1950 seçim yenilgisinin ardýndan… CHP’NÝN LAÝKLÝK VE ÝNKILÂPÇILIK ATILIMI

Bu hafta da dizi yazýmýn üçüncü kýsmýna devam ediyorum. CHP’de reformcular, partinin laiklik ve inkýlâpçýlýk ilkelerinin de üzerinde duruyorlardý. Reformculara göre; bu mesele de yeniden ele alýnmalýydý. Hem de acilen…

CHP’nin sekizinci kurultayýna sunulan reform paketinde partinin altý okundan ikisini oluþturan laiklik ve inkýlâpçýlýk ilkelerine de göz atýlmýþtý. Þimdi de bu iki önemli ilke üzerinde yapýlmasý düþünülen deðiþikliðin ne olduðuna bir göz atalým en iyisi.

Laiklik “tek taraflý” deðildi

Reformculara göre; partinin laiklik anlayýþý “hiçbir zaman tek taraflý olmamýþtý.” Daha konunun en baþýnda böylesine tarifsiz ve anlaþýlmaz bir cümlenin yer almasý muhtemelen boþuna deðildi. Çünkü, partinin laiklik anlayýþý, aslýnda “tarihî ve sosyal zaruretlerin” sonucuydu. Sonra da laikliðin yeni tanýmý olarak, din ve devlet iþlerinin birbirinden ayrýlmasý þeklinde ‘müthiþ’ yaratýcý bir formül öneriliyordu. Daha önceki formülleri bilmeyenler, belki bundan bir heyecan dalgasý çýkarabilirlerdi; fakat böylesine yavan bir cümlenin yazýlmasýna bile gerek olup olmadýðý tartýþýlabilirdi.

Zaten ardýndan gelen satýrlar; meselenin bu kadar basit olmadýðýný yeniden hatýrlamamýz için de yeterli sayýlýr. Reformculara göre; “Yalnýz nazariyenin bize kazandýrdýðý bu anlayýþýn, her memleketin realitelerine göre tatbik edilmek gerektiðini de” unutmamak gerekirdi. Dolayýsýyla, “bizde de laiklik prensibinin geçerliði, kendi gerçeklerimize göre hudutlanmalý”ydý. Yani, ‘biz bize benzeriz’ formülü, yine içi tamamen boþaltýlmýþ olarak geçerli kabul edilmiþti. Zaten CHP de, hep bunu yapmýþtý. Ama, -evet amasý vardý tabiî- “bütün bu çalýþmalar, türlü bakýmlardan noksan olduðu için beklenen neticeler alýnamamýþtý.”

‘Din düþmanlýðý’ olmamalýydý

Fakat daha da fenasý vardý: “Parti, kendi dýþýndaki bazý kuvvetlerin laikliði bir nevi din düþmanlýðý hudutlarýna götürme gayretine seyirci kalmýþtý. Bunlar da milletin vicdanýnda kýrgýnlýklar yaratmýþtý.” Ardýndan bunlarýn neler olduðunu görmeye sýra gelmiþti. Reformculara göre; “parti, laiklik prensibinin tatbikâtýnda, cemiyetin vicdanýna taallûk eden bazý hususlarý, inkýlâbýn masuniyetini  [emniyetini] saðlamak endiþesiyle yasak etmiþti.” Bu, “inkýlâp bakýmýndan yerinde bir müdahale”ydi. “Fakat yaptýrmayan bir müdahale”ydi. Ayrýca, “prensibe aykýrý düþen temayüller [eðilimler] karþýsýnda” CHP yine sessiz kalmayý tercih etmiþti.

Bu kadar dolambaçlý lâfýn ardýndan reformcular nihayet yapýlmasý gerekeni söyleme noktasýna gelmiþlerdi: “Bizim realitemize göre; nazariyenin anlattýðý mânâda bir laikliðin memleketimizde tatbiki ve bunun tamamýyla cemaatin isteðine ve iradesine býrakýlmasý, milletimiz için vahim olabilecek bir irtica hareketinin geliþmesine imkân” vereceðinden; elbette bundan, eskiden olduðu gibi, kaçýnýlmasý zorunluydu. Bu cümlede cemaat ile millet arasýnda kurulan farklýlýk ve zýtlýk dikkat çekicidir. Milletle cemaatin neredeyse bütünleþtiði ve örtüþtüðü bir toplumda, böylesine bir karþýlýlýk yaratmak için bayaðý yaratýcý olmak gerekirdi doðrusu.

