13 cenaze meselesi eylemle değil konuşularak çözüldü

Suriye’nin kuzeyinde PYD saflarında hayatını kaybeden biri Alman uyruklu 13 YPG’linin cenazesinin Türkiye’ye girişine 10 gün izin verilmemesine ilişkin gerilim, gerekli iznin verilmesiyle bitti. YPG’liler memleketlerine gönderilerek toprağa verildi, Alman uyruklu olan da ülkesine gönderildi. 

Ancak şimdi de sorun nasıl çözüldü üzerinden bir tartışma yürüyor.

Konunun özünü başlıkta yazdım, ‘direndik kazandık’la değil, ‘konuştuk, çözdük’le çözüldü.

‘Nasıl’ını, çözüm trafiğinin içindekilerin tanıklığıyla (bazılarının ismini veremeyeceğim için özür dileyerek) anlatayım.

Olayın özeti şu:

Suriye’nin kuzeyinde PYD saflarına Türkiye’den ciddi katılım oluyor. Türkiye’den gidenlerden hayatını kaybedenler memleketlerine getirilerek toprağa veriliyor. 13 cenaze de 26 Temmuz’da soğuk hava depolu araçlarla Kobani bölgesinden Habur kapısına getirildi.

Ancak, bu tarihten önce 23 Temmuz’da Bakanlar Kurulu, Suriye’deki iç savaşta hayatını kaybedenlerden Türk vatandaşı olanların yurda alınmamasına ilişkin bir karar aldı. Cenazelerin alınmama gerekçesi bu karar. Bunun üzerine Habur’da eylemler yapıldı, polis müdahaleleri oldu. 10. günün sonunda cenazeler Türkiye’ye alındı ve otopsilerinden sonra memleketlerine gönderilerek toprağa verildi.

- Cenazeler neden içeri alınmamıştı?

- Devlet ‘cenaze almama’ kararını neden vermişti?

- Buna rağmen 13 cenazeye neden ‘ayrıcalık’ tanınmıştı?

- Bu ayrıcalıkta ‘eylemlerin’ etkisi var mıydı?

Sürecin içindeki bir Başbakanlık kaynağı, kararın gerekçesini şöyle açıkladı: “Türkiye’den -bazıları küçük yaşta - çok sayıda genç savaşmak üzere Suriye’ye götürülüyor. Bunlardan hayatlarını kaybedenler Türkiye’ye getirilip örgüt propagandasıyla defnediliyor. Cenazeler üzerinden siyasi bir taban oluşturmak istiyorlar. Bunu seçimden önce çok kullandılar. Cenazelerin siyasi amaçla istismar edilmemesi için girişleri durdurma kararı alındı.”

Aynı kaynak, cenazelerin neden bekletildiğini de şöyle anlattı: “13 cenaze sınıra geldiğinde bu karar yeni alınmıştı. Haberleri olmadığı için ayrıcalık tanınması konuşuldu. Ancak cenazelerin gideceği Mardin’den Van’a kadar çok sayıda ilde propaganda amaçlı gösteriler planlanmıştı. Bu nedenle izin bekletildi.”

Bu süreçte bazı HDP yetkilileri sınırda eylemlere katıldı, televizyonlara, basına açıklamalar yaptı. Bir yandan da hükümete baskı amaçlı Diyanet İşleri devreye sokulmaya çalışıldı. Oysa aynı süreçte AK Partili iki milletvekili, iki HDP’li milletvekiliyle ‘konuşarak çözüm’ arıyordu.

Bu milletvekillerinden biri ‘eylemci’ HDP’lilere şu mesajı iletti: “Daha önce olduğu gibi cenazeler alınırken ve toprağa verilirken propaganda ve provokasyon yapılmasın; bundan sonra Suriye veya Kuzey Irak’ta ölenler de Türkiye’ye getirilmesin.”

Bu mesaj HDP yönetimine ulaştırıldı, HDP’lilerin ‘alandakilerle’ yürüttüğü görüşmeler sonunda bu güvenceler alındı ve cenazeler ailelerine teslim edildi.

Sürecin bir diğer aktörü AK Parti Mersin Milletvekili Muhsin Kızılkaya da bu bilgileri doğruladı. Kızılkaya, cenazeler konusunda Başbakan’ın da hassas davrandığını, HDP’lilerle görüşmelerinde ‘insani ve İslami’ olarak cenazelerin ailelerine teslim edilmesini değerlendirdiklerini, ancak bugüne kadar cenazelerin propaganda amaçlı istismar edilmesinin süreci uzattığını söyledi. Kızılkaya da, bu konuda garantiler alınınca gerekli iznin çıktığını vurguladı. 

Sonuçta aileler cenazelerini usulüne uygun defnettiler, herhangi bir gösteri olmadan...

Çözümde ‘yöntem’ önemli.

İstismar, propaganda amaçlı eylem yoksa ‘siyasi çözüm’ bulunuyor.

HDP’li Faysal Sarıyıldız’ın “Cenazelerin hiçbir provokasyona izin verilmeden, gerilimden medet umanlara alet olmadan teslim alınıp memleketlerinde defnedileceklerini” söylemesinin arkasında aslında bu hikaye var.