Evet, ‘mahallî seçimler’ diye hafife alınıp geçilmemeli.. Ülkenin bugünkü genel eğiliminin ve gidişatının, -elbette öncesi de var amma- özellikle de, çeyrek yüzyıl önceki 24 Mart 1994- Mahallî Seçimleri’nin sonuçlarına göre şekillendiği unutulmamalıdır.
25 yıl önce bugünlerde Tayyîp Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı için aday gösterileceği gündeme geldiğinde, hattâ o zamanki partisi olan RP içinde bile güçlü bir grup, onun adaylığını önlemeye çalışıyordu. (Mayıs- 2010’da Afganistan’daki bir uçak kazasında dünyamızdan ayrılan ve bütün hayırlı işlerde var gücüyle çırpınan) rahmetli Bahaeddin Yıldız kardeşim o günlerde,Erdoğan’ın yolunu kesmek için parti içinde döndürülen dolapları etraflıca uzuun- uzuuun anlatıyor; hattâ bir gün merhûm Necmeddin Erbakan’a -başkaları tarafından ‘İslâmcı’ diye nitelenen- gençleri temsilen bir heyet olarak gittiklerini ve ‘Erdoğan’ın aday gösterilmemesi halinde, sessiz durmayıp, aleyhte çalışacaklarını’ da kesin olarak bildirdiklerini söylüyordu. Ve kader ağlarını örmüş, ‘kaderin üstünde bir kader vardır..’ anlayışıyla; olacak olan, olmuştu.
***
O zamanlar Tahran’da yayınlanan Kayhan ve Cumhûrî-i İslâmî gazetelerinde, ‘İstanbul’un İslâmî eğilimli RP’nin adayı olan Tayyip Erdoğan tarafından kazanılabileceği’ni yazdığımda, bazıları, ‘Sahi, bu gerçek mi, yoksa temennilerin mi?’ diye soruyorlardı.
***
O seçim akşamını hatırlıyorum. Gecenin saat 02.30’una kadar yurt dışından, TRT ve diğer kanalları izliyorum. TV ekipleri, başka adayların seçim karargâhlarının bulunduğu mekânlara etrafına gidiyorlar ve tarafların, ‘Biz kazandık..’ iddiasıyla yaptıkları davullu-zurnalı şenlikler yansıtılıyordu,
Sabah saat 05.00’de Türkiye medya organlarına baktığımda yine aynı hava.. Ama O sırada, ‘Amerika’nın Sesi Radyosu’nun farsça proGramı başlıyordu. Hemen onu açtım.. Ve spikerin, dehşete kapılmış bir ses tonu ile duyurduğu ilk haber cümlesinin türkçesi şöyleydi: ‘Tarihin iki büyük imparatorluğuna (Doğu Roma/ Bizans ve Osmanlı’ya) asırlarca başkentlik yapmış olan İstanbul, İslâmcıların eline düştü!!!!!’
Bu ‘dehşetli’ haberden hemen sonra ise ‘Türkiye’nin laik rejimine 70 yıldır başkentlik yapan Ankara ise İslâmcıların eline düşmekten kıl payı kurtuldu.!!’ deniliyordu. (Ki, o yayından 5 saat kadar sonra, Ankara’nın da birkaç bin oy farkıyla, RP’nin eline geçtiği açıklanıyordu..)
***
O günleri hatırlamakta fayda var.. Sadece Amerikan ve diğer emperial çevreler değil; İslâm deyince dehşete kapılan, ürperen, ideolojik yelpazenin -içte ve dıştaki- bütün diğer kesimleri nasıl bir umutsuzluğa kapılmışlarsa, siyasî faaliyetlere pek ilgi göstermeyen, ama müslüman kimliğiyle bilinen hemen bütün kesimler de yeni bir silkinme havasına girmişlerdi. Nasıl olmasın ki, kemalist-laik ideolojinin bayrakdarı olan mâlum partinin o zamanki İstanbul Belediye Başkanı, ‘İstanbul’u, gericilere, şeriatçilere bırakmayacağız..’ diyor; Ankara’daki de ondan geri kalmamaya çalışarak, ‘Laiklik tehlikeye girerse, her şeyi yakar-yıkarız..’ diyordu.
***
Evet, İstanbul deyip geçilemez.. Çünkü İstanbul, sadece İstanbul demek değildir. Dünyanın en uzak köşelerindeki Müslümanlara sorsanız, haritadaki yerini bilemeyebilirler; ama, ‘İstanbul’ adını duyduklarında, İslâm Milleti’nin asırlarca, kudret, şevket ve ihtişamını veya büyük felaketlerin odak noktasını hatırlarlar..
Bugün de, Ankara 95 yıldır başkent olduğu halde, İstanbul, sadece ülkenin değil, Balkanlar; Ortadoğu, Kafkas’lar ve bütün Müslüman dünyasının hele de kültürel açıdan fiilen başkenti durumundadır.
Evet, konu sadece mahallî yöneticileri seçmek olarak görülmemeli ve Müslüman halkımızın bu çeyrek yüzyıllık yeni yönelişini durdurmak isteyenlere karşı, bu kazanılan bu mevziler korunup geliştirilmelidir.