28 Þubat’ý unutmak ihanettir

Yalnýzdýk. Kimse yoktu yanýmýzda. Bizdik, kýyamet bizim baþýmýzda koparýlýyordu.

Hayat hakkýmýz yoktu. Sömürge ahalisi gibi yaþamak dýþýnda bir varoluþ þekli önerilmiyordu bizim için.

Albert Camus’nün ‘Sýkýyönetim’inde muhteþem bir þekilde anlatýldýðý gibi, her halimizin, sessizliðimizin bile altýnda bir irtica durumu aranýyordu. Varlýðýmýza tahammül yoktu.

“Medeni halin?” diye sorar ‘Sýkýyönetim’de polis, bir vatandaþa. “Evliyim” der adam.

“Evlilik nedeni?” diye devam eder sorgu. (Kitap elimin altýnda deðil. Belki 30 yýl önce okudum. Aklýmda kalaný aktarýyorum.)

‘Evlilik nedeni?’ Var mý böyle bir soru?

28 Þubat’ta vardý.

Bizim yaptýðýmýz her iþin altýnda, bir irtica ‘güdü’sü aranýyordu.

Deprem oldu, gittik, hepimiz, depremzedelere yardým ettik. Bu da batýyordu

28 Þubatçýlara. Bizim içimizden gelemezdi çünkü insanlara yardým etmek.  Biz ancak irtica yapardýk.

Hepimiz, ayrý ayrý yalnýzdýk. Kýzýmýz, yalnýzdý ikna odasýnda, kaþarlanmýþ soðuk ve duygusuz teyzelerin sorgusuna muhatap olurken.

‘Sýkýyönetim’deki sorunun aynýsý. “Baþ örtme nedeni?”

 

Sana ne, soðuk teyze, sana ne? Seni niye ilgilendiriyor?

Yalnýzdý, kýzlarýmýz, sýnava girerken, baþlarý açtýrýldýðýnda.

Yalnýzdýlar, baþlarýný açmamak için okulu býrakýrken.

Yalnýzdýlar, -eðer imkan buldularsa- ana-baba ocaðýný terk edip, gurbette okurken.

Yalnýzdýlar, komþu kýzýnýn okula gittiði saatlerde evde otururken.

Askerde yalnýzdýk, iyi asker olduðumuz için askeriyeden atýlýyorduk. Disiplinli olduðumuz için, disiplinsizlik sebebiyle ordudan ihraç ediliyorduk.

Bazýlarý, mimlenmekten korktu güya, baþörtülü karýsýný boþadý. Bu bile yapýldý!

O kadýn nasýl yalnýzsa, öyle yalnýzdýk iþte.

Kur’an kurslarý kapatýlýrken, Ýmam-Hatip okullarý kapatýlýrken yalnýzdýk.

Medya, bütün hocalarý Ali Kalkancý’nýn hizasýna koyarken.

Bütün baþörtülü kýzlarý Fadime Þahin’in hizasýna koyarken.

Her zulme uðradýðýmýzda, medya, bir orkestra oluþturup arkamýzdan teneke çalarken.

Demirel, o teneke seslerinin arasýnda, “iþte çaðdaþ Türkiye” diye baðýrýrken... (Tamam, o Beethoven’di. Ama Demirel’in alkýþlarken murad ettiði þey teneke sesiydi.)

Yalnýzdýk, tanklar, içinde bizim evlatlarýmýz, bizi korkutmak için yürütülürken. (Korkmadýk. Bildiðimizi okuduk. Buydu alýþýk olmadýklarý, anlamadýklarý... Kimse korkmadý, gölgesinden korkanlardan baþka.)

Tanklar, medya resim çekebilsin diye tekrar tekrar yürütülürken...

Medyadaki onbaþýlar, çavuþlar, mareþal rütbesine doðru basamaklarý atlaya atlaya yükselirken.

Ve yargýçlar, adaleti, yakaladýklarý her yerde soðan doðrar gibi doðrarken.

Ne Amerika vardý, ne Avrupa. Hak, hukuk, bize gelince iþlemiyordu. Bir tür ‘Guantanamo hukuku’na tabiydik.

Yalnýzdýk. Bugün ortalýkta yalancý pehlivan gibi dolaþan artistlerin hiçbirisi yoktu. (Ama fiyakalý dolaþýyorlar.)

Ve yalnýz olmak, kimsesiz olmak, umurumuzda deðildi. Yalnýzdýk anasýný satayým, var mýydý diyecekleri?

Birbirimizin kimsesi olduk. Birbirimizin omuzuna yaslandýk.

O günlerin kýymetini bilmemek nankörlüktür.

Nankörlük de nerden çýktý, demeyin.

O günlerde, omuz omuza ayný mahrumiyeti paylaþmanýn lezzetini bir daha bulamayabiliriz.

Bir kazancýmýz oldu o zaman, bunu da unutmamak lazým.

Koca bir kitle, özgürlüðün mahiyetini öðrendik. Hukukun anlamýný öðrendik. Adaletin ne kadar lüzumlu, ne kadar vazgeçilmez bir þey olduðunu öðrendik.

‘Hukuk, bir gün size de lazým olacak’ cümlesini kaç kere iþittim, kaç kere okudum.

Bu cümlenin kýymetini bilmek lazým.

“Dert çekmeyen, dert kýymetin bilemez” der ya Aþýk Veysel.

Zulüm çekmeyen, adaletin kýymetini bilemez. Bizim, adaletin kýymetini bilmemiz lazým.

Zulmün þifasý adalettir.

Ýlaç gibi.

Tertemiz olacak. Ýçinde bir dirhem zulüm olmayacak.

‘Aðyarýný mani’ olacak ama, ‘efradýný da cami’ olacak. Öyle adalet.