Kültür sanat dünyamýz bu yýlý da içeriðe dair entelektüel düzeyde bir tek tartýþma yürütemeden, biçime dair bütün tartýþmalarý kavgaya dönüþtürerek geçirdi. Kitle kültürüne dair tartýþmalarýn adý konmadý, çerçevesi çizilmedi ve kamuoyu boþuna meþgul edildi. Biraz olsun ciddileþen tartýþmalarda ise taraflar, baðýmsýz bireyler olarak fikirlerini ileri sürmektense hep kendi cephelerinde siper aldý. Daha da fenasý sanat yapýtlarýna, kurumlarýna, mekanlarýna ve sanatçýlara dair önemli sorunlarýn hemen hepsi mahkemelik oldu! Ya baþtan yargý alanýna giren meselelerdi ya da yargýya intikal ettiler. Böylece hepten entelektüel alanýn dýþýnda bir niteliðe büründüler. Yasalarýn, yönetmeliklerin, tüzüklerin, hükümlerin içine hapsoldular. Bu da yetmezmiþ gibi içinden dünya çapýnda sanatçýlar ve yapýtlar çýkaran, kadim bir kültürün sahiplerini twitter’da kapýþan, henüz entelektüel açýdan olgunlaþamamýþ kiþiler temsil ve manipüle etmeye baþladý! 140 karakterlik ifade özgürlüðüne sýðmayanlarý okuyan, dinleyen, anlayan kalmadý.
***
Nedir bizim bu üslupsuzluðumuz, saldýrganlýðýmýz, maçtan çýkmýþ fanatik taraftarlar gibi sürekli dalaþýp durmamýz? Aslýnda söyleyecek sözümüz olmadýðý için mi küfürle, hakaretle, sövgüyle, dedikoduyla kendimizi ifade ediyoruz? Yoksa paylaþacak fikrimiz, onu destekleyecek kuramsal bilgimiz, toplum önünde edepli biçimde savunacak medeni cesaretimiz bulunmadýðý için mi?
Daha dün sabah haberleri tararken Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 36. Sedat Simavi Ödülleri töreninde çýkan arbedeyi izledim. Demet Hasince televizyon dalýnda Orhan Pamuk’un ayný adlý romanýndan yola çýkarak açtýðý Masumiyet Müzesi hakkýnda yaptýðý programla ödül alýrken, izleyiciler arasýnda bulunan, adýnýn Sadýk Albayrak (sadece benzerlik!) olduðu çeþitli haber kaynaklarýnca belirtilen bir eleþtirmen ayaða kalkýp Orhan Pamuk’u Beþer Esad’a yönelik bir aydýnlar mektubuna imza attýðý için protesto ediyor. Sahnede tören devam ederken bir yandan paltosunu giyip atkýsýný baðlayarak yüksek sesle konuþmaya devam ediyor. Belli ki susmasýný isteyen bir izleyicinin üzerine yürümesi, Albayrak’ýn yakasýna yapýþtýðý izleyici elini itince ona yumruk atacakken araya salondakilerin girmesiyle kýsacýk da olsa bir kavga patlak veriyor.
Bu tatsýz ama küçük olaydan yola çýkarak Türkiye’deki tahammülsüzlüðün, her þeye ve herkese tahakküm etme arzusunun sanatý ne kadar yýprattýðýný düþündüm. Sadýk Albayrak, elbette Orhan Pamuk’u ve söz konusu metne imzacý olmasýný protesto edebilir. Eðer “masum adam” diye ironik biçimde gönderme yaptýðý Pamuk salonda olsaydý protestosu hedefini bulurdu. Pamuk’un bir eseri üzerine program yapmýþ olan Hasince’nin ödül kývancýný ve töreni bozduðuyla kaldý. Albayrak biraz kendini tutabilseydi, öncelikle programýn mektup hadisesinden önce yapýldýðýný fark ederdi ki o zaman “davasý düþerdi”. Gazeteciler Cemiyeti’nden bir programý program olarak niteliðine deðil nesnesi olan þahsýn program yapýldýktan sonraki siyasi etkinliklerine göre deðerlendirmesini beklediyse, bu da hiç adil deðil. Protestonun þeklinin “yüksek sesle söylenmek”ten öteye geçmemesi spontan geliþtiðini gösteriyor. Bu þekilde bir provokasyon yerine argümanýný etraflýca anlatan bir metin yazýp medyaya ve kamuoyuna duyursa, bir video kaydedip onlarý yayýnlayan web sitelerinden birine koysa, kendisi gibi düþünen kiþilerle ortak metin oluþturup bir imza kampanyasý açsa, tepkisini daha sakin ve “masum” biçimde dile getirse olmaz mýydý?
Ya Albayrak’a saldýran kiþi? Salondan çýkmak üzere giyinen birinin üzerine yürümek de neyin nesi? Onun yaptýðý nihayetinde fikrini dile getirmek. Fiziksel bir eylemde bulunmak daha beter bir kýþkýrtýcýlýk deðil mi? Çok sinirlendiyse de kendini kontrol etmeliydi. Böylece mitinglere müdahale eden polisten farký kalmadý. Nitekim olayý büyüttü.
Hep böyle oluyor Türkiye’de...