15 Temmuz’da hayýr diyenler yarýn EVET diyecek!

Yarýn en temel vatandaþlýk görevimizi yapmak üzere sandýða gideceðiz ve Türkiye'nin geleceði için belki de bugüne kadar attýðýmýz adýmlarýn en önemlisini atacaðýz.

Öncelikle, iki ayý geçkin zamandýr devam eden kampanya sürecine dair bir kaç hususun altýný çizmek isterim. Ana muhalefet partisinin Anayasa Komisyonu ve Meclis safahatinde çok sert ve kutuplaþtýrýcý bir ton tutturmuþ olmasýna, muhtelif terör örgütlerinin hayýr kampýnda yer almasýna raðmen kampanya süresince sað duyu hakim oldu. "Kan dökmeden getiremezsiniz"le baþlayan kampanya, seçimi teferruat saymaya ve son olarak da evet diyenleri denize dökmekle tehdide kadar vardý. Ama toplum tüm bu kutuplaþtýrýcý, düþmanlaþtýrýcý dile prim vermedi, evet ve hayýr çadýrlarý bazý yerlerde neredeyse yan yana kuruldu, propaganda müzikleri için birbirine sýra verildi.

Bu süreçte yeni bir þey daha oldu; CHP ilk defa "pozitif propaganda" tabir edebileceðimiz bir yöntem denedi. Sonuna kadar sürdüremese de yeni sistemin seçim kampanyalarý hakkýnda da fikir verici bir deneyim oldu bu. Zira yeni sistemde bir cumhurbaþkaný adayýnýn yüzde 50+1 oy alabilmesi ancak toplumda en geniþ konsensüse ulaþabilmesiyle mümkün olacak. Bu ise katý ideolojik ya da kimlikçi tutumlarý bir kenara býrakýp hizmet siyasetini öncelemekle mümkün.

Dikkat çekici hususlardan biri de referandumun uluslararasýlaþmasý, bir takým terör örgütlerinin yaný sýra Hollanda ve Almanya gibi Türk diasporasýnýn yoðun yaþadýðý bazý Avrupa ülkelerinin de siyasileri ve medyasý aracýlýðýyla açýktan hayýr kampanyasý yürütmesiydi.

Ne bir baþka örneði ne de mantýklý izahý olan bir durumdu bu. Ancak Avrupa'nýn irrasyonel tutumu bize, yarýn yapacaðýmýz oylamanýn basitçe bir hükümet sistemini deðiþiminden ibaret olmadýðýný, Türkiye'nin 2023, 2051 hedefleri için kaldýraç olacaðýný da gösterdi.

***

Bu vesileyle bir kez daha; artýk sönümlendi zannettiðimiz laiklik-gericilik ayrýmlarýnýn, ayaklar baþ oldu aþaðýlamasýnýn, Cumhuriyeti biz kurduk bizler yaþatacaðýz dýþlamasýnýn devam ettiði ve Türkiye'nin kadim sosyolojik ve siyasi ayrýþmasýnýn hala bu hat üzere olduðunu gördük.

Modasý geçmiþ, tedavülden kalktý sandýðýmýz söylemler, yeniden dolaþýma girdi. 28 Þubat post-modern darbesinin, 2007 yargý müdahalesinin aktörlerine birdenbire can geldi.

Þimdi þunu söyleyebiliriz; 15 Temmuz'da darbeye hayýr diyen millet, Türkiye'nin demokratik dönüþümü için ve güçlü-baðýmsýz-müreffeh Türkiye için yarýn evet diyecek.

15 Temmuz'a "Kontrollü darbe" diyenler ise 200 yýldýr devam eden Batýcý-elitist yönetim anlayýþýný bir kenara koymak durumunda kalacak. Çünkü bundan böyle halkýn kahir ekseriyetinin onayýný almayan kimse iktidara gelemeyecek.

Halkýn içinden çýktýðý halde kafasýný vesayet kurumlarýna toslaya toslaya "müesses nizama" teslim olan siyasetçi tipi de tarihe karýþacak.

"Çoban Sülü" lakaplý bir siyasetçiden "Okumak isteyen Arabistan'a gitsin, orada baþörtüsüyle okunabiliyor" sözlerini duymayacaðýz bir daha.

Zoraki koalisyon ortaðý olabilmiþ sözde siyasetçiler, halka ve halkýn temsilcilerine had bildiremeyecek bir daha.

Terör örgütleri ise kafalarýný çýkarmaya kolay kolay cesaret edemeyecekler. Çünkü hangi partiden olursa olsun arkasýna halkýn yüzde 50'den fazlasýnýn desteðini almýþ bir iktidar, hem iç politikada hem dýþ politikada daha cesur ve özgüvenli davranabilecek.

16 Nisan'ý Türkiye'nin baðýmsýzlaþmasý, vesayet zincirlerini kýrmasý, zayýf ve müdahaleye açýk hükümetlerden kurtulmasý, siyasi ve ekonomik istikrarý yakalamasý için bir fýrsat olarak görenler, meseleleri bu çerçevede, tarihi de bu derinlik içinde idrak edebilenlerdir.