1000’ler ve Anadolu’nun dijital yerlileri

Son zamanlarda 80’ler, 90’lar gırla gidiyor. O zamana şimdiden bakınca dijital dünyadan ne kadar uzak oluşumuz, şimdinin dijital göçmenleri olarak nasıl yaşamaya çalıştığımızı görmek bizde tuhaf bir nostalji etkisi yapıyor. Naftalin kokusu. Şimdinin dijital yerlileri o zamanları yaşayan bizlerin çocukları. Dijital araçların dilini keşfetmiş, çoklu zeka sahibi, internetsiz yaşamı bilmeyen, bağımsız öğrenen, beklentileri yüksek, sosyal tipler bu yerliler. 80’ler, 90’lar onlara bir şey ifade etmeyecektir sözümona komediden başka, ilham veremez... Onlara ilham verecek olan asıl 1000’li yılların Anadolu’sunun, bu coğrafyanın yerlileri. Hem de en dijitalinden.

Örneğin bu yıllarda arz-ı endam eden Ebu Liz... Harezmi. Battani. Biruni ya da Razi... Farabi, İbn-i Sina en bilinenleri. Mevlana’ya bakmak lazım, geçen gün gazetemizde bir röportajda Türkiye’nin Chaplin’i diye maalesef yaftalanan Hoca Nasreddin’i hatırlamamız lazım. Bu karakterlere baktığımızda nasıl da sadece bir alanla ilgilenmediklerini, birçok alanda buluşlar yaptıklarını, çoklu uğraşlarını görebiliriz. Matematik, astronomi, fizik, kimya ile eş zamanlı müzik, felsefe, görsel... Yukarıda saydığım özelliklerle bu 1000’li yıllar aktörlerini karşılaştırdığınızda hiçbir fark yok. Ama X’bin’Y olunca nedense önemsenmiyor sanki, hemen bir geri yaftalamaları. Halbuki, en ileri zamanlarımız bunlar.

Örneğin, Divriği Ulu Camii’nin sırlarıyla uğraşsınlar. Da Vinci ‘altın oran’ diye diye midemiz bulandı, altın oranı, simetri-asimetriyi, üzerindeki her bilim dalını yansıtan işlemeleri incelesinler, o zaman 1000’lerin asıl ve büyük bir keşif ve içerik çağı olduğunu, dijital yerli çağı olduğunu anlasınlar. Anlık hız (oyun hızı), paralel (eş zamanlı) işlemler, grafik (tasarım) önceliklilik, hiper ortamlar, bağlanabilirlik (aktiflik), hayal gücü (fantezi) ve teknolojiyle arkadaşlık... 1000’li yılların aktörleri ile 2000’in dijital yerlileri arasında inanılmaz bir benzerlik var. Bu gerçeği görmek demek, zamanın ruhunu anlamak demek. Potter efendinin yetiştiği Hogwarth da 1000’li yıllarda kuruldu fantezi platformlarda, gençler arasında bunun bilinirliliğinin daha fazla olması sizce de incelenmesi gereken bir şey değil mi? Game of Thrones ya da... Akka Kalesi’ni bilen var mı peki? Bu kurgusal bir zevk, doğrudur; ama asıl keyif kendi ekolümüzden, bundan daha önemli okulları, ister kurgusal olsun, ister reel, keşfetmek olmalı. Bu analizden yola çıkarak, medya platformları arası hızla yol alan bu kuşağı, öncülleriyle tanıştırmak, başta mobil cihazlara bu içerikleri (app, z-kitap, oyun, infografi, e-publishing, videografi, yeni medya unsurları) adapte etmek gerekiyor. Bunun için bu çocuklara sahip her ailenin ve toplumun bir yetiştirme argümanı, devletin de buna bir politika gözüyle bakması gerekiyor. Tabii, içerik ve eğlence şirketlerine de bu mantalite ile de hareket etme kabiliyeti. Yola çıkan yolda bırakılmaz, kapıya ulaşan dışarıda bırakılmaz.

Bazı şeylere karşıyım

‘Yeryüzü İftarı’na karşıyım. Bize lazım olan gezi ruhu değil, gerçek Ramazan ruhudur. Göstermelik olana ihtiyacımız yok. Muhalefet nefsine olsun biraz.
‘X Orucu bozar mı? sorularına hepten karşıyım. Tut abi orucu, bozmasın oruç seni, acık sakız çiğneme, input-output kontrolünü yap artık arkadaşım, oruç tutacak yaştasın.

Medya kedileri ve iplerinin sahipleri

Bakıyorum da ‘üstün kreatif gömlekliler’ günah çıkartıyor. Valla bak, biz yapmadık, etmedik, gezmedik, twit atmadık, sanal/siber suça bulaşmadık, finans müdürlerimiz ‘uluslararası network’lerden bavulla para nakilleri gerçekleştirmedi. Bizim medya kedilerinin huyudur ipleri elinde tutanın peşinden zıplamak, orayı buraya tırnak geçirmek, ‘Marka Türkiye’ halısının üzerine işemek, döneklik yapmak. Kim mama verirse, okşarsa oradadır bunlar. Hani baronlar, mafyalar vardır, koltuk altlarında tombul, biçimsiz, sevimsiz kedileri olur ya, sahibine göre hırlarlar. Bir de bu oyuncu medyacı kedilerle dirsek temasındaki yerliler var. Anladınız siz.