilfiil devam ediyor. 50’den sonra -Celal Bayar / Demokrat Parti döneminde de Cumhurbaþkaný partilidir ama erken Cumhuriyet döneminden farklý olarak partililiði fazla öne çýkmaz. 1960’a kadar cumhurbaþkanlarý partilidir ve partili olmanýn ötesinde partinin bütün politikalarýnýn da belirleyicisidir. 1960’dan günümüze kadar olan dönem ise ikiye ayrýlýyor. 1961 anayasasýyla ideolojik açýdan çevreyi temsil edebilecek cumhurbaþkanlarýnýn seçilmesini engellemeye yönelik bir sistem dizayný yapýlýyor.

Cumhurbaþkanlýðý makamýný, sistemin en üst noktasýnda, vesayet mekanizmalarýnýn garantörü bir makam olarak düþünüyorlar. 1960’lardan sonraki dönemlerde ya cunta liderlerinden ya da emekli askerlerden cumhurbaþkanýný seçme süreci ortaya çýkýyor. Burada dikkat edilen þey þudur; her ne kadar cumhurbaþkanlarýný meclisler seçse de, kriz çýkartýlarak da olsa aslýnda cumhurbaþkanlarýný daha çok tarihsel blok seçiyor.

Tarihsel blok kimlerden oluþuyor?

Sivil askeri vesayet mekanizmalarý ile bunlara eklemlenen aydýn sýnýfý diyebileceðimiz imtiyazlý elit gruplar ve devletten beslenen ekonomi grubu oluþturuyor tarihsel bloðu. Cumhurbaþkanlarýnýn sistemin hep o ideolojik örtüþme merkezinde seçilmesi isteniyor. Aksi bir geliþme olduðunda krizler çýkartýlarak halka yakýn cumhurbaþkanlarýnýn seçilmesi engelleniyor.

Halk vekillerini TBMM’ye gönderiyor ama o Meclis halka yakýn birini Cumhurbaþkaný seçemiyor, seçmeye kalktýðýnda suni bir krizle terbiye ediliyor ve sistem elitlerinin zorladýðý bir isme film icabý seçiyor gibi yapýyor, öyle mi?

Çünkü o kiþi sistemi korumakla yükümlü. O sistem “tanýmlanmýþ bir sistem”dir. 1960 darbesi sonrasý yapýlan 61 Anayasasý ile daha çok siyaseti kýrýlganlaþtýran, güçsüz konumda tutan ve hatta siyasetin güçsüzlüðü üzerinden vesayetini devam ettiren bir mekanizmadýr. Siyasetin alanlarý tanýmlanmýþtýr. Cumhurbaþkanlýðý vesayet mekanizmalarýnýn çerçevesini belirleyen bir makamdýr ve bu makama yönelik iþlevler belirlenmiþtir. Siyaseti kontrol etme mekanizmalarýndan birisidir Cumhurbaþkanlýðý; Mecliste vesayet mekanizmalarýnýn istemediði, siyasetin alanýný açan, demokratikleþmeyi geniþleten alanlarý kýsan ve Meclisten geçen yasalarý veto eden bir makam olarak düþünmüþtür. Aslýnda bir kontrol mekanizmasýdýr ama yanlýþ anlaþýlmasýn, demokratik bir kontrol mekanizmasý deðil antidemokratik ve vesayeti devam ettiren bir mekanizmadýr. Bu sebeple Türkiye’de en geç demokratikleþen makamlardan birisi Cumhurbaþkanlýðý makamýdýr.

Dolayýsýyla aslýnda statükonun sembolü?

Statükoya zarar gelmemesi için onu gözü gibi koruyan bir makamdýr Cumhurbaþkanlýðý.

Yapay krizler, isimler, dönemler üzerinden nasýl örneklersiniz bu söylediklerinizi?

Mesela 1980 darbesine gidilen süreçte cumhurbaþkanlýðý seçimleri Mecliste bir krizle ortaya çýkýyor. Burada siyaset kurumunu suçlayamayýz. 1980 darbesine gidilen süreçte 115’ten fazla Mecliste cumhurbaþkanlýðý seçimleri oylamasý yapýlýyor. Deniyor ki “Mecliste siyasal partiler var, siyasetin sorumluluðudur, dolayýsýyla Meclis bunu beceremedi”.  Siyasete sorumluluk yükleniliyor ama bunu siyasetin üzerinden deðerlendiremeyiz çünkü 1960 darbesinden itibaren, 71 muhtýrasý ve bütün ara dönemlerde siyaset edilgenleþtiði, kýrýlganlaþtýðý ve parçalandýðý, kimlik gruplarý arasýndaki mesafe açýldýðý için bu durum doðrudan siyasete yansýyor; siyaset güçsüzleþiyor. 1965’lerden itibaren Adalet Partisi sistemde güçlü bir konuma gelince 1971 muhtýrasý geliyor, ardýndan da koalisyon dönemleri.  1970’den 80’lere kadar ondan fazla farklý hükümet kuruluyor. Dolayýsýyla 1980 darbesine gidilen süreçte cumhurbaþkanlarýnýn bir kriz üzerinden seçilememesi, siyasetin parçalanmýþlýðýyla ilgilidir. Benzer süreç 1990’lardaki cumhurbaþkanlýðý seçimleri tartýþmasýnda da yaþanmýþtýr. Örneðin; Ahmet Necdet Sezer’in seçildiði dönemde siyasetin çerçevesi öyle çizilmiþtir ki siyaset, eli mahkûm Sezer’i seçmek zorunda kalmýþtýr çünkü siyasetçiler yeni bir darbe süreciyle siyasete müdahale edileceði korkusundan uzlaþmak zorunda kalmýþtýr. Önceki krizlerde sonuç alýndýðý için 2007’deki cumhurbaþkanlýðý seçim sürecinde de kademeli bir kriz kullanýlmýþtýr.

Özal, darbeci General Kenan Evren’den sonra Cumhurbaþkaný seçildiðinde üzerindeki baskýdan ve tedirginliðinden titriyordu. Ama Türkiye’nin ilk sivil Cumhurbaþkaný da Özal’dý, öyle deðil mi?

1960’lardan beri iki tip cumhurbaþkaný var, Turgut Özal ve herhangi bir siyasi partiden seçilen Cumhurbaþkanlarý bu makamý sivilleþtirmeye yönellik adýmlar atýyor. 1983’ten itibaren siyaset göreli olarak özgürleþmeye baþlýyor, Turgut Özal siyasal sistemde geniþ halk kitlelerince benimseniyor, destekleniyor ve halkýn bu desteði Cumhurbaþkanlýðý seçiminde herhangi bir kriz yaþanmasýný önlüyor.  Zaten 83’ten itibaren Özal’ýn zihninde sürekli siyasi alanýn güçlendirilmesi var. Daha önce emekli askerlerden ve cunta liderlerinden Cumhurbaþkaný seçildiði ve çok uzun süre bu makam askerlerce iþgal edildiði için Özal’ýn Cumhurbaþkaný seçilmesi geniþ toplum kesimlerinde büyük memnuniyet oluþturdu.

