14 Aralık travması

Oldukça güçlü bir zırha sahip olduklarını düşünüyorlardı. Aşılması zor bir tampon bölgenin arkasındaydılar. Ulaşılması güç bir zirvede. Uğraşmanın imkânsız olduğu bir meşruiyet zemininde. Müdahalenin düşünülemeyeceği bir alanda. Tartışma konusu yapılamayacak kadar muhkem bir bağlamda. Eleştirilmeyecek kadar hayırlı bir işte. Soru sorulamayacak kadar şeffaf bir yapıda. Kızılamayacak kadar hoşgörülü. Şüphelenilmeyecek kadar berrak bir bünyede. Yerliliği sorgulanamayacak kadar milliyetçi. İmtiyaz sahibi bulunamayacak kadar mülksüz. Mevkii tespiti yapılamayacak kadar vatansız. Künyesi olmayacak kadar sahipsiz. Üzerinde karar kılınmış bir ismi olmayacak kadar anonim... 

Ele avuca gelmeyen. Tarif edilemeyen. Başı sonu belli bir fıkhı olmayan. Tedbir âleminde yaşayıp, ruhsat dünyasında amel eden, kendi kehanetinin peşinde koşan bir yapı için yeni bir dönüm noktası yaşanıyor. Mazoşizme varacak düzeyde bir ifratla, kırk yılda inşa ettikleri her şeylerini üç-beş polisin aklına teslim etmenin trajedisini yaşıyorlar. Yaşanan durum gerçekten ibretlik. Ama hazin son değil. En başından, yani daha ilk günden, aklı başında, siyasi muhakeme yeteneği olan herkesin tuhaf bir gidişat olarak not ettiği bu hikâyenin, hüzünlü cüzleri arz-ı endam ediyor.

Serap görmekte haksız olduklarını söylemek zor. Zira özellikle 28 Şubat’la birlikte, ‘makbul grup’ olmanın açtığı alan, önce 11 Eylül 2001 ardından da 3 Kasım 2002 ile birlikte tahkim edilerek, artık grubun da yönetemeyeceği bir menzile doğru yola çıktı. Kanser ideolojisine dönüşen ‘büyüme hızı’, ruhsat dağıtım merkezine dönüşen ‘makbul hareket’in girmeyeceği sektör, bulaşmayacağı olay, ilgilenmeyeceği gelişme kalmadı. Hormonlu küresel büyümenin verdiği sarhoşluğun içerisinde, Türkiye’nin ‘bir detaya’ dönüştüğüne dair cahilce okuma ise felaketlerinin bidayetini hazırlıyordu.

Yaşanan özgüven patlamasında haksız sayılmazlardı. Eleştiri almaları, sorgulanmaları, tartışılmaları hele müdahale edilmeleri için aşılması gereken tampon bölgenin neredeyse imkânsız bir parkur olduğunu düşünüyorlardı. Zira ‘karşılarındakiler’, ‘’Üsküdar’a gider iken’ şarkısını terennüm eden siyahi sabiyi’’ göz ardı edecek kadar zalim olsalar, yüzbinlerce çocuğun masum eğitim kurumları aşılamazdı. İhtiyaç sahiplerine Hızır olan yardımları aşsalar, memleket vasatıyla ontolojik derdi olmasına rağmen ‘onlara bir şekilde sahip çıkan’ sermaye aşılamazdı. Tebliğ faaliyeti yapan ‘ muhabbet fedaileri’ne musallat olacak kadar çılgınlaşsalar, ‘başka başkentler’ aşılamazdı. Hizmet aşılsa, istihbarat aşılamazdı. Cemaataşılsa, hâkimler aşılamazdı. Camia aşılsa, savcılar aşılamazdı. Altın nesil aşılsa, kaset arşivi aşılamazdı. Hâsılı kelam, sigorta poliçeleri fazlasıyla sağlam ve küreseldi.

İşte bu özgüven dünyasında ne olduysa oldu, geri dönülemez noktaya hızla ilerlediler. İstihbarat müptelası bir yapıkomploculuğu teoloji, lobiciliği siyaset, tedbiri de strateji zannetmesinin bedelini trajik bir irtifa kaybı yaşayarak ödüyor. Beş altı yıldır herkesin gözü önünde, herkesin gözüne sokarak yapılan eylemlerin faili meçhul kalmasını istiyorlar. İcat ettikleri tampon bölgenin aldıkları darbeyi, kurguladıkları meşruiyet zemininin şüpheli sıfatlarını, kullandıkları müstear isimlerin ise faili ortadan kaldırmasını bekliyorlar. Başka bir aktöre kötülük atfetmenin kendilerini temizleyeceğini umuyorlar. Yıllarca içlerinde besleyip büyüttükleri IŞİD ortaya çıkıp da, darbe yapmaya kalkacak kadar ileri gidip başarısız olunca ‘makul grup’ teknolojisinden yine medet umuyorlar.

Hoşgörü satarak başladıkları yolculuğu, izan ve insaftan yoksun Erdoğan nefretiyle hitama erdirdiler. Böylesi bir ucuzluğa tamah edenler elbette çıkacak. Bir asır sonra yaşanan elit dönüşümünde ıskartaya çıkan bütün aktörler bu ucuzluğa meylediyorlar. Yıllarca ‘dinledikleri’ bu güruhun şimdi kendilerini dinlemesinden fazlasıyla memnunlar. Bu elbette bir kısır döngü. Artık yeni tampon bölgeyi bu isimlerle ve aktörlerle kurgulamaları gerekiyor. Kimler mi? Memleket vasatıyla en radikal şekilde kavgalı, mebzul miktarda İslamofobik, kendilerinin de ayırt edici hasleti olan İslamcıfobizme fanatikçe sadık duran neo-Kemalistler! Nasıl mı anlatacaklar? Darbe planları yapacak kadar, kumpaslar kuracak kadar, polis-savcı-hâkim tezgâhı açacak kadar ‘özgür basının’ nasıl baskı altına alındığını feryat ederek anlatacaklar. Müşterileri fazlasıyla hazır. Pazarları oldukça geniş. Lakin sorun müşterilerinin dışarıda olmasında. Başka başkentlere dert anlatacaklar. Dertleri fazlasıyla dinlenecektir.

Bir gün yaşayacakları metamorfozdan uyanırlarsa, yabancılaşmalarının geldiği nihai noktayı idrak ederlerse ve ‘bizi buraya kim iteledi’ sualini soracak cesaretleri olursa, dönüp millete ‘buralı’ olduklarını ispat etmeleri gerekecek. Kuvvetle muhtemel iş işten geçmiş olacak.