Yeni laiklik anlayýþý

Ne yapýlmasýný gerçekten merak ettiniz mi? Biraz yavan gelebilir ama: “Bu itibarla laikliðimizin kendi gerçeklerimize uygun bir tatbikatýný gözetmek” zorundaydý parti. Sonuçta; parti, “din düþmanlýðýna da meydan verme”den; “laikliði bu memlekette bütün halisliði ile” gerçekleþtirmek için gayret sarf etmeliydi. Üstelik, “dinin cemiyetin yapýsýnda bir harç ve ýstýfasýnda manevî bir kaynak olduðunu göz önünde tutarak, teþkilâtý kuvvetli bir þekilde kuruncaya kadar, Ýslâm cemaatinden yardým ve ihtimamýný esirgememesini devletten istemeli”ydi.

Ýþte, Türkiye’ye has laiklik böyle olmalýydý. Devlet, cemaate destek olurken, din düþmanlýðýndan kaçýnmalý; bu arada dinin toplum için birlik ve dayanýþma aracý olduðu gerçeðini görmeli; bu arada, elbette cemaatin isteðine ve iradesine de sonucu vahim olacak imkânlar sunulmamalýydý; aksi halde irtica olurdu. Ýyi de, CHP, zaten bu zamana kadar bundan daha farklý bir þey yapmýþ mýydý sorusuna bir yanýt bulunamýyordu. Dahasý; laiklik formülü için de, ‘biz bize benzeriz’ klasik formülünün dýþýnda, elle tutulur, yeni bir þey söylenemiyordu.

ÝNKILÂPÇILIK, ‘ZOR KULLANMAK’TIR

Reformcular açýsýndan sýra inkýlâpçýlýða gelmiþti; bu sayede “çok radikal, hatta çok kere zor kullanarak deðiþiklikler” yapýlmýþtý. Bu bakýmdan son otuz yýla bakýlýrsa; “gözümüze çarpan realite, hükmen ve hukuken baþarýlmýþ olan inkýlâplarýn henüz milletimizin hayatýna vazgeçilmez þekilde mal edilmemiþ olmasý”ydý. Bu ifade gerçekten de zikre deðerdir. Hatta durum vahim de sayýlabilirdi; çünkü, “çeyrek asrý geçen mücadelelerin sonunda bazý inkýlâplarýn hâlâ þüpheli bir halde bulunmasý” üzüntü vericiydi. Bunlarýn neler olduðu sayýlmamýþtý. Bu bakýmdan bilemiyoruz.

Fakat, iþin ciddîyeti bundan sonraki safhalardaydý: “Bilhassa bundan sonra halk idaresi sistemi içinde bu inkýlâplara karþý kuvvetlerin ortaya çýkmasý ve bazý tehlikeli hareketlerin belirmesi ihtimal dahilinde”ydi. Bu cümle de hayli çeliþkiliydi. Ýlki; “halk idaresi” 1945 yýlýndan itibaren CHP iktidarýnda zaten kurulmuþtu. En azýndan partinin iddiasý buydu. O sýrada da bu inkýlâplar tehlikede miydi sorusuna yanýt verilmemiþti. Bir an için öyle olduðunu farz edersek, iktidarda kim olursa olsun, “halk idaresi”nde inkýlâplarýn hep tehlikede olmasý ne anlama geliyordu? CHP, inkýlâplar ile demokrasiyi birbirinin seçeneði olarak mý sunuyordu? Ýnkýlâp ve demokrasi birbirini reddeden þeyler miydi? O zaman nasýl bir uyuþma öngörülmüþtü?