Dönemin gazetelerine ve tartýþmalarýna bakarsanýz bir yandan Özal’ýn seçilmesi sivil Cumhurbaþkaný tanýmlamalarýyla ele alýnmýþ diðer yandan Özal’ýn neyi yapýp neyi yapamayacaðý müesses nizamýn temsilcilerince, alan daraltacak söylemlerle tartýþýlmýþtýr. Dolayýsýyla Özal’ýn seçildiði dönemde Cumhurbaþkanlýðýný nasýl kullanacaðýna yönelik engelleyici bir çaba içinde bulunmuþtur ama Özal’ýn siyasi kiþiliði, halkla iliþki biçimi bu alaný daha önceki dönemlere nispetle demokratikleþtirmiþtir. Ama maalesef bu demokratikleþme kurumsal deðil kiþiye, kiþilerin güçlü olmasýna karizmatik liderliðine ve toplumdan aldýðý desteðe baðlýdýr.

Bir sonraki Cumhurbaþkaný Demirel’di ve altý kere gidip yedi kere gelmesiyle ünlü, geniþ halk tabanýna sahip karizmatik bir siyasiydi. Ama biliyoruzki sistemin dönüþtürülmesi konusunda Özal kadar istekli deðildi. Bir kýyaslama yapmak gerekirse ne söylenebilir, sivillik ve statükoya baðlýlýk bakýmýndan?

Birkaç cümle ile özetlersek; Demirel çok pragmatist bir liderdir. Siyasi hayatýnýn birçok döneminde darbelere maruz kalsa da, erken dönem siyasetinde bile maalesef askerin vesayetini meþrulaþtýran siyasal söylemelerinin de bulunduðunu görürsünüz, 1960’larda, 70’lerde. Cumhurbaþkanlýðý döneminde ise Özal’ýn Cumhurbaþkanlýðýndan sonra bir kýrýlmadýr. Özal’ýn Çankaya’yý demokratikleþtirme yönünde attýðý adýmlardan geri gidiþtir, hayal kýrýklýðýdýr. Ýdeolojik örtüþme dediðimiz þey Demirel üzerinden tekrar tahkim edilir. 1990’lardaki siyasetin güçsüzlüðü, parçalý bir siyasi alan nedeniyle ülke koalisyonlara mahkûmdur. Koalisyonlarýn ortaya çýkardýðý siyasi güçsüzlük cumhurbaþkanýna alan açar ve Demirel de bu alaný sivilleþtirilme yönünde deðil daha çok vesayet mekanizmalarýnýn yani sivil ve bürokratik elitlerin, bunlara eklemlenen medya ve çýkar gruplarýnýn ve imtiyazlý elitlerin sözcülüðünü yapar. Ama daha sonra tartýþmayý biraz da kendi iktidarý üzerinden baþlatýr. Þöyle bir durum çýkýyor ortaya: Ýkinci dönem seçilme þansýnýn baþkanlýk sistemi üzerinden gündeme gelmesinin ardýndan 1997’de bir Mýsýr gezisinde “ben dört senedir cumhurbaþkanýyým, altý farklý hükümeti onayladým, Türkiye’de bu sistem artýk iþlemez” diyor ve baþkanlýk sistemini savunmaya baþlýyor. Ki baþkanlýk sistemini savunan Özal’ý Padiþahlýk üzerinden eleþtiren Demirel, 1997’den itibaren Baþkanlýk sistemini savunuyor, cumhurbaþkanýný halkýn seçmesi meselesini gündeme getiriyor. Ben bunu siyasi pragmatizm üzerinden okuyorum.

Özal sistemi sivilleþtirmeye çalýþýyor ve baþkanlýðý da baþýndan itibaren savunuyordu. Demirel’inki þahsi ikbal üzerinden mi?

Pragmatizm ve sahicilik açýsýndan deðerlendirirsek; örneðin 1983’te genel, 1984’te yerel seçimler yapýldý ve Anavatan Partisi’nin oyu beþ puana yakýn düþtü. Özal riski görüyor ve kurmaylarýna þöyle diyor: “Böyle giderse Türkiye tekrar koalisyonlara mahkûm olabilir, 1970’lere dönebilir”. Baþkanlýk sistemi tartýþmalarý 1984’te böylece biraz erken bir vakitte baþlýyor. Evren sistemde, 80 darbesi çok taze, sistem üzerinde darbe korkusu var, dolayýsýyla bu fikri 87-88’lere kadar erteliyor.

Türkiye’deki siyasal sistemin dönüþümü tartýþmalarý aslýnda tüm dönemlerde aynýdýr. Özal dönemi tartýþmasý bir özettir. Otorite buhranýdýr, yönetilebilirlik sorunudur, siyasette istikrar arayýþýdýr. Baþkanlýk sistemi deðiþimin dinamosudur. Türkiye’ye çað atlatýlacaksa yolu siyasette ve yönetimde istikrardan geçer diye baþkanlýðý savunuyor. Bu anlamda Özal’ýn baþkanlýk sistemi savunusu, kendi iktidarýný devam ettirmek amaçlý deðildir. 1970’lerde Milli Görüþ partilerinin veya Milliyetçi Hareket Partisi liderlerinin savunduðu otorite buhraný ve yönetilebilirlik sorununun devamýdýr. Özal’ýn savunduðu sistem bu anlamda daha sahici bir yerdedir.

28 Þubat’ýn cumhurbaþkaný Demirel ve ardýndan siyaset dýþý ama ideolojik taraflý Sezer statükoyu pekiþtirmiþ oldu. AK Parti ise baþýndan itibaren statükoyu deðiþtirmek ve sivilleþtirmek isteyen bir parti olmasýna ve krizlere raðmen Sezer’le çalýþtý. AK Parti’nin siyasi aklý nasýl iþledi?

