Sabah uyandýðýnda, pencerenin önüne geçti. Açýk pencereden odaya giren þehrin uðultusunu ne kadar çok özlediðini fark etti. Hatýralarý onu alýp yýllarýn ötesine götürdü o anda.
Þark Postasý yýllarýna...
Kýrk küsur yýl önceki günlere...
Köþesinin adý Geciken Posta’ydý. Gazete basýlýr basýlmaz, cin gibi çocuklarýn kucaðýnda satýþa çýkardý ve çocuklar avazlarý çýktýðý kadar baðýrýrlardý: “Yaziy, yaziy, Anter Abi yaziy!”
Gazete satan çocuklarýn Anter Abisi, yýllar sonra, yazdýðý kitaplarý imzalamak için dönmüþtü iþte.
Heyecanlý bir beklenti içindeydi.
Acaba kýrk yýl öncesinde olduðu gibi, bu kadim þehrin insanlarý, kitaplarýna ayný meraký duyacak ve kitaplarýný almaya gelecekler miydi?
Ya kimse gelmezse, ya umduðu kadar kalabalýk toplanmazsa, diye endiþe etmiyor deðildi doðrusu.
Ama vakit gelip de program baþladýðýnda bu kaygýlarýnýn haklý bir tarafý olmadýðýný gördü. Kitaplarýný imzalamak ve okurlarýyla sohbet etmek için oturduðu masanýn önünde uzun kuyruklar oluþmuþtu.
Gün boyunca kitaplarýný imzaladý ve okurlarýyla sohbet etti.
Sonra yeniden kaldýðý otele geçti.
Godot’yu bekler gibi
Diyarbakýr, akþam alacasýndan sonra kimselerin sokakta görünmediði hayalet bir þehre dönüþmüþtü. Nasýl çýkýlacaktý bu halden, halk nasýl rahatlayacak ve bütün bu korkularýndan, endiþelerinden nasýl kurtulacaktý.
Ona öyle geliyordu ki, halk belki de hiçbir zaman gelmeyecek olan bir lideri, bu türden tarihsel koþullarda birdenbire ortaya çýkan muktedir bir kurtarýcýyý, Godot’yu bekler gibi beklemenin sahte ve aldatýcý huzuru içindeydi.
Kendini birdenbire, þehri sarýp sarmalayan korkularýn, belirsizliklerin ve bir aldatýcý huzurun içinde bulmuþtu.
Otelden çýkmýyor, onu davet edenleri kibarca reddediyor ve misafirlerini otelde aðýrlamayý tercih ediyordu.
Bu kýymetli dostlarýndan biri olan Abdusettar Hayati Avþar, hediyelerle çýkýp geldi bir gün. Elinde eþinin hacdan getirdiði zarif otuz beþlik bir tespih, siyah saplý ve sustalý gibi açýlýp kapanan bir çaký ve bir de Ýngiliz aspirini tutuyordu.
Hediyeler kadim dostu içindi elbette.
O da bu kýymetli hediyelere teþekkür edip Abdüssettar’ý iki gece sonra gidilecek olan Gazi Köþkü’ne davet etti.
Lobiden gelen not
Öldürülmeden iki gün önce, Diyarbakýr’daki dostlarla bir kez daha ve bu sefer Gazi Köþkü’nde buluþtu. Yemekler yendi, þaraplar içildi. Çukurova Senfoni Orkestrasý’nýn köþkte verdiði konseri misafirleriyle birlikte dinlediler.
O gece, Atatürk’ün Diyarbakýr’a geldiði zamanlarda ikamet ettiði köþkün terasýna çýktý. Manzara tek kelimeyle harikaydý. Gün bitmiþti. Hevsel Bahçeleri ve Kýrklar Daðý ay ýþýðý altýnda kalmýþtý.
Hemen aþaðýda Dicle yorgun argýn akýp gidiyordu. Serin bir rüzgâr yaladý yüzünü. Mutluydu, içi sevinçle dolmuþtu, bu an hep sürsün, müzik hiç bitmesin istiyordu. Gece geç vakit, otele döndüðünde, lobiden bir not uzattýlar, notta Dýjwar diye birinin onu görmeye geldiði yazýlýydý. Dýjwar tekrar arayacaðýný söylemiþ ve çekip gitmiþti. Ýki gün sonra, yani pazar günü yine bir taksinin içinde Seyrantepe istikametine doðru yol alýyordu.
