27 Mayýs'ýn ruhunu hala sürdürenler var

Bazen tarihsel yýldönümleri sadece yýldönümü olmaktan çýkar; geçmiþin ruhu yeniden toplumun üzerine çörekleniverir; unutulmuþ sanýlanlarýn içimizde yaþadýðý alenen ortaya dökülür.

 

27 Mayýs’tan hemen sonra yayýnlanan propaganda broþürlerinde yazýlanlarý hatýrlayýnca, içinde bulunduðumuz þu günlerde bunlardan bazýlarýný sizlerle paylaþmak istedim. Neredeyse elli yýl önce yazýlanlarýn ve söylenenlerin günümüzle bir ilgisi var mýdýr diye de sormadan edemedim.

Millî Türk Talebe Birliði’nce yayýnlanan bir propaganda broþürüyle baþlayalým isterseniz; darbenin nedenleri þöyle sýralanýyordu: “Lüzumundan fazla memleket gerçekleriyle baðdaþamayan bir yatýrým politikasý” “halkýn geçimi”ni güçleþtirmiþti. “Ýdarecilerden þikâyet baþlamýþtý. Muhalefet partileri idarecileri” eleþtiriyorlardý. DP iktidarý, “tenkit müessesesini susturmak ya da kendi emirlerine tâbi bir kuruluþ haline getirmenin yolunda gidiyordu.” DP, “baktý olacak gibi deðil; Atatürk devrimlerinin gerici unsurlar tarafýndan zedelenmesini el altýndan kolaylaþtýrdý. Din, ellerinde iki taraflý keskin bir býçaktý. Halký aldatmada, muarýzlarýný [karþýtlarýný] halkýn gözünde küçük düþürmede hep bu iki taraflý býçaðý kullandý.”

Aydýnlar hor görüldü

Eminim bu satýrlarý yakýn bir zamanda bir yerlerde okuduðunuzu ya da iþittiðinizi hatýrladýnýz; ama devam edelim: DP iktidarýnda “aydýnlarýn hor görülmesi; bilimin küçümsenmesi çok hýzlanmýþtý.” Bir iktidarý darbe ile devirmek için bunlar elbette yeterliydi! Fakat iktidar bununla da kalmamýþtý: “Devlet müesseselerine [kuruluþlarýna] idarelerin saðlam bünyesini kemiren rüþvet, iltimas, adam kayýrma, dalkavukluk gibi medenî hayat kaidelerine [ilkelerine] aykýrý düþen kaideler ve âdetler sinmiþti.” Yani özetle: “Her þey kötü oluyordu.” Hatta “dýþ politikada buna benzer güçsüzlükler ve yetersizlikler vardý.” Durum o kadar kötü ve vahimdi ki, “Türkiye’de her þey 19 Mayýs 1919’daki gibi baþtan kötü olmuþtu.” Elbette “kurtulmak gerekiyordu bunlardan.”

Seçimde hile oldu

Ama nasýl? “Halk da kurtulmak istiyordu. Seçimle bu kötü idarecileri baþlarýndan uzaklaþtýrma fýrsatýný bulacaklarýna inanýyorlardý; fakat seçim müessesesinin emniyeti yoktu.” Neden derseniz; iktidar, “seçim hileleriyle millî iradeyi yanýltmýþtý.” Bununla da yetinmemiþti iktidar: “Halkýn tek dinleme aracý olan radyo, yalnýz iktidar partisinin bir taraflý propagandasýný yapýyor, millî birliði, millî görgüyü yýpratýyordu. Radyodan muhalefetin sesi duyulmazdý.” Radyodan yararlanamayan muhalefet basýna yönelebilirdi; ancak bu da önlenmiþti. Nasýl mý? “Gazeteler, muhalefetin fikirlerini yaymamak için kâðýtsýzlýk, ilânsýzlýk baskýlarýndan baþka, çok kötüye kullanýlan bir tekzip müessesesiyle de karþý karþýya kalmýþlardý.” Elbette “Mecliste de murakabe [denetim] imkâný yoktu.” Ýktidarýn tek bir amacý vardý: “Muhalefeti ortadan kaldýrmak, memlekette tek parti diktatörlüðünü baþtan kurmak.”

