Evet, bugün 24 Temmuz 1923'de, Ýsviçre'nin Lausanne (Lozan) þehrinde imzalanan 'Sulh Muâhedenâmesi (Barýþ Ahidleþmesi)'nin imzalanýþýnýn 100'ncü yýldönümündeyiz.
Ama bu çok sýradan bir andlaþma idiyse de, özellikle neticeleri itibariyle sadece bizdeki resmî tarih ve resmî ideolojinin en büyük dayanaðý olarak kabul edilmesi açýsýndan, son 100 yýlýmýzýn en önemli tarihî hadisesidir. O kadar sýradan bir andlaþma ki, sadece Britanya (Ýngiltere) Krallýðý ve Fransa Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaþý'nýn galipleri olmalarý itibariyle 'güçlü devletler' olarak masadalar..
Diðerleri Ýtalyan Krallýðý, Yunanistan Krallýðý, Japon Ýmparatorluðu, Romanya Krallýðý, Sýrp- Hýrvat- Slovenya (Yugoslavya) Krallýðý..
Ve bizim tarafdan da, -bazýlarýnýn gelecekteki Ankara Sultanlýðý dedikleri- Ankara'daki Meclis Hükûmeti.. (Bilhassa belirtelim, henüz saltanat devam ettiðinden Osmanlý Hükûmeti de o sulh masasýna ayrýca dâvet edildiði halde; karþý tarafýn ikilik çýkarma taktiklerine- oyunlarýna gelinmemesi adýna, Ýstanbul'daki Hükûmet, Ankara'daki Meclis Hükûmeti'nin de kendilerini temsil ettiðini belirterek, o toplantýya katýlmýyor. Esasen, Ankara'daki Meclis, Ýstanbul'daki Meclis-i Meb'usân'ýn o kadar devamýydý ki, Mondros Mütarekesi'ne / (silah terki) Anlaþmasýna göre Ýstanbul iþgal edildikten sonra Ýstanbul'daki meb'uslar Ankara'daki Meclis'e gitmiþler ve Ankara Meclisi'nin 23 Nisan 1920'deki ilk toplantýsýnda ilk müzakere ettiði kanun lâyihasý/tasarýsý, Ýstanbul'daki Meclis'de görüþülmesi yarým kalan ziraat ve köy konularýyla ilgili kanun teklifi idi. Bu durum, -bütün yetkilerini, rütbelerini, malî imkânlarýný, hukukî meþruiyetlerini Ýstanbul'dan aldýklarý halde- Ankara'dakiler için Ýstanbul'u ileride saf dýþý etmekte bir güçlülük noktasý olarak kullanýlacaktýr).
Ama Lozan'daki görüþmeler, Ankara Meclisi'ni temsilen gönderilen murahhaslara/delegelere verilen 14 maddelik tâlimâta uygun bir tabloyu ortaya çýkarmamak için direnen Ýngiltere ve Fransa'nýn dayatmalarýyla bir türlü ilerlemiyordu. Çünkü Ankara Meclisi, gerektiðinde ölümü göze alacak kararlýlýkta 'dinî salâbet sahibi', Ýslamî mücadeleden geri adým atmayacak kimselerden oluþuyordu. Hâlbuki Ankara Meclisi'nin dizginlerini eline alan kadro, Halife- Sultan'ýn da temsilcisi olmak sýfatýný da taþýdýðýndan, nihaî sözü söylemekte daha yetkili idi ve Lozan'daki müzakerelerin ilerlemesine taþ koyan Birinci Meclis'i feshetmiþti. Zoka orada yutulmuþtu..
Ondan sonrasý kolay ilerledi ve Ýkinci Meclis'e tâyinle gelen meb'ûslar, her denileni seçen irade tarafýndan emredileni kabul ediyorlardý.
Orada neler denildiði, ne sözler verildiði, uzun bir hikâye..
Biz sadece þu kadarýný belirtelim.. Saltanat sisteminin kaldýrýlmasý, Fransa hariç masadaki diðer hepsinin Krallýk /saltanat sistemiyle yönetilmesine raðmen, Osmanlý yönetim sisteminin kaldýrýlmasýný dayatýyorlardý ve Hýlâfet'in de..
Nitekim o andlaþma 24 Temmuz 1923'de kabul edildikten 3 ay sonra üstelik Meclis ekseriyetinin bulunmamasýna raðmen, 29 Ekim 1923'de sonra yeni rejimin adýnýn Cumhûriyet olacaðý açýklanýveriyordu.
Halkýn cumhûr'unun, ekseriyetinin iradesiyle kurulan yönetim þekli demek olan 'Cumhûriyet' rejimi, en azýndan 1950'ye kadar tam 27 yýl boyunca tam bir 'þeflik' sistemiyle yönetilecekti; 1950'ye kadar 'Ebedî Þef' ve 'Millî Þef' olarak anýlan iki Þef'ten sonra da onlar tarafýndan konulan kurallarýn dýþýna çýkýlmasý ihtimali olur -olmaz, her 10-15 yýlda bir yapýlan askerî darbeler, 'Cumhuriyet' adý taþýyan sistemin 'cumhûr'un, halkýn ekseriyetinin iradesiyle ne kadar þekillendirildiðinin ilginç ve acý örnekleriyle doludur.
