2+1 Dar Geldi, Babaanne Kurtar Bizi

1890-1902 yýllarý Fransa’sý…

Devlet büyük bir problemle karþý karþýyadýr.

Kanunsuz iþler yapan suçlular sokak aralarýnda kaybolmaktadýr. Bahçeli evlerin duvarlarýný aþýnca polisin onlarý yakalama þansý kalmamaktadýr.

Adeta dev bir labirent.

Dönemin baþbakaný Pierre Waldeck-Rousseau bu sorunu çözmesi için Fransýz mimar Augus Perret’i görevlendirir.

Perret’in bulduðu “dahiyane” çözümün adýna “appartement” derler.

Ýlk tasarlanan apartmanlarda merdivenler ön taraftadýr, metal bir inþaat iskeletini andýrýr ve aþaðýdan bakýnca tüm merdivenler ayan beyan görünür.

Böylece polis evlerden birine giren hýrsýzý aþaðýdan bir bakýþta görebilmektedir.

Þimdilerde hayalini kurduðumuz, fiyatý milyona dayanan, babamýzýn evini beðenmeyip de bir an önce taþýnmak istediðimiz o yüksek apartmanlarýn hikayesi böyle baþlýyor.

Fransýz polisinin hýrsýzlarý zapt-ü rapt altýna almak, kolayca derdest edebilmek için bulduðu yöntem olan soðuk, ruhsuz apartmanlarda oturmak için dedelerimizin elleriyle yaptýðý, babalarýmýzýn doðduðu ve bizim de ilk adýmlarýmýzý attýðýmýz o evleri üzdük beyler.

PEKÝ NE KAYBETTÝK?

Elbette doðal süreçti, hele de büyük þehirlerde hepimize yetecek kara parçasý kalmayýnca dikine dikine yükseldik, arþ-ý alâya doðru yol aldýk.

Aralara biraz yeþillik serpiþtirdiler.

Bir havuz kondurdular, üç-beþ jimlastik aleti koydular, kendimizi lord gibi hissettik.

Adýna “garden” eklediler, bahçe yapaydý, çimen yapaydý, toprak yapaydý.

Adýna “life” koydular, oysa bilmem kaç katlý binanýn bilmem kaçýncý katýnda bildiðin hapis hayatýydý.

Havalimanýna, þehrin merkezine 3 dakika dediler. Doðru, uçakla 3 dakikaydý.

Oysa esas “garden”, esas “life” esas “konak” dedemin elleriyle yaptýðýydý.

***

Sonra para kazanmak zorlaþtý.

Üstelik gelinle kayýnvalide de artýk hayatta ayný evde oturamazdý, ne münasebetti hatta...

Yeni evlenen gençler de 1+1 , 2+1 evlere sýðýnmaya baþladýlar.

Baþlangýçta her þey güzeldi.

Ama evin kýzýyla tatlý tatlý sohbet eden babaanneyi, anneanneyi, duasýyla evin bereketini arttýran dedeyi unutmuþlardý.

Gelin de, damat da, mimar da...

Laf aramýzda müteahitin de iþine gelmiþti bu hani..

***

Evet, tablo gördüðünüz gibi.

Deðerlerimiz, örf ve adetlerimiz, komþuluk ve “tanrý misafiri” gibi hasletlerimiz sýðmadý bir türlü yepyeni “tower”lara. Sýðmayacak da…

Çocuklarýmýz o sitelerde rahat edemeyen, 38. kata çýkmaya korkan, korkmasa bile evde kendisine bir oda bile ayrýlmamýþ babaannesini, anneannesini tanýyamayacak.

Genç çiftlerimiz bir büyüðün olmadýðý evlerde avazý çýktýðý kadar kavga edecek, çekineceði kimse olmayacak.

Dahasý gidip dertleþebileceði, tatlý tatlý dinleyip nasihat eden ve hatta “haydi artýk barýþýn, karý-koca arasýnda küslük olmaz” diyen bir büyük olmayacak evde.

Çat kapý misafir gelemeyecek, sürpriz yapamayacak dostlarýnýz mesela, güvenlik sizi arayýp da teyit alana kadar kapýda dikilecekler çünkü. “A 12 154” diyecekler, siz “Tamam gelebilirler” diyene kadar potansiyel hýrsýz muamelesi görecekler. Sizin kapýya gelene kadar da sürprizi çoktan kaçmýþ olacak iþin.

Kalacak yeri olmadýðý için bir tanýdýðýn tanýdýðý vasýtasýyla sizi aratýp evinize gelip bir gece kalacak “tanrý misafirleri” de olmayacak. Eve 10 nasibiyle gelip, birini yiyip gerisini býrakamayacaklar. Çünkü hem yeriniz olmayacak, hem de yeriniz olmadýðý için yatýya geleniniz.

Misafire yer yataðý seremeyeceksiniz mesela þöyle rahat rahat. Yer yataðýný serecek yer olsa bile, katladýðýnýzda saklayacak yer olmayacak çünkü.

Sizin evinizde kendisine yer bulamayan yaþlý anne-babanýz da bütün bunlarýn sonucu olarak gideceði huzurevinde mutluymuþ gibi yapacak, gittiðinizde inceden acý acý gülümseyecek. Torunlarýna hasretle sarýlacak. “Yine gelin, unutmayýn beni burada” diyecek siz hýzla arabaya doðru giderken…

***

NASA’nýn Mars’a gönderdiði Curiosity uydusunu tasarlayan ekipte bir Türk mühendis vardý, adý Dr. Ahmed Akgiray. 18 yaþýnda evlenip, eþiyle Amerika’ya okumaya gitmiþlerdi, en iyi okullarda okudu, NASA’da önemli projelerde bulundu. Birkaç yýl önce de oradaki o parlak kariyeri býrakýp Türkiye’ye döndü.

Nedenini sordum, cevap ilginçti.

“Çocuklarýmýz memleketlerinde, dillerini, dinlerini yaþamadan büyümesinler. Babaanne, anneanne ve dedeleriyle büyüsünler istedik.”

Tüylerim diken diken oldu bu cevabý aldýðýmda. Demek ki kariyerlerden öte de bir kariyer varmýþ.

Dr. Ahmed’in annesine sordum. “Ne yaptýnýz da böyle baþarýlý, böyle milli ve manevi deðerleri yüksek bir genç yetiþtirdiniz?”

Annenin cevabý ikinci kez ürpertti. “Biz onu babaannesiyle, dedesiyle, geniþ aile ortamýnda büyüttük. Sevgiye doydu, muhabbete doydu. Büyüklerin kadim bilgisiyle, bilgeliðiyle yetiþti.”

***

Özenmekten, imrenmekten bi’hal olduðumuz elin Amerika’lýsý, bizim ýsrarla kaybetmeye çalýþtýðýmýz o aile kültürünü yeniden canlandýrmak için her yolu deniyor.

Babaanne-dede ile yetiþen çocuklarýn sayýsý günden güne azalýrken, Amerikan devleti huzurevlerinin içine kreþler açýyor. Adýný “Kuþaklararasý Öðrenme Merkezi” koyduklarý bu merkezlerden hem yaþlýlar hem de çocuklar çok memnun. Bu uygulama hýzla yaygýnlaþacak.

En büyük zenginliðimiz olan geniþ aileden, yavan ve sýð “Sit-com” ailesine geçiþi bir an önce durdurmalýyýz.

Aman dikkat, lütfen, ne olur biraz özenelim;

Aile bir bozulursa, bir daha hiçbir þey eskisi gibi olmaz...