‘idarecilerin kirli hayatlarý’

Sadece bu kadar da deðil; “Bütün bu hukukî sebeplerin arkasýnda idarecilerin süflî [alçak; bayaðý] ve kirli bir hayatlarý vardý.” Onlar “millet malýný çalýp, bir devlet adamýna yakýþmayan hayat sürürlerdi.” Ýþte bütün bunlarýn sonucunda “artýk bu tiranlardan kurtulmak Türk milleti için millî bir vazife haline gelmiþti.”

Atatürkçü “aydýnlar kitlesi”

Ýktidarý devirmek için “bütün bir aydýnlar kitlesi çok kuvvetli ve cesur bir mücadeleye giriþmiþti; bu mücadeleyi DP, takviyeli polisle, hatta askerle bastýrmak istiyordu.” Daha da ötesi; “Batý demokrasileri” ‘güvendikleri müttefiklerinin’ içinde bulunduðu bu durumu endiþeyle izliyordu. En önemlisi “Türk gençliði, diktatöre kafa tutuyordu; çünkü onlar ve Türkiye’de genç nesil, mücadelelerinin bütün ilhamýný Atatürk’ten alýyorlardý. Atatürk eserini gençliðe emanet etmiþti. Yine Atatürk, Cumhuriyeti emanet ettiði Türk gençliðine vazifelerinin ne olacaðýný çok özlü bir nutkunda anlatmýþtý: “Memleketi idare edenler, gaflet, delâlet ve hatta hýyanet içinde bulunabilirler.”

“Emanet” korunmalýydý

Gençliðe gelince, o “kendisine verilen emanetin nasýl korunacaðýný çok iyi biliyordu. Çünkü, ilk, orta ve yüksek öðrenimlerde gerçek Atatürkçü öðretmenlerin verdikleri Batýcý bilgilerle yetiþmiþlerdi.” Bunun sonucunda, “Bilhassa üniversite ve yüksek okullarda profesörler” öðrencilerine hürriyetin önemini anlatýyorlardý. Nihayet “üniversite öðrencilerinin polise, iktidar mensuplarýnýn totaliter düþüncesine mukavemeti [direniþi] baþ göstermiþti. Hürriyet için þehit olan genç öðrencilerin, kamplara sürülen öðrencilerin sayýsý oldukça çoktu. Ýçeride Türkiye çok zayýflýyordu.” Hatta hatta “Batýlý müttefiklerin güvenilir ve kuvvetli Türkiyesi, iç politikada büyük bir buhrana [krize] sürüklenmeye baþlamýþ; dýþ politikada inisiyatifini elinden kaçýrmýþ”tý. Daha da vahimi; “belki çok büyük bir ihtimal, hürriyetsizlikler, haksýzlýklar, ahlâksýzlýklar, Türkiye’de bir iç harbin doðmasýna” neden olacaktý.

Ya Avrupa basýný ne diyor?

Broþürde bu soruya  da yanýt var elbette: “Avrupa ve dünya basýný, bu ihtilâli, ‘asil ihtilâl’, ‘centilmen ihtilâl’ diye adlandýrdý.” Çok þükür, yazara göre, 27 Mayýs’tan sonra ‘Türkiye kaygýsýz, korkusuz, mesut insanlarýn memleketi’ oluvermiþti birden bire. Artýk ‘iyiye, doðruya, güzele’ doðru koþuyordu!