Loþ sokakta ölüm yolculuðu
Dýjwar akþam saatlerinde otele gelmiþ ve birlikte oteli terk etmiþlerdi. Anter’in yanýnda Orhan vardý ve Orhan, taksinin ön koltuðuna oturmuþtu. Dýjwar’ýn onu alýp götüreceði adamlarla iþini görecek, sonra da o gece Orhan’a misafir olacaktý. Turistik otelin önünden geçerken, yeniden anýlarýna döndü, vaktiyle otele diktiði çam aðaçlarýný hatýrladý, otel arkada kalýncaya kadar yüzünü o tarafa çevirip, hüzün ve keder içinde, sessizliðe gömülmüþ bu görkemli binaya uzun uzun baktý. Oteli geçip Seyrantepe’ye doðru yol almaya baþladýklarýnda, gün çoktan bitmiþ, araç þehirden uzaklaþýp Ergani yoluna girmiþti.
Ortada gidecek herhangi bir ev filan kalmamýþtý, geri dönüldü ve bu sefer araç Silvan yoluna girdi. Dýjwar o yolu tarif etmiþti çünkü. Bir gecekondu bölgesiydi burasý ve ortalarda kimse görünmüyordu. Orhan’la beraber, loþ bir aydýnlýk içinde bulunan sokaðýn içine yürüdü. Bir ölüm yolculuðunun sonuna geldiklerini o da, Orhan da fark ettiðinde artýk her þey çok geçti.
Dýjwar önlerinde giderken birdenbire geri dönmüþ ve ateþ etmeye baþlamýþtý. Vücuduna saplanan mermilerden sonra sýrtüstü yere düþtü. O anda boynunda ve yüzünde hafif bir ýslaklýk hissetti. Elleriyle bu ýslaklýða dokundu ve dokunur dokunmaz, bu ýslaklýðýn gittikçe artan bir hýz ve akýþkanlýkla boþalan kendi kanýndan baþka bir þey olmadýðýný anladý.
Bütün gücünü toplayýp dudaklarýný aralamak ve bir þeyler söylemek istiyordu. Sonra gücünün ne bir çýðlýða, ne bir feryada yetmediðini fark edip, vurulduðu sokaðýn içinde, aniden ve beklenmedik bir þekilde baþlayan kahredici sessizliði dinlemeye koyuldu.
Hayali kalemle son bir not
Yedi gün önce Dragos’taki evinde geçirdiði o son gecede, salonda yaktýðý mum gibi týpký, bedeni sanki bir anda erimiþ, gücü tükenmiþti. Hayat bu diye düþündü bir anda, insan etrafýný aydýnlatmak için bir bedel ödüyor ve vakit geldiðinde hiç ummadýðý bir zamanda, týpký etrafýný aydýnlatýrken kendisi tükenen bir mum gibi eriyip gidiyor. Ömrü boyunca hep, “zamana yenik düþmeye mahkûm ve kaydý kuydu tutulamayacak bir þey” diye tarif ettiði söze deðil, yazýya inanmýþ biri olarak, bir an için bu ölüm yolculuðunun bir kâbustan ibaret olduðuna inanmak ve bir mum gibi eriyip tükenmenin henüz zamaný olmadýðýný dünya âleme ilan edip tarihe küçük bir kayýt düþmek için, sað elinde bir kalem tuttuðunu hayal etmek istedi.
Yavaþ da olsa yüreði atmaya devam ediyordu, ama yaþadýðý bu anýn ömrünün son aný olduðunu artýk biliyordu. Göðsünün üstünde duran sað elini kaldýrdý ve sanki bu ölüm yolculuðunun kýsa ama dokunaklý hikâyesini bir yerlere yazabileceðine bir kez daha inandý. Tuhaf bir biçimde, çok kýsa bir an için, kana bulanmýþ uzun biçimli parmaklarýnýn arasýnda, bu aný yazmaya yarayacak diye düþündüðü yumuþak ve ucu açýk bir kalemi tuttuðunu, sanki hisseder gibi oldu.
Sonra her þey silinip gitti ve karanlýða gömüldü.
Hiçbir þey belki doðru deðildi, belki her þey bir hayalden, her þey bir rüyadan ibaretti.
Son nefesini verirken, ihanet bu kadar da kolay gerçekleþen bir þey olamaz diye geçirdi aklýndan, sonra da gözlerini yumdu, içinde hiç acý barýndýrmayan, yumuþak ve derin bir sessizliðin içine daldý.”
(Orhan Miroðlu-Kuþatmadan Ýnfaza Musa Anter Cinayeti-Everest Yayýnlarý)