Bunu siyasi konjonktürle düþünmemiz lazým. AK Parti 2002 sonu iktidara geldiðinde özellikle AK Parti iktidarýný zayýflatmaya ve sonlandýrmaya yönelik bir tartýþma vardý, siyasal dizayn bunun üzerindendi. 28 Þubatýn izleri tazeydi. AK Parti iktidara geldiðinde siyasal sistemin dönüþümünü ve demokratik alanýn geniþlemesini tedrici olarak yaptý. Bunu da demokratik bloku mümkün olduðunca geniþleterek ve halk desteðini artýrarak yaptý. Bu rasyonel bir politikaydý. Cumhurbaþkaný Sezer ile kriz çýkararak demokratik alanýnýn geniþlemesi mümkün deðildi çünkü Türkiye’nin tarihsel kodlarýnda krizlerin iki iþlevi vardýr. Ya geriye dönüþ yaþanýr ya da bu krizlerde eðer halk desteði mümkün kýlýnabilirse demokratikleþme saðlanýr. Dolayýsýyla AK Parti özellikle ilk dönemlerinde toplum desteðini sürekli kýlacak, demokratik alaný kademeli olarak geniþletip demokrasiyi derinleþtirecek bir perspektifle siyaset üretti. Mümkün olduðunca krizlerden kaçýndý. Kriz olmasý durumunda dizayn siyasetini savunanlar ve blok siyasetini uygulayanlar kolaylýkla siyasi alana siyasete müdahale edebilirlerdi.

Bunun için bir dizi giriþim de oldu aslýnda?

2005’ten beri Cumhurbaþkanýnýn seçilmesi sürecindeki tartýþmalarý, cumhuriyet mitinglerini ve 27 Nisan muhtýrasýný hatýrlayalým. 27 Nisan muhtýrasý öyle bir gecede yazýlmýþ bir metin deðildir. Siyasi alaný geriletmeye yöneliktir. AK Parti’nin kademeli demokratikleþme seyri bu anlamda siyaseti doðru okuyan bir husustur.

Bugünü anlamak için o dönemi iyi bilmek, anlamak gerek. Vesayet sisteminin 2007’de siyasete galebe çalma giriþimini açýsýndan ne söylemek gerek?

2007 krizi kademeli olarak geldi. Daha iki yýl varken 2005’te AK Parti’nin cumhurbaþkaný seçemeyeceðine yönelik bir tartýþma baþlamýþtý bile. 1980 darbesine giden süreçtekine benzer bir kriz yaratýlarak Cumhurbaþkaný seçtirilmedi. Vesayetçi odaklar öðrenilmiþ bir siyaset üzerinden tekrar kriz yaratmaya çalýþtý 2005’te. AK Parti “daha Cumhurbaþkanlýðý iki yýl var, bunu bugün gündeme getirmeyelim, siyaseti krize sokmayalým” derken cumhurbaþkanlýðý seçimi üzerinden kriz yükseltilmeye çalýþýldý. Cumhurbaþkanýnýn eþinin baþörtülü olmayacaðý yoksa Çankaya’nýn düþeceði söylendi dönemin muhalefet liderlerince. Cumhuriyet mitingleri düzenlendi. Mitinglerin amaçlarýndan biri AK Parti’ye cumhurbaþkaný seçtirmemekti.

Ardýndan 367 krizi diye, önceki cumhurbaþkaný seçimlerinde uygulanmayan bir metodla yeni suni bir kriz üretildi. Toplum bunun saçma ve uygulanamayacak bir tartýþma olduðunu düþünüyordu ama 2007’ye yaklaþýldýðýnda 367’den medet uman çevreler Mecliste krize dönüþtürdü. Orada da býrakmadý. Hem Ahmet Necdet Sezer, hem CHP Anayasa Mahkemesine götürdü. AYM dört günde karar vererek Cumhurbaþkanýn seçilmesini engelledi. Burada da býrakmadýlar. 2005’ten itibaren kademeli olarak uyguladýklarý siyaseti 27 Nisan gecesi Genelkurmay’ýn internet sitesinde muhtýra çevirerek sistemi kilitlediler. Sistemin hiç çýkýþý kalmadý. O zaman da AK Parti Meclisteki Anavatan Partisi gibi küçük partilerle tartýþma baþlattý, Cumhurbaþkanýný halkýn seçmesine yönelik bir anayasal düzenleme yaptý. Türkiye’de demokratikleþme adýmlarý krizlerden sonradýr. 2007 krizi de bu anlamda 1970’lerden itibaren yoðun þekilde tartýþýlan cumhurbaþkanýný halkýn seçmesi konusunu referandumla karara baðladý.

Kriz bir imkâna dönüþtü aslýnda…

70'lerden beri süren bir mücadelenin sonucu alýnmýþ oldu. Kazanýlmýþ bir haktýr ve bu haktan geri gidilmeyeceðine yönelik genel bir konsensüs var.

2007’de AK Parti’nin adayý Abdullah Gül cumhurbaþkaný seçildi ama süreç de yürüdü. 2014’te ilk kez halkoyuyla Cumhurbaþkaný seçimine giderken 2012 gibi yine bir kriz çýkartýldý. Ama bu kez Kemalist görünümlü vesayetçiler deðil, Gülenist teröristler. Sezer döneminde Ergenekon canlý bir yapýydý, 2012’de FETÖ. PKK da ona küresel karakterleriyle birlikte ''Seni baþkan yaptýrmayacaðýz'' tehdidiyle eklendi. Þu anda da hem FETÖ hem PKK hayýr cephesinde hizalandý. Sorum þu: Sistemin özünü oluþturan vesayetçilerle terör örgütleri arasýnda nasýl bir korelasyon var?

Türkiye’deki siyasete müdahale süreçlerini þöyle okumak gerek: Bütün darbecilerin bildirilerinde selam gönderdikleri ilk yer uluslararasý baðlantýlardýr. O dönemde devlet hangi uluslararasý organizasyonlara üye ise önce oralara bir selam gönderilir. Yani “kaygýlanmayýn, sizin Türkiye’ye yönelik politikalarýnýzýn devamý için pozisyon belirleyeceðiz''. Bu þu demek aslýnda; içe yönelik üretilen krizlerin, müdahalelerin hep bir dýþ desteði vardýr ve bu dýþ destek, içerideki uzantýlarýný da kullanarak siyasi alana kolayca müdahale eder. 2000'lerden itibaren Ergenekon süreçleriyle, vesayet mekanizmalarýyla ilgili, 27 Nisan Muhtýrasýyla ilgili o dönemki uluslararasý kendisini ''Demokrasi savunucusu'' diye ortaya koyan örgütlerin tutumlarýna bir bakalým. Avrupa Birliði’nin güçlü tepki vermediðini görürsünüz. Çünkü ideolojik örtüþme gereði Türkiye’deki statüko uluslararasý düzenin de istediði statüko olduðu için sessiz kalmýþtýr. Dolayýsýyla siyasete statüko tarafýndan müdahale gelirse ya görmezden gelinir uluslararasý çevrelerce ya kýsýk sesli bir açýklama geçiþtirilir. Türkiye’de demokratik açýlýmý saðlayan, sistemi iyileþtiren, ekonomik kalkýnmayý saðlayan iktidarlara karþý hemen bir kriz siyaseti devreye sokuluyor ve çeþitli koalisyonlarla kriz destekleniyor. Bunlar 70'lerde sol terör örgütleriyle PKK ile olmuþtur, 80’lerden sonra serpilen 2000'lerde güçlenen ve son olarak 2016’da darbe yapmaya kalkan Fetullahçý Terör Örgütüyle olmuþtur. Türkiye’deki terör örgütleri ister saðdan, ister soldan, ister kendini dini gibi gösteren bir gruptan olsun bunlar üzerinden içeride bir dizayn kurularak içerinin kýrýlganlýðýný arttýrmýþlar ve Türkiye üzerindeki politikalarý çok kolay hale gelmiþlerdir. Uluslararasý çýkar çevreleri Türkiye üzerindeki siyasetlerini bloke eden, direnen, tepki koyan güçlü siyasetleri istemiyor.