Bütün bu sorularýn karþýlýðý verilmemiþti. Fakat cümlelerin ardý sýra gelen anlam, özellikle DP iktidarýnda inkýlâplarýn tehlike altýnda olduðuna yönelik bir imâyý içeriyordu. DP iktidarýnýn daha ilk haftalarýnda, anlaþýlan inkýlâplarýn tehlike altýnda olduðu yolundaki görüþ, topraða tohum olarak atýlmýþtý… Acaba böylesine bir riske karþý nasýl önlem almak gerekiyordu sorusuna reformcularýn yanýtýný yazmakla yetineceðim artýk: “Halis bir halk idaresi sisteminde zor kullanýlarak deðiþiklikler yapýlamayacaðý ve millet hayatý normal tekâmül seyrine býrakýlmak icâb ettiði, bu itibarla da partinin inkýlâpçýlýk prensibinin mevzusuz kaldýðý” yönündeki görüþlere itibar etmemek lâzýmdý. Bu yüzden partinin inkýlapçýlýk ilkesinden vazgeçmesine yönelik özellikle son zamanlarda baþlayan eðilim de reddediliyordu.

Nihayet partinin yeni görevi bütün açýklýðýyla meydana çýkýyordu: “Partimizin önümüzdeki zamanlarda bugüne kadar baþardýðý inkýlâplarýn bekçiliðini yapmak zorunda olduðu” açýktý. “Asýl mühim olan cihet, henüz milletimize mal olmamýþ, þekilde kalmýþ görünen, faka ileri inkiþâflarýmýz için þart olan inkýlâplarýmýzýn büyük halk kütlelerine mal edilmesi hususu”ydu.

CHP, muhalefet olarak inkýlâplarýn bekçiliðine soyunmalýydý. Ama bu yetmezdi; gerçekleþmiþ, fakat halka mal olmamýþlarýn da topluma benimsetilmesine gayret etmeliydi. CHP’nin reformcularýn özündeki misyonu buydu; ya da bu olmalýydý.

MENDERES ÝLK PROGRAMINDA NE DEMÝÞTÝ?

“Eðer baþta Matbuat Kanunu olmak üzere bütün anti-demokratik kanunlarý deðiþtirmeye muvaffak olursa, eðer memlekette siyasi ve iktisadi, hürriyet ve emniyeti tesis ederse; millete mal olmuþ inkýlâplarý mahfuz tutar ve yýkýcý cereyanlarýn baþýný ezerse, köylüye biraz kalkýnmak imkânýný verirse, lüksten, israftan kaçýnýrsa, adalet cihazýmýzý tam ve müstakil bir hale getirir ve [Cumhuriyet] Halk Partisinin de tasvip edeceði bir anayasa ile demokratik inkýlâbýmýzýn esaslarýný mahfuz tutmak yoluna giderse, öyle zannediyorum ki, yeni bir seçim kanunu tedvin ettiði için Þemsettin Günaltay hükûmetinin hizmetlerini kâfi derecede takdire müstahak gören sabýk iktidar partisi, bu hizmetleri de hakþinas olarak takdir edecektir.”

“Öyle zannediyorum ki, Demokrat Parti milletvekilleri, muhalefetin de tasvip edeceðinden emin olarak, bir nokta üzerinde müttefiktirler. Sarsýntýsýz bir intikal yapmak... Bu intikali sarsýntýsýz olarak geçirmeye, bu memleketin dýþ itibarýný yükseltmek bakýmýndan mecburuz. On iki sene evvel Atatürk fâni hayata gözlerini kapadýðý zaman, bu memlekette, baþlar arasýnda bir mücadelenin baþlýyacaðýný umanlar, hüsrana uðramýþlar ve o tarihteki temiz intikal, bu milletin þeref ve itibarýný çok yükseltmiþti. On günden beri bütün dünya basýný Türk dehasýnýn tarihte ilk defa emsali görülen yeni bir mucizesini övmekle meþguldürler. Ve Türk devletinin itibarýnýn artmasý dostlarýmýzý, memnun ve hayran býrakmakta; düþmanlarýmýzýn da ümitlerini kýrmaktadýr. Bu yeni zafer, ne Demokrat Parti’nin zaferidir, ne de [Cumhuriyet] Halk Partisi’nin maðlûbiyetidir. Topyekûn Türk milletinin zaferidir. Bu zaferi, bu mücadelenin galip ve maðluplarý, sessizce yüreðimizde tesid ediyoruz.”