Batılı devletlerin ulusal operasyonlarında sembol ve algıların rolü, olgulardan daha fazladır. İşlerine gelmeyen çarpıcı gerçekleri unutturur, yalanlardan inşa ettikleri kendi gerçekleriyle yollarına devam ederler.
Özellikle de İngilizler...
Kut’ül Amare zaferi, I. Dünya Savaşı’nın bütününde bir anlam taşımasa da, İngilizlere karşı kazanılmış olması başlı başına anlamlıdır.
Osmanlı komutanına rüşvet teklif etmeye kadar her türlü hileye başvurmalarına rağmen, 143 gün süren kuşatmadan sonra 29 Nisan 1916 tarihinde general Townshend ile birlikte 4 general, 481 subay ve 13.300 İngiliz askerinin topyekun teslim olmasıyla kazandığımız bu muhteşem zafer, “diğer milletlerin kendilerine hizmet için yaratıldığını” düşünen İngilizlerin karizmasını çizen bir utanç olmuştur.
Nitekim ülkede infiale sebep olan bu hezimeti, İngiliz tarihçisi James Morris,"Britanya tarihindeki en aşağılık şartlı teslim" olarak tanımlamıştı.
Oysa bizim yerimizde İngilizler olsaydı Kut’ül Amare Zaferi’ni, bütün mağlubiyetlerini kapatan bir örtü olarak kullanırlardı.
Peki, biz ne yaptık?
Kaynaklar, “1952 yılına kadar ‘Kut Bayramı’ olarak kutluyorduk. Fakat Türkiye'nin NATO'ya girmesinden sonra İngilizlerin baskısıyla bu bayram kaldırıldı ve ilgili bilgiler tarih kitaplarından silindi” diyor.
Bazıları, böyle bir kutlamayı kaynaklarda bulamadıklarını söylüyor. Oysa niye bulamadıkları, cümlenin sonunda izah ediliyor.
Gelelim ayıbın en büyüğüne...
Bir fethimiz var ki ne Kut’a benzer ne de Çanakkale’ye. Çağ kapatıp çağ açan bir zafer. Bütün hakan ve komutanların, o “kutlu müjdeye” mazhar olma yolunda ömür tükettiği bir zafer.
26 Ağustos 1071’de Anadolu’nun kapılarını açan Türkleri, tekrar Orta Asya’ya göndermek için seferber olan Haçlıların, öfkelerine esir olmasına sebep olan bir zafer.
Bu muhteşem zafer son yıllarda, coşkulu programlarla anılmakla birlikte, şanına yakışan “29 Mayıs”ın “millî bayram” olarak kutlanmasıdır ki, en geniş tabanlı birlik-bütünlük sembolü olacaktır.
Bu konu Osmanlı’dan bugüne zaman zaman gündeme gelmiş, zaman zaman teşebbüs edilmiş, ancak çoğunlukla İngilizlerin müdahalesi sonucu hayata geçememiştir.
Mesela fethin 500. sene-i devriyesi olan 1953 yılında Demokrat Parti İstanbul’un fethine çok önem vermiş ve kutlamalar için çok büyük hazırlıklar yapılmıştı. Ancak, İngilizlerin, “Yunanlılarla artık dost olduk, bu kutlamaları yapmayın” ricası (!) üzerine son anda vazgeçildi.
Şehit mezarlarının ihyasına kadar çok geniş kapsamlı hazırlıklara rağmen, son anda hükümetin kutlamalara katılmayacağı açıklanmış ve Başbakan Menderes de o gün Ankara’da kalmayı tercih etmişti. Bu kararında, Kraliçe II. Elizabeth’in taç giyme törenine katılmak için ertesi gün Londra’ya gidecek olmasının bir etkisi var mıydı bilmiyoruz.
Ezanı esaretten kurtarmak için canını feda eden bir başbakan neden böyle davrandı bilmiyorum. Belki de o dönemde hem Haçlı güruhuyla hem de içerideki vesayetçileriyle aynı anda savaşmaya gücü yetmedi. Ancak aradan 70 yıl geçti ve köprünün altından çok sular aktı. Artık İstanbul’un fethini millî bayram olarak kutlamamızı engelleyen sebepler büyük ölçüde geçersiz hale geldi.
AB’den İsrail’e ve Mısır’a kadar bütün Türkiye düşmanlarını üzerimize salmaya çalışan, FETÖ darbecilerine yataklık yapan Yunan’ı mı üzmemek için gizleyeceğiz bu muhteşem zaferi?
29 Mayıs’ın “Fetih Bayramı” olarak kutlanması, belki “Zulüm 1453’te başladı” diyen satılmışların ıstırabını arttırır ama hem büyük fethin tapusu, hem de son yıllarda Haçlı-Siyonist ittifakına karşı elde ettiğimiz başarıların tescili olacak. Aynı zamanda İstanbul’u geri alma hayaliyle, dünyanın her köşesinde Müslümanlara saldıran Haçlı şövalye kalıntılarına da en güzel cevap olacaktır.