Dolayýsýyla 2014’de Cumhurbaþkanýný halkýn seçmesinden itibaren Türkiye yeni bir safhaya geçecekti. Özellikle güçlü, çok geniþ toplum kesimlerince desteklenen meþruiyeti çok yüksek bir liderlikle...  

2017 referandum için iki ay var. Pakete ''Hayýr" diyen partiler arasýnda CHP ve HDP'nin yaný sýra Vatan Partisi ve Saadet Partisi de var. Erbakan’ýn devamý bir partinin CHP ile ayný noktada olmasý ilginç mi?

Saadet’e bir parantez açarak þunu söyleyelim, 1969'da Milli Nizam Partisi'nin veya 73'teki Milli Selamet Partisi programýna, seçim beyannamelerine bakarsanýz tamamen bugünkü AK Partinin getirmiþ olduðu Cumhurbaþkanlýðýnýn hem anayasal tasarýmýný hem de mantýksal örgüsünün ayný olduðunu görürsünüz. Bunu 2000'lere kadar da sürdürdüðünü görmek mümkündür. Bugün Saadet Partisi lideri Sayýn Karamollaoðlu bunun demokratik olmadýðýný ve kendilerinin istemediði bir çerçevede anayasa dizaynýnýn yapýldýðýný söylüyor. 1970'lerdeki Milli Görüþ partilerinin programlarýný ve seçim beyannamelerini açsýnlar bir okusunlar, orada savunduklarý bugün AK Parti'nin teklifi ile meclisten geçen bu sistem ondan hangi durumlarda farklýlýk arz ediyor? Bunu bir topluma açýklamalarý lazým, birincisi bu. Ýkincisi, bu referandum sürecine gidilirken maalesef Türkiye'de özellikle parlamento dýþý güçsüz siyasi yapýlara çok kolay nüfus edildiðini biz önceden gördük. Örneðin, FETÖ’nün 15 Temmuz'dan önce de parlamento dýþý muhalefete çok kolay bir þekilde sýzdýðýný görüyoruz. O dönemde, parti liderlerinin açýklamalarýný okunursa demek istediðim daha kolay anlaþýlýr.

Hangi parti mesela?

Örneðin; liderlik düzeyinde konuþuyorum, tabanýný ayrý tutarak, Saadet Partisinin Sayýn Karamollaoðlu’ndan önce ki siyasi liderinin açýklamalarýna bakarsanýz 15 Temmuz’dan önce, FETÖ’nün bütün o siyasal alana yönelik olarak AK Parti’ye Sayýn Erdoðan’a yaptýklarýný tekrar ettiler. Ayrýca yine tabaný ayrý tutarak maalesef Büyük Birlik Partisi bu süreçte, tüm FETÖ’nün siyasal alana yönelik söylemlerini kullandýlar. Yani maalesef Türkiye’de bu otonom yapýlar siyaseti dizayn etmeye yönelik olarak bu tip bir dizayn siyasetinin içerisinde oluyorlar. 15 Temmuz’dan önce bunu gördük, hatta bu daha önce ki süreçlerde de muhakkak oluyordu, onu söyleyelim yani 2007’den sonra ki süreçte kaset kumpaslarý da sonuçta siyasette bir dizayn ve bu otonom yapýlarýn, bu terör gruplarýnýn siyaseti kendi çýkarlarýna yönelik olarak illegal yöntemlerle dizayn ettiði süreçlerdi bu gelen bir süreç ve tam da bu referanduma giderken baktýðýmýz zaman maalesef hala 15 Temmuz gibi bir süreci yaþayan bir Türkiye’yi görmeyen bu siyaset aklý, bu parti liderleri yine blok siyasetine, dizayn siyaseti ile birlikte hareket ediyorlar.

Bu bahsettiðimiz siyasi partilerin yüzdelik dilimdeki yerleri çok küçük. Oylarý binde 5 olan var. Ama Hayýr cephesinin baþýný CHP-HDP çekiyor ve ikisi de Mecliste 2. ve 3. büyük gruba sahip. CHP geleneksel anlamda Kemalist, ulusalcý ve daha Türkiyeci iken, HDP etnik milliyetçi, üniter devletten deðil bölgesel özerklikten yana, üyelerinin önemli bir kýsmý PKK ile baðlantý iddiasýyla tutuklu. Ýki parti üzerinden ne söylenebilir?

CHP’de bir liderlik deðiþimi yaþandý. Bu deðiþim normal yollardan siyasetin seyri içerisinde olmadý. Deniz Baykal’ýn gidiþinde Sayýn Kýlýçdaroðlu’nun CHP’nin baþýna geliþinde farklý kumpaslarla CHP’ye yönelik bir dizayn siyaseti uygulandý. Kýlýçdaroðlu’yla beraber CHP, Kemalist reflekslerden yönetim düzeyinde gittikçe uzaklaþtý. Parti içerisinde iki blok halinde yoðun bir tartýþma yaþandý. Eski Kemalist kadrolar gittikçe tasfiye edildi, bunun yerine Kýlýçdaroðlu’nun biraz daha sola yakýn aktörleri partiye taþýdýðýný gördük ve hatta bunlarýn çoðu belki de sadece söylem düzeyinde sosyalist. Solun söylemini kullanýyor ama diðer taraftan belki de çeþitli çýkar gruplarýný da temsilen partide bulunuyorlar. Gittikçe CHP’nin söyleminin HDP siyasetine yaklaþtýðýný gördük.

Ana muhalefetin uca savrulmasý demek deðil mi bu?