Hani, 1789-Fransýz Ýhtilâli'nin iki meþhur ismi ömürlerinin sonunda konuþurken, 'Dostum, Cumhûriyet'in diktatörlük günleri ne güzeldi!.' diye eski fiilî saltanat günlerine hasretlerini dile getirirler ya, iþte öyle bir durum..
Bizdekilerin o döneme olan hasretleri hâlâ da devam ediyor. Ve Lozan'da dayatýlan yönetim biçimleri, hâlâ o dâraðaçlý uygulamalarla ve hasretle anýlýyor..
Resmî ideoloji Lozan'daki o andlaþmayý, 100 yýldýr tarihimizin en büyük zaferi olarak göstermeye çalýþýyor.. Ve dahasý, geçmiþ yüzyýllar boyu yaþanan dönemler reddolunarak ya da hakaretlere boðularak anýlýyor.. Biz de çocukluðumuzda öðretilen, 'Bugün 23 Nisan.. Neþ'e doluyor insan.. Vataný satmýþtý hain Sultan.. Sen çok yaþa, ....Paþa..' gibi terâneler okuyorduk..
'Sultan' denilince de en çok da Sultan 2. Abdulhamîd ve Sultan Vahdeddin öðretiliyordu. Ama eski baþbakanlardan Ecevit, ölümünden 1-2 sene önce de olsa bile aradan 80-90 sene geçtikten sonra, 'Padiþah Vahdeddin'in yanlýþlarý olabilir, ama vatan haini deðildi..' diye bir açýklama yapma gereðini duydu.
Bu söz, C.Baþkanlýðý'ndan yeni ayrýlmýþ olan S. Demirel'e sorulduðunda, o her zamanki ilginç izahlarýndan birini daha yaptý ve 'Türkiye Cumhuriyeti, henüz bu tartýþmayý kaldýramaz..' deyiverdi..
Tarihçi Ý. Ortaylý da, 'Türkiye'nin yakýn tarihi, trajik çözülmezliklerle doludur. (...) Bir anda deðerlendirilebilecek bir dönem deðil.. Yüzyýla yaklaþan bir zaman, artýk bu konuda deðiþik yorumlar elbette getirecektir, ama henüz bütün olaylarý dahi çok iyi öðrendiðimizi söyleyemeyiz..' diyordu, 5 Aðustos 2018 tarihli yazýsýnda..)
Lozan'ý anlamak bunun için de zor.. Hele tarihî kaynaklara, bin yýldan fazla zamandýr kullanýlan arab alfabesinden, daraðaçlarýyla, nice akýl almaz zulümlerle zorla kabul ettirilen Latin alfabesine geçilmesinden sonra sadece bütün bir 1400 yýllýk Ýslâm kaynaklarýnýn ve kültürünün deðil, yakýn tarihin kaynaklarýnýn okunmasýnýn yolu bile kapatýlmýþ ve binlerce ton Osmanlýca kitaplar ve belgeler ya imha edilmiþ, ya da 'kilosu 3 kuruþ'tan olmak üzere Bulgaristan Nasyonal Kütüphanesi tarafýndan satýn alýnarak trenlerle Sofya'ya götürülmüþ, en temel belge ve bilgiler baþka ellere geçmiþti.
624 yýllýk bir Osmanlý Yönetimi, sadece dýþardaki emperial güç odaklarýnýn ve kuklalarýnýn katýldýðý Lozan Sulh Konferansý'yla, 100 yýl sonra daha net olarak anlaþýlýyor ki, gerçekte 'kendilerine asýrlarca tehlike teþkil ettiði dýþ odaklar ve daha da acý olaný, içerdeki dar görüþlü kimseler ve hattâ hainlerin el birliði'yle tarihin mezarlýðýna gömülmüþtü.
Osmanlý Yönetiminin son yýllarýndaki Sadrâzamlarýndan olan Ahmed Ýzzet Paþa'nýn 'Feryadým..' adýyla yayýnlanan 2 cildlik hâtýratýndan þu satýrlarý, konunun facia boyutlarýnýn daha iyi anlaþýlabilmesi için, '...filânca) paþanýn sýrf þahsî ihtiraslarý uðruna, koskoca Hýlâfet-i Ýslâmiyye ve Devlet-i Aliyye-i Osmanîye tarihten silindi, gitti..' diye aðlayýþýný hatýrlatayým.
Haa.. 'Ama Sevr Andlaþmasý'ný nereye koyacaðýz?' diye tutturulur; Lozan'ýn zafer olduðunun anlaþýlmasý için.. Hâlbuki Sevr Andlaþmasý hukuk diliyle söylemek gerekirse, tekemmül etmemiþ, tamamlanmamýþ bir andlaþma idi.. Çünkü Sevr Andlaþmasý iç hukukta tasdik makamlarýndan geçmemiþ, Meclis-i Meb'usân kapanmýþ, Saltanat Þûrâsý toplanamýyor ve Sultan Vahdeddin de imzalamýyor.. Çünkü direnmek isteniyor..
