Bu haftadan itibaren bir dizi yazýya baþlýyorum. 1950 seçim yenilgisinin ardýndan CHP’de ‘ýslâhat’ yapýlmasý ciddî olarak gündeme geldi. Bazýlarý günümüzde CHP’ye akýl vermeye pek meraklý; lâkin korkarým çok daha kapsamlý önerilerin daha hemen 1950 yýlýnda yapýldýðýnýn farkýnda deðiller. Üstelik bu öneriler bizzat partinin içinden gelmiþti!
1950 seçiminin üzerinden birkaç hafta geçmiþti ki, eski iktidar partisi muhalefetteki ilk kurultayýný topladý. Elbette her bakýmdan önemli bir kurultaydý bu. Parti, geçmiþini deðerlendirecek, iktidarýný analiz edecek ve seçim yenilgisinin nedenlerini tartýþacaktý. Böylesine bir süreç, CHP açýsýndan hem yeniydi; hem de alýþýlagelmiþ bir þey deðildi. Parti yönetimi de, partinin delegeleri de, bu bakýmdan acemi sayýlabilirdi. Fakat o kadar da deðil. Çünkü, bir önceki kurultayda, 1947 yýlýnda toplanan ve günlerce süren ve partinin hayatýnda en önemli kurultaylardan biri olarak tanýmlanabilecek kurultayda, CHP yeni atýlýmlar yapabileceðini göstermiþti. Belki de yapmaktan çok, bunlarý konuþabileceðini göstermiþti demek daha doðru olur. Çünkü bu kurultayda da alýnan kararlarýn önemli bir kýsmý kâðýt üzerinde kalmýþtý. Bir türlü hayata geçirilememiþti. Ya da sürüncemede býrakýlmýþtý. Nihayet seçime doðru da, bütün bunlar için biraz geç kalýndýðýna hükmedilmiþ ve her þey seçimden sonraya býrakýlmýþtý. Þimdi de bu aþamada gündeme gelmiþ olan partinin reform önerilerine bir göz atalým.
CHP, geçmiþine bakýyor
Öneriler, basit bir cümleyle baþlýyordu: “Parti kurulduðu günden 1945 yýlýna kadar tek parti olarak memleket idaresini elinde tutmuþtur.” Elbette baþlangýçta yer alan bu ikinci cümle doðru deðildi. 1923-1925 yýllarý arasýnda CHP’nin tek parti olduðunu söylemek mümkün deðildi. Terakkiperver Cumhuriyet Fýrkasý anlaþýlan unutulup gitmiþti! Elbette bu dönemde de “çok partili bir siyasal hayatýn yerleþmesi için bazý denemeler yapýlmýþsa da”, bunlar “o zamanki þartlarýn elveriþli” olmamasý yüzünden baþarýsýzlýkla sonuçlanmýþtý.
Peki, ne olmuþtu da, çok partili bir hayata yeniden geri dönülmüþtü? Þöyle açýklanýyordu bu geliþme: “1945 yýlýndan sonra dünya þartlarýnýn deðiþmesi ve yurt içinde türlü yönlerden siyasî ve içtimaî geliþmeler olmasý, bizde de halk idaresi sisteminin bütün medenî dünyaca makbul þekli sayýlan çok partili bir siyasî hayatýn baþlamasý zaruretlerini doðurmuþtur.” Bu saptamadaki “zaruret” sözcüðüne bilmem dikkat etmenizi söylemem gerekir mi? Adeta bir zorlama, zorunluluk, gereklilik olmuþtu demeye getiriyor bu analiz. Yani CHP’nin meþhur vesayetçi tek parti yönetimi teorisiyle örtüþmeyen bir açýklama tarzýyla karþýlaþýyoruz burada. Oysa, CHP’nin 1945 yýlýndaki asýl iddiasý, partinin en baþýndan beri çok partili bir hayatý hedeflediðiydi. Oysa 1950 yýlýndaki analiz, bir “zaruret” olduðundan söz etmeye baþlamýþtý.
Devam edelim: “Bu zaruretleri duyan ve ölçen” CHP, “muhalefet partileri kurulmasýna imkân vermiþ”ti. 1946 sonrasýndaki dört yýl boyunca CHP, “birdenbire içine girdiði çok partili halk idaresi sistemi”nin eksiklerini gidermek için çaba harcamýþtý. Yani, açýkça þu söylenilmek isteniyordu: Yeni rejim bir “zaruret”ti; CHP hazýrlýksýz yakalanmýþtý. Bu nedenle bir sonraki dört yýl boyunca rejimi tahkim etmeye çalýþmýþtý.