2010’lardan itibaren bu yaklaþma baþladý, en yoðun yaklaþtýðý dönem 7 Haziran ve 1 Kasým süreciydi. Türkiye’de özellikle medyanýn bir kýsmý HDP’ye ve HDP’nin genel baþkanýna yönelik toplumsal alanda imaj çalýþmalarý yaptý. CHP-HDP tabanýný oluþturabilecek gençlere yönelik imaj çalýþmalarý yapýldý. Söylemlerin örtüþmesi CHP'deki Kemalist bloku rahatsýz etti ve CHP yönetiminin ve Partinin karar mekanizmalarýný eski Kemalist bloklar deðil daha çok Kýlýçdaroðlu döneminde partiye hakim olmuþ olan sosyalist, sol söylemi kullanan ve bir çok yerde de HDP ile birlikte siyaset üreten kiþiler oluþmaya baþladý. 7 Haziran sonrasý ‘birlikte nasýl salladýk’ söyleminin kullanýlmasý aslýnda o siyasetin birlikte üretildiðine yönelik bir durumdur. Dolayýsýyla her ne kadar bunun özellikle Türkiye’deki geniþ seçmen kitleleri açýsýndan olumsuz olduðunu CHP gördü. CHP, HDP ile ayný yerde olmadýðýna yönelik açýklamalar yapýyor. Ama zihinlerimiz çok taze yani ‘seni baþkan yaptýrmayacaðýz’, ‘birlikte nasýl salladýk’ gibi söylemler birlikte üretilen ve birlikte yaygýnlaþtýrýlan siyasi söylemlerdi.

 ‘Hayýr’ cephesine baktýðýmýz zaman aslýnda þaþýrtýcý olmayan ama yeni görünür olan bir parti var, Vatan Partisi. Doðu Perinçek’in PKK ve Öcalan ile iliþkisi fotoðraflý ve ortada iken MHP’ye yönelik söylem üstünlüðü kurmaya çalýþýyor ve Bahçeli ile Erdoðan’ýn þahsýnda bir polemiðe giriyor. Vatan Partisi þu süreçte ne yapýyor?

Tam da bir önceki soru ile ilgili, iki blok tartýþmasý yaþanýnca CHP’nin muhtemel Kemalist kadrolarýnda yaþanan özellikle emekli askerler daha milliyetçi Kemalizm’e yaslanan aktörlerin Vatan Partisinde kendine yer buldu. Ve vatan partisi eski sol söylemden Kemalist milliyetçi bir söyleme doðru taþýndý. Dolayýsýyla burada da gittikçe Kemalist milliyetçi söylem Vatan Partisi’nin tüm o söylemlerini belirlemeye baþladý ve þöyle düþündü CHP’nin içerisinden önemli oranda en azýndan üst kadrolarý Kemalist kadrolarý baðlamýnda insan devþirdi. Ve bunun aynýsýný MHP’de bir siyasal kriz yaþanmaya yönelik dönemler oldu. Bu süreçte benzer bir þekilde alanýný geniþletmek için MHP‘nin seküler, milliyetçi tabanýna yönelikte bir söylem inþa etmeye baþladý ve buradan bir seçmen bloku ve söylem gücü yüksek olan aktörleri koparma siyaseti güttü. Tamda bunun üzerinde MHP’nin AK Parti ile olan bu Cumhurbaþkanlýðý sisteminde uzlaþmasý vatan partisinin bunu kendisine bir imkân olarak gördü ve MHP’ye olan söylemini sertleþtirdi. Bunu Sayýn Devlet Bahçeli gördüðü için çok sert bir açýklamayla eðer Türkiye’de kendisi yeni bir siyasal yapýda yer alacaksa bu vatan partisinin deðil Sayýn Erdoðan’ýn yanýnda olduðunu söyleyerek burada konumunu net olarak ortaya koydu hatta burada da kalmadý

MHP özellikle ülkü ocaklarý baþkanýna çok sert bir açýklama yaparak, ülkücülük geleneðinde verilen sözlerin bir emir olduðunu ve burada lider bir karar alýyorsa ona herkesin uymasý gerektiðini açýkladý. Yani parti içerisinde tahkim etmeye yönelik ve dýþardan gelen müdahalelere de kapalý bir siyaset izledi. Dolayýsýyla Vatan Partisi’nin bu milliyetçi söylemini Türkiye’deki seküler, milliyetçi, Kemalist yapýlarla düþünmek gerekiyor ve bunun üzerinden bir insan devþirme, seçmen devþirme politikasý olarak görmem gerekiyor.

MHP ve Vatan Partisi, Bahçeli ve Perinçek arasýndaki bu polemiðin konusu Erdoðan’a dönüþtü. Bahçeli dedi ki; Perinçek ile Erdoðan arasýnda bir seçim yapmam gerekirse kesinlikle Erdoðan’ý seçerim. Perinçek de hemen cevapladý ‘’Erdoðan’ý seçen beni seçmiþ olur’’. Bu polemikten ne anlamalýyýz?

Türkiye’de Sayýn Erdoðan’ýn uzun yýllardýr siyasette oluþturduðu bir siyaset anlayýþý bir deðer mekanizmasý ve bunun üzerinden de toplumun çok geniþ kesimlerine ulaþan bir siyasal liderlik beceresi var. Ve bu siyasal liderlik becerisi sadece Türkiye’de ideolojik pozisyon olarak bir seçmen guruba deðil çok geniþ seçmen grubuna da ulaþan bir lider dolayýsýyla burada Sayýn Erdoðan’ýn Türkiye’deki geniþ toplum kesimlerindeki popülaritesi ve desteðini aslýnda bu küçük siyasal partilerde bundan yararlanmak istiyorlar yani bir anlamda onunla çok çatýþýr düzeyde görünmek istemiyorlar ve belirli politik duruþlarda ayrýlarak kendilerini de aslýnda belirli seçmen bloklarýna da kodluyorlar. Örneðin Türkiye’de hemen hemen her siyasi partinin içerisinde seçmen bloku vardýr. Milliyetçi seçmen grubu vardýr. Bu Milliyetçilik bazen sekülerdir bazen Kemalist’tir bazen muhafazakârdýr. Ama bu üç milliyetçilik tipi bu partilerin bazý alanlarda çok geniþ olmasa bile seçmen bloklarýný keser. Bir de þu var Türkiye’nin bekasý açýsýndan Sayýn Erdoðan’ýn Türkiye’de kendi seçmeninin deðil toplumu tarafýndan önemini herkes görüyor. Yani 15 Temmuz içerden ve dýþardan Türkiye’nin bekasýna yönelik olarak büyük bir meydan okumaydý. Bunun püskürtülmesi ile aslýnda tamda Erdoðan siyasetinin Erdoðan liderliði üzerinden ortaya çýktý dolayýsýyla Türkiye’de Erdoðan ile çatýþarak Milliyetçi seçmen gruplara yönelik siyaset üretemezsiniz.

Mevcut tasarý partili Cumhurbaþkaný öneriyor. Ve resmi gazetede yayýnlandýktan sonra Cumhurbaþkaný herhangi bir partiye üye olabilir. Partili Cumhurbaþkanlýðý kavramýný konuþalým. Bu þekilde tarafsýzlýðýna halel gelecek ve Türkiye’de herkesi temsil edemeyecek deniyor, bir partinin mensubu olduðu için. En temel argüman bu. Cevap nedir?