Esasen, M. Kemal'in Samsun'a gönderilmesi de o direnme düþüncesinin sonucu idi.
Evet, Osmanlý Yönetimi savaþta yenilgiyi kabul ve Mondros Mütarekesi (silah terki) denilen metni imzalamýþtý, ama yeni þartlara göre direnmenin çarelerini, yollarýný arýyordu.
Bu cümleden olmak üzere, Ahmed Ýzzet Paþa, (Feryadým, C.2. Sh. 248-49'da) Padiþah'ýn yardýmlarý, tayinleri, emirleriyle harekete geçirilen bir mücadeleyi hatýrlatýr ve '(...) ama Hýlâfet'in, memleketten çýkarýlýp sürülmesi, dinin hükûmetten ayrýlarak tahkiri gibi akýlsýzca bir takým gereksiz iþlemler yapýlmasýyla, dünya Müslümanlarý nezdinde itibarýmýzý yitirdik.. (...) Yazýk, bin kere yazýk ki, altý buçuk asýrlýk bir devlet hiç sebep yokken, bir harîsin keyfine kurban edildi. Dünya savaþýnda ve mütareke esnasýnda Ýslam dünyasý bir uyanýþ içine girmiþ, benliðini anlamýþ; Hýlâfet makamýnda, kendine bir bað ve bir toplanma merkezi bulmuþken, ne yazýk ki Türkiye'de iþ baþýnda bulunan kimselerin vefâsýzlýðý yüzünden müthiþ bir hayal kýrýklýðýna düþülmüþtür. (...) Zavallý millet hâlâ da aldatýlýyor.. Fakat kim ne derse desin, kim ne yazarsa yazsýn, bu adamlarýn din aleyhtarlýðý, vatana iliþkin maddî, millî ve siyasî bir yarar düþüncesinden kaynaklanmamýþtýr. Bunun ilk sebebi, her türlü ahlâkî rezaletlere bulaþýp kirlenmiþ olanla, çevresindeki dalkavuklarýn yaradýlýþýndaki fazilet düþmanlýðýdýr. (...) Lozan Andlaþmasý imzalanarak, iþgal kuvvetleri ülkeden çekilince (...) ülke -içerden- istilâya uðramýþtýr..(...)'
NOT: 'Hüda-Par' isimli siyasî partinin Adana il binasýna, 22 Temmuz akþamý yapýlan bir saldýrýda, mescidde namaz kýlmakta olan Ýl Baþkaný Salih Demir ile Ýl Sekreteri Sâcid Piþgin isimli iki kiþi, býçakla aðýr þekilde yaralanmýþlar ve hastahaneye kaldýrýlan yaralýlara yapýlan týbbî müdahalelere raðmen, Sâcid Piþgin kurtarýlamamýþ olup, Salih Demir'in hayatî tehlikesi devam etmektedir.
Hedefsiz olarak sýkýlan bir serseri kurþunun kendi partilerinin camýna isabet etmesi üzerine, daha 2-3 ay öncelerde oraya koþan Akþener ve müttefiklerinin, orada demokrasiye kurþun sýkýldýðý gibi laflar etmesi ve baþka boþ mermi kovanlarýnýn da Grup Toplantýsýnda cesaret gösterisi olarak ekranlardan yansýtýlýp yerlere atmasýný hatýrlayabiliyor mu o kiþiler.. Ve eðer hatýrlayabilirlerse, bugünkü suskunluklarýný nasýl izah edecekler?
Bakar mýsýnýz tabloya, '6'lý Masa' denilen 'siyasî oluþum' içinde yer alanlardan sadece DEVA, GP ve SP liderleri bu saldýrýyý kýnamýþlar, AK Parti yetkilileri ile birlikte.. Ama diðerlerinden hiç bir itiraz ve ses-sadâ çýkmýyor, MHP de dâhil.. Týpký 30 yýl önce, Sivas'ta meydana gelen Madýmak Faciasý üzerine devamlý aðlayanlarýn, o faciaya tepki olarak sergilenmiþ olan Baþbaðlar Cinayeti'ni ise görmezlikten gelmeleri gibi bir durum.. 'Benim kaatilim' veya 'Benim maktulüm..' þeklindeki sahiblenmelerden, her türlü fizikî þiddete ve hakarete varan siyaset anlayýþýndan kurtulmanýn yolunu bulamayacak mýyýz?
Sâcid Piþgin isimli genç arkadaþýn, hem de namaz esnasýnda saldýrýya uðramasý ve can vermesi dolayýsýyla, ona rahmetler ve ailesine sabr-ý cemîl; Salih Demir isimli Ýl Baþkaný'na da þifâlar niyaz ediyorum.