Türkiye'nin bulunduğu enlemden dolayı yeterince güneş enerjisi aldığına dikkat çeken Prof. Dr. Ünlü, şunları söyledi: Güneşin yoğun olarak hissedildiği 5 saatlik periyotta, yaklaşık 10 dakika elimiz, kolumuzun ön kısmı ve yüzümüzün güneş görmesi, bizim 3-4 günlük D vitamini stokunu sağlıyor. Bu yüzden dışarıdan D vitamini takviyesine ihtiyaç duyulmuyor. Ama özellikle yeni doğan bebeklerin tek besin kaynağı anne sütü ve yeterince güneş enerjisi alamadığı için özellikle kış aylarında doğan bebeklerimizde, D vitamini eksikliği görülmektedir. Bebek doğduktan sonra 1 hafta ile 10 gün süresi içerisinde D vitamini uygulaması yapılıyor. Bebeklerin haricinde 65 yaş üstü yetişkin bireylerin yeterince hareket etmedikleri için riskli grup içerisinde bulunuyor. Kalsiyumla birlikte kemik hastalığından korumak amacıyla D vitamini verilebiliyor. Bu iki grup ciddi risk altında. Bunun yanında gebelik veya emzirme dönemindeki anneler D vitamini alabilir."
D VİTAMİNİ DÜZEYİ YÜKSEK OLMASI KANSERE NEDEN OLUYOR
Halk arasında D vitaminin her derde deva olarak görüldüğünü, bunun yanlış bir yaklaşım olduğunu belirten Prof. Dr. Ünlü, sözlerini şöyle sürdürdü: "Vücutta her şeyin fazlası zarar. D vitamin düzeyinin ne durumda olduğunu bilmeden takviyeye başlamak oldukça risklidir. Yüksek D vitamini düzeylerinin pankreas kanserine yol açtığı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından açıklandı ve bu konuda dikkatli olunması gerekiyor. D vitamini her derde devadır diye bu tür takviyelerin alınması faydasından çok ciddi zararları olabilmektedir. Yazın güneşe daha sık maruz kaldığımız için D vitamini düzeylerimiz daha yüksek olurken, kışın daha düşük görülmektedir. Halkımız bilinçlenmesi gerekiyor. Özellikle hareketsizlik, sigara, aşırı alkol alımı ve obezite, D vitamini düşüren faktörler arasında gözüküyor. Vitamin düzeyini ölçmekte çeşitli testler var. Bu testler farklı sonuçlar verebiliyor.Yaygın olarak kullanılan kromatografi analiz tetkiki ile ölçülüyor."
Prof. Dr. Ali Ünlü, vücudumuzdaki D vitamininin yüzde 80'inini dışarıdan güneş ışınları aracılığıyla cildimiz sayesinde sağlandığını, geri kalanının da yağlı balıklar, karaciğer, et ve süt ürünlerinden alındığını söyledi.