‘MÜNEVVER ÝHTÝLÂLÝ’

Dönemin sosyal politika uzmaný Prof. Orhan Tuna, 27 Mayýs’ý “münevver [aydýn] ihtilâli” olarak tanýmlýyordu; ihtilâl yalnýzca “münevver zümre”ye mal edilmeliydi. Çünkü, “son on yýlýn hâdiselerini [olaylarýný] hatýrlayanlar, sâbýk [eski] rejimin en çok manevî kýymetler üzerinde oynadýðýný, münevver zümreyi manen ve maddeten imha ve tahrip etmek hususunda pervasýzca tedbirler [korkmadan; çekinmeden önlemler] aldýðýný, hiçbir içtimaî [sosyal] sýnýfýn münevverler kadar ýstýrap çekmediðini, bilâkis [aksine] halk yýðýnlarýný avlamak maksadýyla türlü imtiyazlara gidildiðini, baþta din istismarcýlýðýna geniþ bir yer verildiðini, bundan sonra vergi politikasý yoluyla sayý itibariyle kalabalýk kütlelerin gönlünün kazanýldýðýný tesbit edeceklerdir.” diyordu.

SENCER DÝVÝTÇÝOÐLU’NUN 27 MAYIS TAHLÝLÝ

Sencer Divitçioðlu, Ýstanbul Üniversitesi Ýktisat Fakültesi’nin genç doçenti olarak, bir yandan 27 Mayýs’ý ve öðrenci hareketini alkýþlýyor; diðer yandan da hareketin Marksist (kendi deyimiyle maddeci yöntem) açýsýndan analizini yapmaya çalýþýyordu. Ona göre; “bu, bir burjuva hareketi”ydi. Ama “atipik bir burjuva hareketi.” “Üniversite bütün kadrosuyla burjuvaziyi temsil ediyorsa”, bu koþullarda “üniversite herhangi bir sosyalist hareketin öncülüðünü” yapamazdý. 27 Mayýs, “burjuvazinin temsilcisi olan aydýn orta sýnýftan –üniversite gençliði[nden]- doðmuþtu.” Ona göre, harekete katýlanlar arasýnda, “liberal ya da müdahaleci burjuvalar olduðu gibi, sosyalist, Türkçü, Turancý öðrenciler de” vardý. “Hatta Nurcu bir öðrencinin elinde göz yaþartýcý bomba ile polislere saldýrýþý hâlâ öðrenciler arasýnda” anlatýlýyordu. Sonuçta, “hareketi dürten, türlü yollardan tedirgin edilmiþ burjuvazinin kýmýldanýþlarý olmuþsa da; bunu geliþtiren, diktatörlüðe karþý baþkaldýran çeþitli siyasal eðilimlerin iþbirliði”ydi. “Bundan dolayý da, hareketin bir rengi mevcut deðildi; ayaklanan üniversite öðrencileri, bir þeyi yapma uðruna deðil, bir þeyi yýkma uðruna savaþ”mýþlardý.

“Hürriyet avazeleri [sesleri], ‘katil Menderes’ ve ‘kahrolsun diktatörler’ sloganlarý, ne liberalizmin, ne faþizmin, ne de sosyalizmin ortaklaþa güttükleri nihaî bir amaçtý.” Divitçioðlu’na göre, bütün bunlar, “olsa olsa çeþitli siyasal eðilimlere sahip öðrenciler tarafýndan harekette bir araç olarak kullanýlmýþtý.” Nitekim Divitçioðlu, 27-28 Nisan gösterileri sýrasýnda, “Halk Partisi’nin ya da Millet Partisi’nin adlarýný bile” iþitmemiþti. Ona göre “bu eðilimler saklýydý; ayaklanma araç olarak kullanýlýyordu; yoksa amaç olarak deðil.”

Belki bazý akademisyenler, Divitçioðlu’nun bu satýrlarýný okuyunca, yazdýklarý ve söyledikleri her þeyin tarihe kaydedildiðini ve aradan geçen zamandan sonra çýkarýlýp hatýrlatýlacaðýný hatýrlarlar diye ümit ediyorum. Geçmiþle yüzleþmeye pek meraklý olanlarýn þu günlerde söylediklerinin ve yazdýklarýnýn ilerideki yýllarda geçmiþle yüzleþme baþlýðý altýnda hatýrlanmasýna ve hatýrlatýlmasýna gerek kalmayacaðýný umuyorum; ama ben zaman zaman hayli iyimserimdir!