2013’ü uðurlarken

Sinemada 2013, önceki yýllardan pek de farklý olmadýk bir þekilde geçti. Aslýnda daha önceleri sinema sezonu dendiðinde Eylül’den Haziran’a kadar olan dönem anlaþýlýr, özelde birbirini takip eden iki yýl birlikte anýlýrdý. Her þey biraz daha sahiciydi sanki, 35mm’den dijitale (DCP’ye) geçiþ, plaktan CD’ye, analogtan sayýsala geçiþ gibi bir þey oldu. Adeta silikonlaþtý, gerçeklik hissi dönüþtü, yapaylýk etrafý sarmaya baþladý. Sinema salonlarýnda 35 mm projeksiyon makinelerinin gitgide DCP gösterim düzeneklerine býrakmasýyla, bir yerde 35’in o çizgili, hatta zaman zaman atlamalý gösterim sürecini hatýrlayýp arar olabiliyor insan. Teknik olarak böyle de, muhteva olarak çok mu farklý? Gerçi eskiden de çok azýnlýkta olan nitelikli yapýmlar yine öyle oldukça azýnlýkta; insanlar teknolojinin ve modern zamanlarýn getirdiði çok boyutlu ve katmanlý yönsüzlük içinde bütün ihtimallere açýk olarak sanatlarýný icra ediyorlar, çok az sayýda nitelikli yapým dýþýnda bazý ilkelere baðlý olarak çalýþmalarýný sürdüren insanlar dar olarak algýlanabiliyorlar.

***

Türkiye’deki film daðýtým aðýnda her zaman olduðu gibi Amerikan sinemasý yine aðýrlýktaydý ve bana göre bu sanayiinin en ilginç yaný üç boyutlu sinemanýn ilerleme göstererek, teknik olarak konvansiyonel sinemaya göre görsel bir alternatif sergilemesiydi. Çoðunluðu insanýn hayal gücünü zorlayan, bilimkurgudan fantastiðe, futuristik sinemadan çizgi filmlere seyirciyi daha fazla sinemanýn içine çekmeye matuf, masal dünyasýnýn bilinçdýþý düzlemlerinin hemen tüm güdüleriyle insan zihnini tesiri altýna almasýnýn beyazperde versiyonu olarak görülebilir. Burada önemli olan, bu büyük teknik imkanla ne yapýlmak istendiði, seyirciye kýssadan hisse, hulasa ne kaldýðý, varoluþuna ne kattýðý, tematik olarak nasýl bir deðer ortaya koyduðu, aksiyolojik duruþu. Bu çerçevede, vizyona çýkan bu teknolojiye sahip filmlerde varlýðýn anlamýna, yaratýlýþ eksenine, insanlýðýn aþkýn boyutuna, insan-kainat kesiþim alanýna dair doneler bulduðumuzda, ortaya konan onca maliyetin bir þeylere deðdiðini söyleyebiliyoruz; aksi takdirde, sinema dili ne denli parlak olursa olsun, anlatýlan hikayenin, konunun harcýalem olmasý o eseri nitelikli kýlmaya iktifa etmiyor. Hemen hiç salon bulamayan Aida Begiç’in Çocuklar adlý çalýþmasýyla, Asgar Ferhadi’nin Geçmiþ filmini bu yýldan kalan insan merkezli dünya sinemasý örnekleri olarak hatýrlayacaðýz.

Yerli sinemada giþe hasýlatý odaklý ticari sinema örnekleri her zaman olduðu gibi hedefine ulaþtý ve büyük seyirci kitlelerini kendine çekti. Öte yandan, kendi içinde bir ana akým sinema anlayýþýna dönüþen sanat sinemasý dediðimiz baðýmsýz sinema örnekleri genelde, karamsar veya kötümser tavrýný sürdüren, insaný bir çýkmaz içinde býrakan, yaptýðý toplumsal deðinimle belli bir eleþtiri getiren ancak bunu çýkýþsýzlýkla bütünleyen bir tavýr içinde kaldýlar. Diðer taraftan, sinemamýza bir virüs gibi sokulmuþ olan kaba üstü argo kullanýmlar ve açýklýðýn sergileniþi yine ayný dozda sergilenegeldi. Bütün bunlar sinemamýzýn birincil sorunu olan kimlik olgusunu tartýlacak konular içinde üst sýralarda tuttu. Amerikan sinemasý öykünmeli, afiþ tasarýmýndan dramaturjisine, oyuncu karakterizasyonuna, görsel ve sözel dizilimine kimi filmler de tüketimciliðin, seyirciyi ayartmanýn birer temsilcisi olarak arz-ý endam ettiler. Yüzümüzü aðýrtan çalýþmalar ise, Mahmut Fazýl Coþkun’un Yozgat Blues, Atalay Taþdiken’in Meryem, Reis Çelik’in Lal Gece ve Derviþ Zaim’in Devir adlý eserleri oldu. Sinema denilen engelli yolda, kültürel coðrafyamýza yakýþýr, daha geniþ perspektiften yaklaþan çok daha fazla sayýda yapýmlarý özlemle bekliyoruz.