Muhalefette CHP
Ýktidarý yitirmek çok boyutlu sonuçlar doðurmuþtu: CHP artýk “çok nâzik ve kritik bir durum”daydý; adeta “tarihî bir dönüm noktasý”ndaydý. Fakat teklif sahipleri bundan da o kadar çok emin deðillerdi anlaþýlan. Çünkü, bir satýr sonra da, aslýnda CHP, “1945 yýlýnda muhalefet partilerinin kurulmasýna imkân verme kararýný aldýðý anda tarihin dönüm noktasýna varmýþ bulunuyordu” diyorlardý. Ýþte tam bu noktada da özeleþtiri geliyordu: “Parti, iþte bu dönüm noktasýnda önceden kendi zihniyetinde, yapýsýnda, metodlarýnda ve fonksiyonlarýnda yeni þartlara uyacak þekilde ayarlamalar yapmak zorunda”ydý. Ama bunlar ihmal edilmiþti. Yani CHP hiçbir þeyini deðiþtirmeden yeni rejime geçmiþti. Ýþte bu yüzden; partinin içinden geçtiði sarsýntýlar yüzünden seçim yitirilmiþti.
Ne yapmalý?
O halde, -Lenin’in deyiþiyle- ‘ne yapmalý’ sorusuna þu yanýt geliyordu: “Parti, bu yeni durum içinde ve eskisinden daha çok elveriþsiz þartlar altýnda” “yeniden iktidarý ele almak gayesini, eski zihniyeti, eski yapýsý, eski usûlleri ile baþaramaz”dý. Yenilenme gerekiyordu kýsaca. Teklif sahiplerine göre, CHP’nin “tekrar milletin güvenini kazanarak iktidara gelebilmesi için, maddî ve manevî varlýðýný revizyondan geçirme”si gerekiyordu. “Kendini yeni þartlara göre ayarlamalý”ydý. Ve “bu revizyonun da hiçbir sebeple” geciktirilmemesi gerekiyordu. Þimdi de nasýl bir revizyon sorusuna sýra geldi. Ona da kulak verelim: “Bu revizyonun hiçbir endiþeye kapýlmadan ve hiçbir þeyden çekinmeden, milletin karþýsýnda cesur ve açýk bir hareketle yapýlmasýný ve partinin zihniyetine, programýna, tüzüðüne, organizasyonuna, kadrolarýna varýncaya kadar bütün varlýðýna þâmil bir derinlik ve geniþlikte” olmasý gerekiyordu. Bundan kaçýþ yoktu yani.
Önce zihniyetten baþlamalý
Bu noktada önemli bir itiraf geliyordu: “Kabul etmek lâzýmdýr ki” diyordu öneri sahipleri, CHP, “doðuþundan bugüne kadar türlü inkýlâplarý baþarabilmek kaygýsýyla kendine bir ‘otorite zihniyeti’ni mal etmiþtir.” Bu, o kadar vurgulanmýþtý ki, basýlý metinde ‘otorite zihniyeti’ sözcüklerinin bold yazýlmasý tercih edilmiþti! Otoriter zihniyet, o kadar da kötü bir þey deðildi ama. Parti, ancak bu sayede birçok engelleri aþmýþ, zorluklarý yine bu sayede yenmiþti. Yepyeni çýðýr ancak bu þekilde açýlabilmiþti. Fakat, diðer yandan, bu otoriter zihniyetin yarattýðý olumsuzluklar da vardý. Þimdi sýra buna gelmiþti. Yine okumaya devam edelim: “Bu ‘otorite zihniyeti’ zaman içinde partinin içine öyle sinmiþti ki, parti, gerek kendi içindeki fonksiyonlarýný, gerek millet karþýsýndaki faaliyetlerini hep bu ‘otorite zihniyet’ ile yürütmüþtü.”
Sonuçta þöyle bir tablo ortaya çýkmýþtý: “Parti organizasyonunun bütün kademeleri, yukarýdan aþaðýya doðru otoriter verilen emirlerle ve bu emirlere göre iþlemeye alýþmýþtý.” Parti tüzüðünün partinin yönetim organlarýna verdiði yetkiler dahi “þekil”de kalmýþtý ve “kullanýlamaz hâle gelmiþti.” Teþkilât, yerel koþullarýn gerektirdiði inisiyatifi gösterme yeteneðini tamamen yitirmiþti. Partinin merkezi olsun, parlamento grubu olsun, taþra teþkilatý olsun, durum hepsinde böyleydi.