Genel bir cevap olarak Türkiye’de Cumhurbaþkanlarý ister daha çok 1960’larda ki seçilenler olsun ister 1980’den sonra siyasi parti içinden seçilenler olsun hiçbir zaman bu anlamda tarafsýz olmamýþtýr. Yani vesayet döneminde askerler içerisinden seçildiyse de ideoloji orada çok önemlidir. Partiler içerisinde gelenlerde hem Demirel hem Özal sürekli kendilerinin partilerine konumlarýný daha yakýn tutmuþlardýr. Örneðin 1988 de Özal’a benzer bir eleþtiri yapýyorlar yani Cumhurbaþkaný tarafsýz olmasý lazým iþte kendi siyasi partisi ile arasýna mesafe koymasýna yönelik. Kardeþim bu Anavatan partisini ben kurdum ben geliþtirdim ve bu benim partim ben þimdi nasýl SHP’li diyebilirim diyor. Þimdi bu tarafsýzlýk ve siyasi partili olma meselesini farklý bir baðlamda tartýþmamýz lazým o baðlamda þu bir, Cumhurbaþkaný seçildikten sonra tüm toplum kesimlerine karþý ürettiði siyasette tarafsýz olmak zorundadýr. Diðer taraftan da geniþ halk kitleleri tarafýndan seçilen bir Cumhurbaþkaný da bir siyasi parti içerisinden seçmeninde daha doðal bir tarafý yoktur.

Peki, Abdullah Gül ve Erdoðan baðlamýndan ne dersiniz? Mesela dediniz ki Özal ve Demirel, Cumhurbaþkaný seçildikten sonra kendi partilerine dair yakýn oldular.

Gül tabi ki gönüllü olarak AK partiyi yani kendisinin içerisinden çýkan parti ile bir gönül iliþkisi vardý ama Abdullah Gül dönemini þöyle düþünmemiz lazým o zaman Ak Partinin baþýnda çok güçlü bir lider var o hareketin kurucusu ve dolayýsýyla Gül’ün Ak Partiye yönelik bir müdahale etmesi düþünülemezdi. Sadece þöyle düþünülebilir özellikle Ak Parti lideri ile bir kriz çýkarmayacak bir siyaset izleyerek aslýnda oda bir anlamda Cumhurbaþkanlýðý konumunda içinden gelen siyasetin geleneðini önemsemiþtir çünkü bundan daha doðal bir þey yoktur. Siyaset dediðiniz bir kadro ile yapýlan ve belirli bir hedefler üzerinden yapýlan bir siyasettir. Ve Erdoðan’ýn Abdullah Gül ile zaten siyasal parti perspektifleri benzer olduðu için burada doðrudan Gül’ün Ak Partiye dönük olarak çok net bir demeç vermesi ve partiye müdahale etmesi söz konusu deðildir. Onu biraz daha istisna olarak görmek lazýmdýr. Sayýn Erdoðan bir siyasi parti kurucusudur. Siyasi bir hareketin lideridir. 2014’te de siyasetin içerisinden gelerek ve bunu seçim kampanyasýnda da söyleyerek seçildiði zaman etkin yönlendiren bir Cumhurbaþkanlýðýný vaat ederek seçilmiþ birisidir bu anlamda da kendi içerisinden çýktýðý hareketten de da baðýmsýz olarak düþünemeyiz. Cumhurbaþkanlýðý döneminde yasal olarak bir mesafe olmasý kaçýnýlmazdýr. Bu mesafede aslýnda özellikle siyasal partiler içinde çeþitli sorunlarýn çýkardýðýný biliyoruz ve Cumhurbaþkanlýðý sisteminin referandumdan geçmesi halinde de bu siyasal parti, cumhurbaþkaný iliþkisinin tekrar anayasal bir çerçeveye kavuþacaðýný söylememiz gerekiyor. Çünkü anayasal bir çerçeveye kavuþmadýðý zaman burada hem Türkiye’nin siyasal parti kültürü açýsýndan hem de siyasetin içindeki çift baþlýklar açýsýndan çeþitli sorunlar yaþandýðýný her dönem gördük.

Partili Cumhurbaþkanlýðýnda, Cumhurbaþkanýný denetleme durumu nasýl olacak. Yürütmeyi yani Cumhurbaþkanýný halk seçecek ama yasamayý da halk seçecek, partili ve muhtemelen genel baþkan olursa Cumhurbaþkaný, yasama organýnda da etkin olacak ve parlamentonun Cumhurbaþkanýný denetleme fonksiyonu ortadan kalkacak" deniyor. Yasama ve yürütme iliþkisi bakýmýndan ne söylenebilir?

Bu çok teorik bir argüman aslýnda. Niye? Öncelikle þu, bugünkü mevcut parlamenter sistemden daha kötü bir denetim ve denge mekanizmasý olmayacak. Önce bunu bir baþlangýç noktasý olarak koyalým. Yani bugünkünden kesinlikle ve kesinlikle daha kötü olmayacak. Ýkincisi meclisin yürütmeyi denetleme mekanizmasý, meclis araþtýrmasý, meclis soruþturmasý, genel görüþme, bütçe ve kanunlar çerçevesinde devam ediyor zaten. Yani bu çerçeve korundu. Burada þöyle bir itiraz var. Yürütmenin denetlenmesinde gensoru ve güvenoyu niye kaldýrýldý gibi bir tartýþma var. Eðer siz baþkanlý bir siyasal sistemde çünkü cumhurbaþkanlýðý sistemi baþkanlý bir siyasal sistemdir. Gensoru ve güvenoyunu tartýþmaya açýyorsanýz dünyada ki hükümet modellerinin A-B-C-D’sini bilmiyorsunuz demektir. Çünkü parlamenter bir zihinle baþkanlýk sistemini ya da cumhurbaþkanlýðý sistemini tartýþýyorsunuz demektir. Bu anlamda gensoru ve güvenoyu hükümetin baþýnýn halk tarafýndan seçildiði bir siyasal sistemde olmaz. Dolayýsýyla burada denetim ve denge mekanizmasý iþlemeyecektir, birde þunu ekleyelim. Bu denetim ve denge mekanizmasý tartýþýlýrken sadece denetleme tarafýna bakýlýyor. Bunun birde denge tarafý var yani yürütmenin iþlevselliði açýsýndan ve ülkenin yönetilebilirliði açýsýndan siyasi istikrar açýsýndan yürütmenin de kesinlikle etkili olarak çalýþmasý gerekiyor. Yani dengenin yürütme görevi, Türkiye’de maalesef hiç tartýþýlmýyor sadece yasamanýn denetleme tarafý tartýþýlýyor. Bu anlamda bu yasama ve yürütme bu anlamda eþ deðer olarak tartýþmasý lazým.  Etkin bir yürütme nasýl gerçekleþtirilecektir yürütme bu iþlerini yaparken yasama bunu nasýl denetleyecektir. Ýki taraflý bakýlmasý gerekiyor.

