“ Önce Ahlak ve Maneviyat...”

Üstün bir ahlak ve maneviyat şuuru ile yoğrulmuş, kökleri merhamet tarihi derinliklerine uzanan muhteşem bir medeniyetin çocuklarıydık. 

Gün oldu bünye zayıfladı... Kurtuluşu, renkli gözüken, cicili bicili ama içi çürük ruhsuz  Batı da bulduk.

Hâlbuki biz, Kostantıniyye nin fethi ile bir çağı kapatıp yeni bir çağ açarken, Vatikan merkezli gerici yobaz batı kafa, dünyanın döndüğünü iddia eden ünlü bilim adamı Galileo’nun bu bilimsel görüşünü “kitabı mukaddese” aykırı bulduğu için meydanda diz çöktürerek inkâra zorluyor, yetinmeyip ev hapsine mahkûm ediyordu. İlme ve bilme o kadar düşmandı ki vahşi Batı, 74 yaşında ölen bilim adamının cenazesini bile Hristiyan mezarlığına gömdürmedi.

Bu gerici, yobaz ve vahşi batı kafasını kendimize kurtuluş reçetesi gördük.

Yaşanmakta olunduğu iddia edilen modern çağa rağmen, batı adamının genlerindeki o vahşiliği yeryüzünde ayak bastığı bölgelerdeki uygulamaları canlı yayınlarda görüyoruz..

Hurda gemilerin bodrum katında ambara mal gibi  kilitledikleri mültecileri güverteye çıkıp da hava almalarına müsaadeyi bile para kazanma vesilesi sayan vahşi batı kafası.

Bu vahşi batıya benzemeye çalıştıkça ahlak ve maneviyatımız sarsıldı. İhtişamlı medeniyet binamız içerden dışardan sarsılarak yıkıldı. Maddi manevi varlığımız küçüldü. Biz küçüldükçe onlar gözümüzde büyüdü.  

Zihinde büyüttüğümüz batı’ya hayran olmaya ve kendimizden üstün tutmaya başladık. Bilhassa 19. asrın başlarından itibaren bedenimizi saran aşağılık duygusu benliğimizi unutturdu.

Biz biz olmaktan çıktık. Siftahı etmiş bir esnaf, gelen ikinci müşterisini siftah yapmamış karşı komşusuna göndereci bir haleti ruhiyeden, komşusuna gitmekte olan müşterinin yolunu bin bir türlü numarayla  kesip kendi dükkânına sokmaya çalışan azgın ve aç bir hale döndük.

Alışverişe giren misafir müşterisinin yanlışlıkla devirdiği bir eşyadan sebep kafasına kalasla vurabilecek kadar gözü dönmüş, esasen Batılılaşmış bir hale döndük.

Milletçe kurduğumuz Cumhuriyet ilanından sonra ahlak ve manevi değerlere karşı başlatılan batı kaynaklı top yekûn savaşın semeresidir bütün bu yaşadığımız acayiplikler.

Bu toprakların çocuğu hamile kız kardeşini doğum için hastaneye yetiştirmeye çalışan askere pusu kuramaz.

Bu toprakların delikanlısı bırak hemşehrisini, hastaneye giden doktor düşman milletten olsa  katletmez...

Bu toprakların çocukları, minübüsünde kalp krizi geçiren yolcusunu, karga tulumba aşağı indirip yol kenarına ölüme terk edip gidecek kadar vahşi, batılı olamaz..

Bu toprakların çocukları, evleri başına varil bombalarıyla yıkılan muhacirlere ensarlık yapar. Onlara çürük can simidi pazarlayıp, çürük sandallarla gavuristan yollarında dipsiz sularda kaderine salmaz...

Bu toprakların delikanlı siyasetçisi, devlet-millet meselesi olunca, hele de terörle boğuşulan bir kanlı süreçte, vatanını hükümetsiz, başsız bırakmaz.

Bu toprakların tüccarı yalan’ı ticaretin doğal bir hali olarak görmez, malı satarken övmez, alırken de kötülemez...

Başta yüce meclisimiz olmak üzere bütün meclis duvarlarına, devlet dairelerine, belediye binalarına, adliye salonlarına,siyasi parti genel merkez ve şubelerine, üniversitelere, ana okuldan başlayarak bütün okulllara, ibadethanelere, cemaat yapılanmalarına, stk’lara, ticarethanelere, fabrikalara ,spor salonlarına, hastanelere, postanelere, yol tabelalarına “Önce Ahlak ve Maneviyat”  düstürunu yaşamak üzere aşk edip yola devam edeceğiz...

 Yüz yıla yakın bir süredir, her alanda saldırılara maruz kalmış bu değerlerimizi ayağa kaldırmak çok kolay olmasa da, tek kurtuluş çaremiz olduğu için devlet-millet el ele üzerimize düşen yapılırsa çok kısa sürede ciddi mesafeler alınacağına şüphe yoktur...

Vesselam..