“Devlete dayanarak…”
Ýtiraflar devam ediyordu; parti, “millete kendini beðendirmekten ziyade, çok zaman temsil ettiði iktidarý kullanarak, adeta devlete dayanarak varlýðýný devam ettirme yolunu tutmuþtu.” Bunun sonucunda da, parti “kendi baþýna bir mücadele ve baþarý cihazý olmaktan” çoktan çýkmýþtý. Otoriter zihniyet, partinin “müstakil bir mücadele organizasyonu haline” gelmesine engel olmuþtu. Bu, vahim bir hata olmuþtu. Çünkü, “partinin zihniyetinde revizyon yapmadan ve onu kendi kuvvetine dayanýr bir mücadele teþkilâtý haline getirmeden, onun demokrasi þartlarý içinde mücadeleye atýlývermesi hata olmuþtu.” Bu kadar açýk iþte. CHP, tek parti olduðu dönemde asla bu dönemin sona ereceðini düþünmemiþ ve buna iliþkin bir hazýrlýk da yapmamýþtý. Bizzat CHP’nin yöneticileri þimdi bunu itiraf ediyorlardý.
Hatta öneri sahipleri daha da ileri giderek, 1945 sonrasýnda ayný otoriter zihniyetin sürdürüldüðünü söylüyorlardý. O zaman çözüm formülü kendiliðinden geliyordu: CHP “yeni þartlar içinde var olabilmek ve bir kuvvet halinde yaþabilmek için, her þeyden evvel, bu ‘otorite zihniyeti’ni terk etmek ve bunun doðurduðu bütün usûlleri býrakmak zorunda”ydý. Bu kadar net. Artýk “otorite zihniyeti” terk edilmeli; onun yerini “program zihniyeti” almalýydý. Parti, sadece program ve ilkelere önem vermeli ve buna göre yeniden tanzim edilmeli ve öyle iþletilmeliydi.
TEKLÝF SAHÝPLERÝ
Otuz sayfayý aþan metindeki önerilerin imzacýlarý olarak; bugün artýk hiç kimsenin tanýmadýðý isimlerin yaný sýra; CHP’nin önde gelen yöneticilerinin adlarý da bulunuyordu: Hýfzý Oðuz Bekata, Þevket Raþit Hatipoðlu, Kemal Zeki Gençosman, Sadi Irmak, Fahri Kurtuluþ, Reþat Leblebicioðlu, Yusuf Ziya Ortaç, Reþat Þemsettin Sirer, Emin Soysal gibi. Eski ve yeni milletvekilleri ile birlikte çok sayýda partili delege de kurultaya sunulmak üzere hazýrlanmýþ olan teklifi imzalamýþtý.
BROÞÜRÜ MERAK EDENLER ÝÇÝN…
Bu broþür, Türk Tarih Kurumu (TTK) kütüphanesinde (33611 kayýt no altýnda; A II/5424 yer numarasý ile) bulunmaktadýr. Þimdiye kadar pek de dikkati çekmemiþ olmasý, bizde araþtýrmacýlýðýn akademik hayatta yerleþmemiþ olmasýna baðlýdýr. Bir zamanlar, Ankara’da Millî Kütüphane’de yaptýðým gibi, TTK kütüphanesinin de kataloglarýný epey karýþtýrmýþtým. Normal koþullar altýnda araþtýrmacý, ilgilendiði kitabý kütüphane kataloðunda (ya da artýk bilgisayar ortamýnda) kolayca bulabilir. Fakat araþtýrmacýlýk, zaten bilinen bir kitabý kütüphanede bulmak deðildir zaten. Asýl araþtýrma ruhu, bundan bir adým ötededir. Asýl olan, hiç bilinmeyen bir kaynaðý yakalayabilmektir. Bunun için de, üþenmeden ve akýp giden zamana da yanmadan, konuyla ilgili olabileceðini düþündüðünüz yerlerde, hiç sýkýlmadan ve býkmadan, yeni kaynaklar aramak gerekir. Ancak bu þekilde ve bu yöntemle literatürde daha önce hiç kullanýlmamýþ kaynaklara eriþmek mümkün olabilir. ‘Hiç zamaným yok’ diyenlere verilecek tek bir yanýtým olabilir; ‘haklý olabilirsiniz, lakin araþtýrmacýlýk size göre bir hayat tarzý deðil!’