Dengeden kasýt herhalde yasama ve yürütme arasýnda iþlevsel bir uyumun saðlanmasý?

Dengeden kasýt uyum yönetiminin etkin bir þekilde görevini yapabilmesidir. Sürekli siyasi tartýþmalarla, siyasi pozisyonlarla yürütmenin alanýnýn kýsýlmamasý ve krizlerin çýkarýlmamasýdýr.

Türkiye’de sistem çatýþma üzerine kurulu. Vesayet ve siyaset arasýnda bir çatýþma öngörülüyor ve bazý partiler statükonun, vesayetin temsilcisi konumunda. Tek baþýna hükümet kurabilen bir çoðunluk yoksa koalisyon ve istikrarsýzlýk var demektir. Bu açýdan ne söylersiniz?

Buradan þöyle bir sýralamayla gitsek daha net olabilir, Cumhurbaþkanlýðý sisteminde ki düzenleme þu; ‘Anayasa mevcut parlamenter sistemin anayasal çerçevesindeki cumhurbaþkaný seçilenin varsa partisiyle iliþkisi kesilir’ hükmü bu anlamda kaldýrýlýyor ve bunun kaldýrýlmasýyla siyasi kültür içerisinde oluþacak seçilen cumhurbaþkanlarý, ister partinin baþkaný olur, ister partinin normal bir üyesi olur. Bu siyasetin içerisinde o partinin ve liderin belirleyeceði bir husus. Öncelikle anayasal çerçeve budur. Ýkincisi cumhurbaþkanlarýnýn partisiyle iliþkisi meselesinde gözden kaçýrýlan bir husus var. Anayasalarda böyle bir hüküm nasýl olabilir, anayasa konusunda ‘nasýl olurda cumhurbaþkanýnýn partiyle iliþkisinin önü açýlýr’ gibi bir tartýþma var. Klasik parlamenter sistemlerin uygulandýðý örneðin, Avrupa konseyinde ki ülkelerin hiçbirinin anayasasýnda cumhurbaþkanýnýn partisiyle iliþkisini yasaklayan bir yasa yoktur. Venedik kriterlerinde de benzer bir süreç vardýr. Elbette yetkisiz cumhurbaþkanlarýnýn olduðu sistemlerde birazda semboliktir bu durum, siyasi partiyle iliþkisine çok gerek duyulmaz çünkü siyasi partinin baþýnda baþka güçlü liderler vardýr. Yarý baþkanlýk sistemlerinde ise örneðin, Fransa da parti ve cumhurbaþkaný arasýndaki iliþkinin çerçevesinin belirlenmiþ ve güçlü olmasýna yönelik tarihsel süreçte bir durum ortaya çýktý. 2000’lerden sonra Fransa cumhurbaþkanlarý özellikle partinin tüm kademelerine hakim oldular çünkü meclisle yürütme arasýndaki týkanýklarý aþma açýsýndan bu önemliydi. Zaten baþkanlýk sistemlerinde seçim kampanyalarýnýn yürütülmesinden tutunuzda partinin örgütlenmesi süreçlerine kadar burada baþkan ve parti arasýnda net bir iliþki vardýr. Amerikan sistemi üzerinden konuþursanýz farklý bir durum ortaya çýkar, kesinlikle bütün kampanyalarýný parti yürütür ve partilidir, partili baþkandýr ama Amerikan sisteminin özelliðinden kaynaklanan parti sistemi farklýdýr. Yani genellikle senatonun baþkanýdýr. Ama diðer yandan ister hakim partinin olduðu Meksika, Venezuela gibi ülkelerde, ister ýlýmlý partinin çok olduðu ülkelerde, isterse de çok partinin olduðu baþkanlýk sistemlerinde, baþkan ayný zamanda bir partinin lideridir. Türkiye’ye gelirsek cumhurbaþkanlýðý sisteminde benim iddiam þu; cumhurbaþkanýyla partisi arasýnda kesinlikle ve kesinlikle bir iliþkisinin olmasý gerekiyor hatta baþkanlýk düzeyinde olmasý gerekiyor. Genel baþkan olmasý gerekiyor.

Neden?

Nedeni þu Türkiye’nin siyasi kültüründe, partilerin istikrarý ayný zamanda sistemin istikrarý ile doðrudan ilgilidir. Yani þunu demek istiyorum, maalesef Türkiye de vesayet dönemlerinde öncelikle siyasetin güçsüz olmasý amaçlandýðý için siyaset sürekli parçalanarak sitem istikrarsýzlaþtýrýlmýþtýr. Böylelikle Türkiye de ki bürokratik sýnýflar, otonom çýkar gruplarý ve vesayet odaklarý sistemde partiler güçsüz olduðu için etkin olmuþlardýr ve partiler parçalanmýþtýr. Biz bütün Türkiye’nin parti kültürünü AK Parti dönemi olarak düþünmeliyiz. Evet, Erdoðan güçlü ve karizmatik bir lider olduðu için siyasetin merkezini her zaman bir yerde toplaya biliyor. Ama bu ne zamana kadar böyle olacak diye bir durum yok eðer siyasi parti baþkaný güçsüz olursa siyasetin merkezi tekrar daðýlýr. Parçalanma sürecine girer bu anlamda da eðer parti baþkanlarý ayný zamanda da seçilmiþ cumhurbaþkanlarý ise burada siyasetin merkezinin parçalanmasý daha zordur. Ayrýca cumhurbaþkaný partisinin baþkaný olduðu zaman parti güçlü olur, siyasetin merkezi güçlü olur bunun sayesinde ise partilere, otonom yapýlarýn ve bürokratik yapýlarýn nüfus etmesi daha zor olur. 15 Temmuzdan önce bir sürü partiye operasyon çekildiðini biliyoruz bunlar eðer liderlik düzeyinde de güçsüz olursa bu operasyonlar çok daha güçlü olur ve siyaset istikrarsýzlaþýr.

Yani bir Türk siyasi rekabet alanýnýn açýlmamasý ve suiistimal edilebilir durumdan kaçýnýlmasý için iki baþlýlýðýn oluþmamasý gerekiyor.

