24 Nisan 1915 için

Gabriel Garcia’nın romanı ‘Yüzyıllık Yalnızlık’, belleğini yitirmiş bir köyün, yavaş yavaş belleğini yeniden kazanmasını anlatır.

Tuhaf bir salgın hastalık, küçük Macondo köyünü istila eder ve köyde yaşayanların belleklerini kaybetmelerine yol açar.

Kademeli ilerleyen bir hastalıktır bu:

Köylüler önce çocukluk yıllarına ait anılarını, sonra gündelik hayat içinde kullandıkları nesnelerin adlarını ve işlevlerini, daha sonra beraber yaşadıkları insanların kimliklerini hatırlama yeteneğini kaybederler. Beklenmedik bir şey daha olur ve Macondo köyünün insanları, kendi varlıklarının farkına varmayı dahi unuturlar..

Derken, bir gümüş ustası, her zaman kullandığı bir aleti hatırlayamaz ve dehşete kapılır.

Sonra çılgınca bir işe girişir ve yaşadığı evdeki eşyaları tek tek etiketlemeye başlar.

Bundan ilham alan Jose Arkadio Buendia, gümüş ustasının izinden gider ve hatırlamak için köydeki her şeyi etiketleme işine koyulur.

İnek, keçi, domuz, tavuk, muz vs.

Jose Arkadio etiketlediği hayvanların, bitkilerin gelecekte ne işe yarayabileceklerinin unutulabileceğini fark eder ve etiketlediği şeyin ne işe yaradığını da etiketin üstüne yazmaya başlar.

Marquez bu sahneyi şu cümlelerle anlatır:

‘Hayvanları ve bitkileri işaretledi: İnek, keçi, domuz, tavuk, manyok, kaladyum, muz.

Bellek kaybına dair sonsuz ihtimalleri değerlendirirken, yavaş yavaş şeylerin üzerindeki yazılardan tanınacağı, ancak kimsenin onların ne işe yaradığını hatırlamadığı bir günün gelebileceğini fark etti. Ondan sonra etiketlerde daha net ifadeler kullanmaya başladı:

Bu inektir. Süt üretmesi için her sabah sağılması gerekir ve sütün sütlü kahve yapılmak üzere kahveyle karıştırılabilmesi için kaynatılması gerekir.’

***

Görülebileceği gibi Marguez’in romanı, yaşadığımız dünyanın farkında olunmayan hallerini ve belleğin yitirildiği bir dünyayı anlatır.

Romanın ilerleyen bölümlerinde, Buendia, hayatının bir etiketleme faaliyetinden ibaret sıkıcı bir hayat haline gelmesinden endişe duyar ve bu endişe onu köylülerin belleğini unutmadan kurtarmak için, bir bellek makinesi icat etmeye sevk eder.

Makineye yüklemek için on dört bin madde hazırlar, ama neyse ki, eski bir arkadaşı tarafından yaşamakta olduğu bu kabustan kurtarılır.. Bir ilaç sayesinde hafızası tamamen yerine gelir..

Şüphesiz bu romanda anlatılanlar bir edebiyat metaforu ve şüphesiz, toplumların, bir sabah uyandıklarında, unuttukları her şeyi hatırlayabilmeleri için yeryüzünde henüz icat edilmiş bir ilaç ya da bir makine yoktur.

Ama tarihin devinimi içinde olup biten her şey, icat edilmiş bir bellek makinesine ihtiyaç olmadan da hatırlanabilir.

Unutmaya ve unutulmaya karşı inkardan vazgeçmek, bu bakımdan insani ve değerli bir tutumdur.

Uzun sürmüş bir kabustan uyanmak gibi, Türkiye toplumu da yaşadığı derin kabuslardan uyanmaya ve toplumsal belleğini yeniden inşa etmeye çalışıyor.

Bir zamanlar iç içe yaşadığımız ama artık burada olmayan halkları hatırlıyor ve etiketliyoruz..

Mertz Yergen ve Seyfo diyoruz, tarihe yeni bir kayıt düşüyoruz..

Dersim diyoruz ve etiketliyoruz.

Mübadele diyoruz ve etiketliyoruz.

Henüz işin başında olsak da; Ermeni sorunu, tehcir, soykırım... Ne derseniz deyin, bir halkın yaşadığı topraklarda kitlesel katliamlara uğratılması nedeniyle meydana gelmiş bir sorunda, ülkemizi rahatlatacak bir tanıma siyaseti geliştirmeye çalışıyoruz.

Ve belki de yaşamını, Mocando köyünün halkını, yakalandığı bellek yitiminden kurtarmak için 15 bin kelimelik bir bellek makinesi inşa etmeye adayan Jose Arkadio Buendia’nın açtığı yoldan yürümeye devam ediyoruz.

Çünkü birileri kabustan uyanmaya dirense bile, yeni bir bellek inşasına ihtiyacımız var..

24 Nisan 1915 büyük bir trajediyi barındıran bir tarihi dönemi ifade ediyor..

Hatırlanmalı ve unutulmamalıdır.