12 Eylül mü 28 Şubat mı? Hangi Atatürkçülük?

Bu defa konuya dümdüz gireceğim. Peşrevsiz. Bir önceki yazımda, Fatih Altaylı’nın ‘bizim taraf’a dönük bir ithamına değinmiştim. Altaylı, bizim, ‘kendi tarafımız’da yapılan yanlışları eleştiremediğimizi yazıyor, Hüseyin Üzmez vakasını misal veriyordu.

Ben de, Yeni Şafak’tayken attığım, ‘utan be adam’ manşetini hatırlatmıştım. Tabii ki başka sayısız örnek var ve yeri geldiğinde bu örnekler de anlatılır. (Daha dün, Ahmet Kekeç, ‘Şeker Portakal’ı, ‘Fareler ve İnsanlar’ı sakıncalı gören müdüre neler söyledi.)

O yazıda bir de ‘Atatürkçülük’ten bahsediliyordu ve ben, bu mevzuya girmek istiyordum.

Çünkü tek boyutlu bir iş değildir, ‘Atatürkçülük.’ Öyle ‘ben Atatürkçüyüm’ deyip işin içinden çıkamazsın. Değişik değişik halleri vardır.

Öncelikle, bir ‘icat’tır.

Mustafa Kemal, bir Osmanlı subayıyken yoktu. İstiklal Harbi sırasında da yoktu.

Cumhuriyet ilan edildiğinde de yoktu.

Atatürk öldüğü zaman da yoktu. İnönü Reisicumhur olduğu zaman da yoktu.

Atatürkçülüğün olmadığı ne kadar çok zaman varmış!

Ahmet Kekeç, ‘Derin Roman’da yazmıştı. Atatürk, son zamanlarında İnönü’den son derece rahatsızdı. Onu çevresine yaklaştırmak istemiyordu.

Ekonomideki aşırı devletçiliği sevmiyordu. İnönü’nün kurduğu baskıcı rejimden de sıkılmıştı. Celal Bayar’a meyletmişti.

Ancak, Atatürk ölünce, İsmet Paşa herkesten erken davrandı ve idareyi ele geçirdi.

İnönü Reisicumhur olunca, Atatürk’ün ‘görünürlüğü’nü ortadan kaldırmaya çalıştı. Herkes söyler ya, paradan Atatürk’ün resimlerini kaldırdı. Kendi resimlerini koydurdu. (Ben, çocukluğumda hayal meyal, kağıt 2,5 liranın üstünde yanlardan daraltılmış bıyıklarıyla sol tarafa doğru bakıp duran bir İsmet Paşa resmi hatırlarım.)

İnönü ‘Milli Şef’ti. Lafının üstüne laf söyleyecek kimse yoktu.

Ancak, Necip Fazıl. O, İnönü’nün zulmünü göze alıp, lazım geleni en iyi şekilde söylerdi. İnönü taraftarlarının cümlesini de, her yere, sulu götürür, susuz getirirdi.

O vurdukça, millet nefes alıyordu. Rahmetli Nihat Armağan, “O yazınca belimiz doğruluyordu” derdi. Bu sevap Üstad’a yeter.

Milli Şef’e dönelim.

Atatürkçülük CHP tarafından icat edildi. Yukarıda demiştim ya, ‘icat’ diye.

İnönü, Menderes’le siyasi olarak mücadele edecek durumda değildi. Milletin gözü açılmıştı. Kendisi çıkamadı Menderes’in karşısına. Atatürkçülüğü icat etti, onu çıkardı.

Aslında, İnönücülük’tü icat ettiği. Ama, yaptığı her muhalefetin altına Atatürk etiketini yapıştırarak, bir nevi güç transfer etti.

Rahmetli Menderes de, bu bombardımanın altında, fazla hareket alanı bulamadı. Zaten, böyle bir atmosferde, 60 ihtilaliyle devrildi.

Masal gibi. O gün bu gündür, bütün darbeler, Atatürk’ün adı kullanılarak yapılıyor.

Fakat, her darbenin Atatürk’ü farklı. İhtiyaca göre, Atatürkçülük üretiliyor.

En yakın iki darbeye bakalım. Kim söyleyebilir 12 Eylül’le 28 şubat’ın ‘Atatürkler’inin birbirinin aynı olduğunu?

12 Eylül’ün Atatürk’ü dindardı. Bu açık. Başörtüsü konusunda çok sorun vardı ama, Özal idaresinde yavaş yavaş çözüldü sorunlar.

12 Eylül’ün darbecisi, Kenan Paşa, rejim meşru değil diye Cuma namazı kılmak istemeyenlere fetvalar bile veriyordu. “Neymiş, Cuma’yı ben kıldıracakmışım” diyordu.

28 Şubat’ta geliştirilen Atatürkçülük’se, çok değişikti. Dini tezahürlere karşı alabildiğine sert.

12 Eylül’de, subaylar, namaz kılıyor diye, karısı başını örtüyor diye ordudan ihraç edilmiyordu. 28 Şubat’ta yüzlercesi edildi.

Sadece başörtüsü açısından baksak, şu kadarı görülür: 12 Eylül, sorunlar çıkardı ama, zamanla alıştı. 80’lerde, 90’larda, binlerce başörtülü öğrenciyi mezun etti.

28 Şubat, o mezun olan başörtülülerin hepsini okuldan attı, işten attı, yurttan attı, mahkemeden attı... Her yerden attı. İlahiyat’tan bile atmaya uğraştı! Zekeriya Beyaz İlahiyat’a dekan oldu var mı daha ötesi?

Şimdi acaba, hangi Atatürkçülük tavsiye ediliyor? 12 Eylül’ün Atatürkçülüğü mü, 28 Şubat’ın Atatürkçülüğü mü? Yoksa İnönü’nün geliştirdiği, aslında İnönücülük olan Atatürkçülük mü?

Darbelere alet edilmeyen bir Atatürkçülük şekli var mıdır?

Eh, tabii bir de Atatürk’ün kendisi var. Atatürk’ün kendi gerçekliği var. Bu konuşulabilir mi?

Yok, konuşulamaz. Atatürk’ün kendisinden bahsetmek, Atatürkçülüğe her daim uymuyor.

Bence bu mevzu, -fırsat olursa- bir kaç yazı daha kaldırır.

(Ocaktan-Altaylı tartışmasına girmeden meramımı anlattım işte. Ocaktan, nasıl olsa kolayca halleder bu sorunları.)