Partiler arasýnda deðil sadece parti içerisinde yeni bir siyasi rekabetin ve çift baþlýlýðýn çýkmamasý gerekiyor. Düþünün cumhurbaþkaný seçilen kiþi çok güçlü, elinde devleti yönetiyor ama parti baþkaný deðil partisini yönetemiyor. Parti de güçlü bir parti. Burada iki tane sonuç çýkar parti baþkaný isterse cumhurbaþkanýn politikalarýndan dolayý cumhurbaþkanýný partiden bile ihraç edebilir ve böyle bir süreçte cumhurbaþkaný parti desteði arakasýnda olmadýðý için mecliste ihtiyaç duyduðu yasalarýný geçirmede zorlanabilir ve meclis tamamen yürütmeyi bloke eder. Yani düþünün kendi partisinin bile destek vermediði bir cumhurbaþkaný sistemde ayakta kalýr. Dolayýsýyla kendi partisinin desteðini almak, çift baþlýlýðý önlemek hem de siyasetin merkezinin güçlü olmasý açýsýndan imtiyazlý elit gruplarýn siyaseti yönlendirmemesi açýsýndan cumhurbaþkanýnýn kesinlikle ve kesinlikle siyasi sistemde partili olmasýnýn ve genel baþkan olmasýnýn Türkiye siyasi kültürü açýsýndan önemli olduðunu söylemek gerekiyor.

Burada kritik olan denetlemenin bu defa nasýl olacaðý? Eðer parti genel baþkaný olmazsa cumhurbaþkaný, bir siyasi rekabet alaný oluþabilir ve bu defa o güçlü partinin genel baþkaný yürütmeyi denetleyebilir. Cumhurbaþkanýný denetleyebilir ve bu kriz oluþturur ama diðer taraftan genel baþkan olursa ve parlamento da güçlü çoðunluk ona ait olursa bu defa yasamaya da cumhurbaþkaný hakim olmuþ olur, bunun denetlemesi nasýl olacak?

Bu konuda da bir varsayýmdan hareketle yola çýkýlýyor, Türkiye siyasetinde baþkanla, baþkanýn içerisinden çýktýðý partinin her zaman çok güçlü bir þekilde parlamento da temsil edileceðine yönelik elimizde bir kanýt yok. Bu Türkiye’nin siyasi kültürü ve önümüzde þekillenebilecek bir husustur. Evet, dünyada ki örneklerinde baþkanlarýn çok etkin olduðu, iyi bir yönetimin sergilediði ülkelerde baþkan ve baþkanýn içerisinden çýktýðý siyasi partinin parlamento da güçlü olmasý durumunda siyasette istikrar önemlidir. Diðer taraftan da her zaman baþkanla parlamentonun farklý siyasi gelenekten gelme durumu ya da büyük yasal deðiþiklikleri yapabilecek çoðunluða eriþme durumu olmayabilir bunu biz Türkiye siyasetinde biliyoruz. Örneðin 1990’larda yerel yönetimlerde refah partisi çok güçlü olduðu halde bazý dönemler genel seçimlerde daha düþüktü ya da 90’larýn ikinci yarýsýnda demokratik sol partinin yerel yönetimlerde esamesi okunmazken merkezi yönetimde çok büyük bir desteðinin olduðunu biliyoruz. Tüm bunlarý düþünerek bu denetleme ve denge mekanizmasýný konuþmamýz gerekiyor. Kaldý ki burada bu denetim ve denge mekanizmasýný düþünürken Türkiye’nin hep söylediðim, mevcut parlamenter sisteminden daha kötü olacaðýnýn altýný çizmemiz gerekiyor.

Ve bu süreç parlamento da daha fazla partinin temsil edilmesi gibi bir imkâný da doðurabilir mi? Yürütme zarureti parlamentoda ki çoðunluðu da bir partiye veriyordu…

En azýndan þöyle bir ihtimal var çoklu bir parlamento oluþmasa bile 3-4 partinin temsil edildiði bir parlamento da partilerin oy oranlarý birbirine daha yakýn çýkabilir. Bu þekilde ise denetleme ve denge mekanizmasý kendiliðinde oluþacaktýr. Cumhurbaþkaný-parti iliþkisinde konuþmamýz gereken husus þu; yürütmenin baþýnda ki cumhurbaþkanýn popülist politikalarýna karþý kendi partisi denetleyici bir unsurdur, bu çok teknik bir meseledir. Varsayalým ki, cumhurbaþkaný ikinci dönem seçildi ve hatta üçüncü dönemde seçildi ve parti baþkaný deðil, sabit bir dönem için seçiliyor çünkü sistemin özelliðinde beþ yýlý var. Bu beþ yýlda üzerinde her hangi bir yeni seçim baskýsý yok çünkü bir daha seçime giremiyor. Hesap verme durumu yok, sistemi popülerleþtirebilir, popülist politikalara yönelebilir, yönetimi kiþiselleþtirebilir, etkin bir yönetim uygulamayabilir çünkü herhangi birine, seçmene karþý sorumluluðunu düþünmeyebilir, tüm bu olumsuzluklarý giderebilmek açýsýndan eðer parti baþkaný olursa kendi partisini bir sonraki seçim için temsil etmeli, kendisi seçilmeyecek olsa bile partisini düþünmek durumunda. Bu þekilde yönetimin kiþiselleþtirilmesi engellenmiþ olacak, hesap verme mekanizmasý kurulmuþ olacak kendi partisine hesap verecek, eðer baþkan hata yaparsa kendi partisi hesap vermiþ olacak ve cumhurbaþkanlarýnýn partili olmasý ayný zaman da siyasal devþirme açýsýndan önemlidir. Yönetim tecrübesini edinme açýsýndan eðer siyasi kadrolarýn içerisinden gelen biri cumhurbaþkaný olursa, bu yönetim tecrübesi baþkanlýðý döneminde çok daha etkin bir yönetimi gerçekleþtirmesi için faydalý olabilir. Ayný zamanda sistem dýþýndan gelen, parti dýþýndan gelen cumhurbaþkanlarýnýn seçilmesi de bu anlamda engellenmiþ olur.

Ýkinci dönemde o baský ortadan kalktýðý için gevþeyebilir, yatabilir, kiþiselleþtirebilir vs. kendi partisi bu konuda onu hem uyaran, baský kuran bir fonksiyon olacak ama ayný zamanda bundan çok rahatsýzsa ve sonuç alamýyorsa cumhurbaþkanýnýn tavrý konusunda muhalefet partileri ile bir olup seçime gitme kararý alarak da zorlayabilir.

Kesinlikle, seçimlerin eþ zamanlý yenilenmesi meselesi de bu, eðer meclis cumhurbaþkanýnýn politikalarýndan memnun deðilse bunu Türkiye açýsýndan bir sorun olarak görmüyorsa, seçim kararý alabilir ve hem kendi seçimlerini hem de cumhurbaþkanlýðý seçimlerini yenileyebilir.