Ergenekon, Balyoz, 12 Eylül ve þimdi de 28 Þubat davasý.
Bu davalarýn iddianameleri, yargýlanan sanýklarýn konumlarý, alýnan kararlar, siyasi gündemi iþgal etmeye devam ediyor, ve daha uzun yýllar da edecek gibi görünüyor.
Ýster içerden, ister dýþarýdan bakýlsýn, Türkiye bugün yakýn ve uzak tarihinde yaþanmýþ darbelerle ve darbe teþebbüsleriyle yüzleþen bir ülke görünümü veriyor.
Bu bakýmdan ülke olarak yaþamakta olduðumuz sürecin þu an dünyada ikinci bir benzeri yok.
Medya’nýn bu davalarla ilgili zaman zaman kullandýðý manþetler ise en çok maðdurlarý heyecanlandýrýyor ve umut veriyor.
Ama davalar baþlýyor ve ne yazýk ki, yargýlama süreci ilerledikçe bu heyecan yerini derin bir hayal kýrýklýðýna býrakýyor.
Bu hayal kýrýklýðýnýn belki de ilkini, Ankara’da iki yýl önce baþlayan 12 Eylül yargýlamasý sýrasýnda yaþadýk.
***
Bir 12 Eylül maðduru olarak, yargýlama Ankara’da baþladýðýnda, derin bir heyecan duydum.
Yargýlamanýn ikinci gününde, ta Cizre, Mardin, Diyarbakýr, Dersim’den gelen dostlarla adliye sarayýnýn kapýsýnda buluþtuk.
Ankara adliyesinin önünde biriken kalabalýðýn içinde çok sayýda maðdur ve maðdur yakýný vardý. Anlatýlmasý zor bir duygu, bir heyecan fýrtýnasý yaþanýyordu. Ýþte nihayet 12 Eylül’ün zulmünün hesabý sorulacak ve insanlarýn içine hapsolup kalmýþ o kahredici maðduriyet duygusu az çok tatmin olacaktý.
Berfo Ana’nýn oðlu gibi kaybettirilen, idam edilen, iþkence tezgahlarýnda can veren kurbanlarýn yakýnlarý mahkeme salonuna sýðmadýlar. Ýnsanlar, bir gün bir mahkeme salonunda hakimlere sunmak umuduyla hazýrlanmýþ, içinde infazlarla ve iþkencelerle ilgili bilgilerin, tanýklýlýklarýn, delilerin olduðu dosyalarla çýkýp gelmiþti.
Müdahillik dilekçeleri hazýrdý.
Ama sonrasýnda hiçbir þey beklendiði gibi geliþmedi. 12 Eylül’ün hayatta olan generalleri mahkeme salonuna bile getirilemedi.
Müdahillik dilekçelerinin çoðu kabul edilmedi.
Benim ilk aný-romaným olan ve bir bölümü Diyarbakýr Cezaevi’ni anlatan Dýjwar isimli kitabýmdan bir bölümü iddianameye delil olarak konulmuþtu. Bir yazar ve bir maðdur olarak bu beni mutlu etmiþti. Ama yazdýðým kitabýn delil olarak sunulduðu bir yargýlamaya müdahil olma talebim maalesef reddedildi.
Ýþkencede ölenlerin yakýnlarýnýn mahkemeye sunduðu müdahillik talebi de kabul görmedi.
Dolayýsýyla umut verici bir havada baþlayan bu dava kýsa sürede hayal kýrýklýðýna dönüþtü.
Sanýrým 12 Eylül davasý, bugünkü haliyle kimselerin ilgilendiði bir dava da deðil artýk.
Ýlk günün ve ilk yargýlamanýn heyecaný yaþandý ve bitti..
Gerisi derin bir hayal kýrýklýðý, en azýndan binlerce maðdur için..
Oysa böyle olmayabilirdi..
***
Þimdi bakýyorum da 28 Þubat’la ilgili ayný umut verici baþlangýç var.
Sonu gelir mi, 28 Þubat maðdurlarýnýn müdahillik talepleri, birkaç sembolik isim dýþýnda, kabul görür mü, bekleyip göreceðiz.
Sadece bu da deðil.. 28 Þubat iddianamesinde hakkaniyetin gözetildiðini kimse iddia edemez. Bu sürecin siyaset ve medya ayaðý, yargýlamadan muaf tutuldu. Ve bu muaf tutulanlar bugün de, darbe yaptýracaklarý asker kalmadýðý için, sivil darbe peþindeler.
28 Þubat’ý destekleyenler, bugün de Gezi’nin iç ve dýþ finansörleri arasýndalar..
Kürt siyasetini çözümden uzaklaþtýrmak için ellerinden geleni yapýyorlar.
Medyalarý, baþlarýna bela olmuþ paralarýyla yapýyorlar bunu.
Ve 28 Þubat’a siyaset ve medya cephesinde destek verenler, suç a ortaklýklarý besbelli olanlar, bugün hükümete karþý kurulan ulusal cepheyi tahkimle uðraþýyorlar.
Dava süreci, hazýrlýk safhasýndayken, içlerinden bazýlarý meclise çaðrýldý, meclis komisyonuna ifade verdiler ve öylece de aklanýp gittiler..
28 Þubat’ta kaybeden Türkiye oldu. Ama bu kiþisel maðduriyetleri görmemize engel deðil.
Ýddianameye bakýyorum da, Doðrusu 28 Þubat’ýn maðdurlarý arasýnda olsaydým, ikinci bir hayal kýrýklýðý yaþamam iþten bile deðildi diye düþünüyorum.
Çünkü, 28 Þubat’ýn hesabýný sadece Karadayý ve Çevik Bir’den soran bir yargýlama eksik ve adil olmayan bir yargýlamadýr.